Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “beyin göçünü tersine çevirmek” için yurt dışındaki Türk araştırmacıları geri çağırmasından birkaç gün sonra 13 öğretim üyesi 16 Kasım’da bir sabah operasyonuyla gözaltına alındı.
Aralarında Bilgi Üniversitesi hukuk profesörlerinden Turgut Tarhanlı; Boğaziçi Ünüversitesi matematik profesörlerinden Betül Tanbay; aynı zamanda film yapımcılığı ve yazarlık da yapan Çiğdem Mater; sivil toplumcu pedagog Yiğit Aksakoğlu ve Açık Toplum Vakfının eski Türkiye Temsilcisi Hakan Altınay da vardı. Hepsi de kurucu başkanlığını 19 Ekim 2017’den bu yana hapiste olan sivil toplum aktivisti Osman Kavala’nın yaptığı Anadolu Kültür isimli kâr amacı gütmeyen yardımlaşma kuruluşu üyesiydi.
Artık çoğu hükümete yakın grupların sahipliğinde bulunan ana akım medya kuruluşları, 2013 Haziranındaki Gezi Parkı protestolarını kışkırtarak AK Parti hükümetini devirmek isteyen beyin takımının yakalandığını duyurduğunda mahkeme akademisyenleri tahliye etmeye başlamıştı bile.
Kavala, malum, sadece yurt dışındaki odaklarla bir olup Gezi’yi ihtilal amaçlı örgütlemekle değil, aynı zamanda yasa dışı PKK ve 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminin arkasında yer alan yasa dışı Fethullah Gülen örgütüyle de bağlantılı olmakla suçlanıyor. Suçlanıyor ama bir yılı geçti, hâlâ Kavala aleyhine bir iddianame yok ortada. Zaten biraz da o yüzden son gözaltılar kimileri tarafından iddianameye koyacak bir şeyler bulma çabasına bağlandı.
Tam da Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasında uzun süredir beklenen önemli bir toplantının öncesinde geldi son gözaltı dalgası. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 22 Kasım’da Ankara’da AB Dış Politika ve Güvenlik Politikalarından sorumlu yöneticisi Federica Mogherini ve Genişleme Sorumlusu Johannes Hahn’ı ağırlamaya hazırlanıyor. Türkiye’nin A’D ile ilişkilerinin kötüleşmesi ve ABD yaptırımlarına karşı AB ile benzer çizgide yer almasından itibaren belli bir ısınma gözleniyordu ilişkilerden Yani sadece yurt dışındaki Türk araştırmacıları cezbetmek amacıyla yapılan girişimleri değil, Türkiye’nin AB ile yeniden yakınlaşma çabalarını da zora sokucu bir niteliği oldu son gözaltı dalgasının.
Nasrettin Hoca’nın “bindiği dalı kesmek” fıkrasını anımsatıyor…
Ancak AK Parti çevrelerinde son zamanlarda bir kuşkunun baş gösterdiğinden de söz ediliyor. Acaba Emniyet ve yargıdan temizlenen Cemaatçilerin yerini onların yerini alan ve çoğu MHP çizgisindeki kadrolar da kendi siyasi gündemleri uyarınca bulundukları devlet görevlerini istismar ediyor olabilirler mi? Henüz resmi beyanlara yansımasa da özel sohbetlerde dile getirilmeye başlanan bir görüş bu. Bu kuşkuyu, hatta Türkiye ile ABD ilişkilerinin daha da bozulmasına ve ekonomi üzerinde ağır yük oluşmasına yol açan Amerikalı rahip Andrew Brunson’un tutuklanması ve neticede tahliyesine dek uzatanlar da var. Bu kuşkunun ne kadarının haklı gerekçelerinin bulunduğu, ne kadarının temelsiz olduğunu anlamak için ortam yeterince şeffaf değil. Ancak 2017 Anayasa halk oylaması ve 2018 erken genel seçimlerinde Erdoğan’a destek olan Bahçeli’nin son zamanlarda belli rahatsızlıkları dile getirdiği bir gerçek. Erdoğan’ın Danıştay’ın “Andımız” kararından sonra uzun aradan sonra yeniden yargıyı eleştirmesi ve bu konuda Bahçeli ile çelişmesinden söz etmiyorum yalnızca. Bahçeli’nin, Alaattin Çakıcı ve benzeri suç örgütü liderlerini de kapsaması muhtemel, af ısrarına, Erdoğan’ın tam da aynı gerekçe ile karşı çıkması, Bahçeli’nin Cumhur İttifakının 31 Mart yerel seçimlerini de kapsaması önerisinin AK Parti tarafından geri çevrilmesi diğer örnekler. Bahçeli’nin öteden beri AB ile yakın ilişkilere kuşkuyla bakışı zaten biliniyor.
Gözaltına alınan diğer öğretim üyelerinin, hatta Kavala’nın bu günlerde tahliye olup olmayacağı konusunda anca tahminde bulunabiliriz, kararı yargı veriyor. Ancak son gözaltı dalgasının hem iç, hem dış politikada yankılarını şimdiden gözlemek mümkün.