Amerikan yönetimindeki havaya yakından bakacak olursanız, aynı anda yaşadıkları sorun sıklığı açısından Çin ve Rusya’nın önünde, da açık arayla birinci saydıklarını görürsünüz. Ankara’daki duygular da karşılıklı ve bu gerilimli ilişki pek yakında yeni bir gerilim testinden geçeceğe benziyor. Yakında derken 2019’un ilk haftalarından, ilk aylarından söz ediyoruz; muhtemelen, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gücünü daha da artırıp artıramayacağının sınavı sayılabilecek olan 31 Mart yerel seçimleri öncesinden.
Türk-Amerikan ilişkilerindeki yeni stres testi, Suriye’ye yeni bir sınır ötesi askeri harekât olacak gibi görünüyor. Çünkü böyle bir harekât bu defa ABD’nin desteklediği ve asıl olarak PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolündeki bölgeye yönelik olacak; yani Amerikan askerleriyle Türk askerlerinin karşı karşıya gelme ihtimali mevcut.
Birinci soru, ABD Başkanı Donald Trump’ın böyle bir durumda yıllarca önce Sovyetler, sonra Rusya’ya karşı NATO müttefiki kalan Türkiye’yi mi? Yoksa Suriye’de IŞİD’e karşı Amerikan lejyoner gücü olarak savaşan PKK/PYD’yi mi tercih edeceği. İkinci soru da, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürekli gündemde tuttuğu bu harekâtı gerçekten göze alıp almayacağı.
İkinci sorunun yanıtı şu: Neden olmasın? Neden göze almasın?
Anımsayacaksınız, benzeri sorular Erdoğan, Cerablus bölgesindeki sınır-ötesi tehditlere dikkat çektiğinde de sorulmuştu. Ama neticede Türk ordusu 2016 Ağustos’unda, üstelik arkasında ABD’de yaşayan İslamcı vaiz Fethullah Gülen’in olduğu 15 Temmuz darbe girişiminden sadece beş hafta sonra Suriye’ye girmiş, IŞİD’in elinde bulunan Cerablus, Dabık, El Bab gibi önemli noktaları FSA ile birlikte ele geçirmişti.
Benzeri sorular keza Erdoğan, Afrin’deki PKK/PYD tehdidine dikkat çekmeye başladığında da soruşmuştu. İçeride ve dışarıda bazı yorumcular bu söylemi Erdoğan’ın Trump’a blöfü olarak değerlendirdi ve fena halde yanıldı. Ordu, PKK/PYD güçlerini yenilgiye uğratarak –barış anlaşması sonrasında Suriye’ye devredilmek üzere Afrin’de kontrolü FSA ile birlikte ele aldı.
Bu iki harekât da Rusya’nın desteğiyle ve Rusya ile koordinasyon içinde mümkün oldu. Erdoğan zaten Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Rûhânî ile Astana ateşkes sürecinde işbirliği içindeydi. Oysa “Fırat’ın Doğusuna” yapılacak bir harekât, Rusya ve Suriye hükümetinin ancak sınırlı erişiminin bulunduğu PKK/PYD kontrolündeki bir alanda ABD askerleriyle yüz yüze gelme riskini barındırıyor.
Sadece bu da değil, şöyle riskler de var Türkiye açısından bu harekâtta:
• Amerikalıların, terörle mücadele eden Türkleri, askeri olarak durdurmak istemeyeceklerini var saysak bile, bu harekât sonucunda IŞİD yeniden canlanırsa ABD bu nedenle Türkiye’yi suçlayabilir, ayrıca Türkiye’ye yönelik terör saldırıları artabilir,
• Amerikalıların Suriye’de fazla zayıflaması, gerektiğinde Rusya ve İran’a karşı baskı unsuru ya da koz olarak kullanılma imkânını azaltabilir,
• Ve PKK/PYD, Amerikalılarla anlaşmasını bozup, saf değiştirerek, Suriye hükümetiyle anlaşabilir. Türkiye’nin baskısıyla 1998’de Suriye’den çıkarılıp MİT-CIA işbirliğiyle 1999’da yakalanması öncesi PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Esad rejiminin himayesinde yaşadığını akıldan çıkarmamak lazım.
Öte yandan Ankara dört asli nedenden ötürü Fırat’ın Doğusunda kalan Suriye topraklarına askeri müdahalenin kaçınılmaz hale gelebileceğine inanıyor:
• Suriye ile 913 km sınırın PKK, IŞİD ve El Kaide saldırılarına karşı daha güvenli hale getirilmesi ihtiyacı var. Bu nedenle sınırın diğer tarafında PYD bayraklarının yanı sıra dalgalanan Amerikan bayrakları Ankara’da sinirleri bozuyor,
• Türkiye artık sayıları 3 milyonu geçen mültecinin yaşadığı topraklara dönmesini istiyor. Hükümet Cerablus ve Afrin hamleleri sonrasında 250 bin kadar mültecinin evlerine döndüğünü açıkladı,
• Bu durum, hem Suriye rejimi, hem de PKK tarafından nüfus yapılarının bozulması girişimlerini önlemek açısından önem taşıyor. Ankara şehir yönetimlerinin Arap çoğunlukta kalmasını istiyor,
• Ve siyasi açıdan belki de en önemlisi, Ankara PKK/PYD’nin sınırların hemen güneyinde, Suriye topraklarına paralel bir devlet oluşturmaya başlamasından rahatsız. Türkiye’nin, tamamen Anayasal olmasına ve Türkiye’den hiçbir talepleri olmamasına karşın Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimini (KRG) hazmetmesi dahi zaman almıştı; PKK’nın arkasında olduğu bir devlet oluşumuyla birlikte yaşamak zor olacaktır.
Bunlara ek olarak bir de iç siyaset etkeni var. Erdoğan yönetimindeki AK Parti, 31 Mart seçimlerini almak istiyor. Özellikle de Ankara ve İstanbul’u elinde tutmak istiyor; Türk seçim tarihi bu iki şehri, hatta birini bile kaybeden partinin inişe geçtiğini gösteriyor. Oysa son araştırmalara göre yapılan haberlerde, AK Partiye desteğin, Erdoğan’a desteğin 8-9 puan altında olduğu bildiriliyor. Bu nedenle Erdoğan yerel seçime daha rahat girmek için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin vermeye gönüllü olduğu desteği (İYİ Parti alternatifini garantilemeden) reddedecek durumda değil. Bahçeli ise, özellikle Kürt meselesine işaret ederek “teröristlere taviz verilmesin” talebinde ısrarlı; Suriye bunun bir parçası.
Özetle; bir yandan Erdoğan’ın şimdiye dek Suriye’ye askeri müdahale konusunda söylediğini yapmış olması, hükümetin açısından zorlayıcı dört etkenin varlığı ve iç siyasi dengeler, Amerikalıların da yeni bir harekât ihtimalini dışarıda bırakmalarını engelliyor gibi görünüyor. Stelik bu defa Suriye’deki kendi etki alanlarına yönelik olsa da…
Bu durumda diğer iki soru geliyor. Birincisi Bütün risklere karşın Türkiye Fırat’ın Doğusundan Suriye’ye girerse Amerikalılar ne yapacak? Amerikan Merkezi Komutanlığı (CENTCOM), tam da Rusya-Ukrayna krizi devam ederken NATO dengelerini alt üst edebilecek şekilde Türk ordusuna karşın PYD/PKK’yı savunacak mı?
Bu iki sorunun da hâlihazırda yanıtı yok.
İşin bu soruların sorulacağı çıkmaza gelmemesi için diplomatik çabalar devam ediyor. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey 7-9 Aralık’ta Türkiye’de yetkililerle görüştü, son resmi çekti. Konuştuğu yetkililer Jeffrey’e Suriye’de bir PKK oluşumuna izin verilmeyeceğini ve işe Münbiç’ten PKK/PYD’lilerin temizlenmesi için verilen sözleri tutarak başlanması gerektiğini söylediler. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, bu anlaşmanın tam uygulanmasının yılsonuna dek bitirilmesini istedi. Yılsonuna 20 gün var ve buna Hristiyanların Noel tatili dâhil; yetişmesi zor. Ama sonuçları tatmin edici oldukça Ocak başındaki uygulamayı da Ankara kabul edebilir.
Jeffrey, Ankara’daki temaslarının ardından Amman’a değil, önce Gaziantep’e uçtu ve Türk ve Amerikan müfrezelerinin Münbiç’te ortak devriye amaçlı eğitildiği kampı ziyaret etti. Ayrıca Suriye’deki diğer Kürtlerin temsilcilerinden oluşan Konsey ile görüştü.
ABD Münbiç sözlerini tutması, aradaki gerilimi azaltır ama Türk ordusunun Suriye’ye yeni bir askeri müdahale ihtimalini ortadan kaldırmaz; bu ihtimal bölgedeki kısa ve orta vadeli senaryoların dışında bırakılamaz.