ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan sadece bir tek şey isteme hakkı olsa ne ister? Bir grup Türk, bir grup Amerikalı yetkiliyle son gelişmeler üzerine sohbet ediyorduk. Bu soruyu soran Amerikalı yetkili, daha bizlerin cevap düşünmesine fırsat vermeden kendisi yanıtladı: Rusya’dan S-400 füzesi alma kararını gözden geçirmesini isterdi.
Yani Amerikalı yetkililere göre Trump için S-400 anlaşması, Türkiye ile aradaki Suriye/YPG konusundan İran’a yaptırımlara, Fethullah Gülen meselesinden Türkiye’de tutuklu Amerikan vatandaşı ve çalışanlarının serbest kalmasına dek her konudan daha önemliydi.
Oysa Rusya ile imzalanan anlaşmanın iptalinin mümkün görünmediği ortadaydı. ABD Türkiye’den imkânsızı mı istiyordu? Daha geçen kasım ayında ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Türkiye’nin S-400 satışının iptal etmesini istediğinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’dan bunun mümkün olmadığı, Ruslarla anlaşmanın imzalandığı ve geri dönülmeyeceği yanıtını almıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile ve ayrıca Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin ile yaptığı görüşmelerin ardından yaptığı konuşmaların bir yerinde mutlaka S-400 alımından geri dönüş olmadığını söylüyor, zamanında Amerikalılar Patriot savunma füzelerinin alımında sorun çıkarmamış olsa bu yola başvurulmayacağını vurguluyordu.
Bunun üzerine Amerikalılar taktik değiştirdi. Trump yönetimi 3 Ocak günü Türkiye’ye Patriot füzelerinin satışı için 3,5 milyar dolar (o günkü kurla yaklaşık 19 milyar lira) ederinde bir teklifle geldi. İlk batarya, tıpkı Rusların S-400 taahhüdünde olduğu gibi 2019 sonuna dek teslim edilecekti. Amerikan Bloomberg haber ajansına göre, teknoloji transferi içermeyen bu teklif –anlaşıldığı kadarıyla üretici firma Raytheon’dan kaynaklanan nedenlerle- fiyatı hayli şişirilmiş bir teklifti. Rusların teklifi de ciddi bir teknoloji transferi öngörmüyordu ama 2,5 milyar dolardı.
Vaşington bastırmaya devam etti. Erdoğan’ın 18 Şubat’ta “neden vazgeçelim? Yunanistan’ın yıllardır S-300’ü var. Neden ona bir şey söylemiyordun?” demesinden iki gün sonra ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence, haberlere göre “Trump’ın selamlarıyla” Erdoğan’ı aradı; S-400 görüşüldü. Ertesi gün Trump ile Erdoğan arasında bir telefon görüşmesi yapıldı ve “hemen çekilecek” denmesine karşın 200 Amerikan askerinin YPG’lilerin sınır ötesi tacizlerini önlemek ve Münbiç anlaşmasını uygulamak amacıyla Suriye’de kalacağı açıklandı; bu sayı daha sonra 400’e çıkarıldı. Ancak karar değişmedi; Türkiye verdiği sözden dönecek, imza attığı anlaşmayı çöpe atacak bir ülke değildi.
Bu arada Suriye üzerine görüşmeler de devam ediyordu. Pompeo’nun Suriye Özel temsilcisi James Jeffrey, Vaşington ile Ankara arasında mekik dokuyordu Mart başında Ankara’da yapılacak planlı toplantıların öncesinde Amerikan tarafına işleyebilir bir formül önermeye çalışıyordu.
Bu toplantıların öncesinde, Pompeo’nun Savunma bakanlığı dönemindeki yardımcısı, şimdiki ABD Savunma Bakan Vekili Patrick Shanahan 28 Şubat’ta Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile bir telefon görüşmesi yaptı; yine Suriye ve S-400 konusu ön plandaydı. Shanahan görüşmenin hemen ardından Amerikalı gazetecilere “S-400 ile F-35 uçaklarının uyumsuz”, yani bir arada çalışamayacak silah sistemleri olduğunu söyleyerek, “F-35’leri stratejik ortağımızın [Türkiye demek istiyor-MY] askeriyesine kazandıracak bir çözüm bulmak istiyoruz” diyordu. Böylece resmi düzeyde Rusya’dan S-400 alımı ile Türkiye’nin ortak üreticisi olduğu F-35’lerin teslimatı arasında bağ kurulmuş oluyordu.
Zaten işin özü de burada. Amerikalılar, S-400’deki yapan zeka özelliklerinin, F-35 uçaklarıyla aynı [Türk] hava savunma sistemi içinde yer alması halinde, zaman içinde bu uçakların eşsiz “hayalet”, yani görünmezlik özelliklerini “öğreneceğini”, Ruslar açısından eşsiz bir askeri casusluk darbesi sayılacak bu durumun NATO ve dolayısıyla ABD hava savunmasında “gedikler” açacağını söylüyorlar.
Türkiye bu iddiaya, Rusların kontrolündeki hava sahasına girip çıkan İsrail F-35’leri göstererek yanıt veriyor. Keza o da S-400 alacağını açıklayan Suudi Arabistan’da S-400’lerin Patriotlarla aynı hava savunmasının birer parçası olarak çalışmasının neden sorun olmadığı, ama Türkiye bakımından olacağı sorusunu soruyor. Amerikalıların, ama onların NATO savunma yapısı içinde olmadığı yanıtı, Ankara’yı tam anlamıyla tatmin etmiyor.
Zaten ortak üretici olmasına karşın ABD’nin Türkiye’ye vermemeye çalıştığı F-35 jetlerini daha önce İsrail’e vermiş olması Ankara’yı kızdıran bir başka unsur. Yetkin Report’a isminin anılmaması kaydıyla bilgi veren bir Amerikalı yetkili, “İsrailli pilotlar F-35’lere biner binmez duyduklarının ötesinde bir teknolojiyle karşı karşıya olduklarını anladılar” diyor; Binyamin Netanyahu’nun Türkiye’nin bu uçaklara sahip olmasına karşı çıkışı da o aşamadan sonra başlıyor.
Amerikalıların, F-35’ler konusunda Başkan Trump’ın tam söz hakkı bulunmadığı, Amerika’nın Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele (CAATSA) yasasına takılabileceği gerekçesi de Ankara’da inandırıcı bulunmuyor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Türkiye’nin F-35 sözleşmesi hükümlerini eksiksiz yerine getirdiği, teslimatın yapılması gerektiğini vurgulayarak, ABD’nin sözünde duran, güvenilir bir ortak olması konusunu da tartışmaya açtığı biliniyor.
Nitekim Shanahan’ın 28 Şubat demecinden bir gün sonra, 1 Mart’ta Rusya’nın Sputnik ajansına bilgi veren Türk yetkililer, ABD’nin 2019 sonunda bir batarya teslim önerisinin reddedildiğini bildirmişler; iş “reste rest” noktasına doğru gidiyor.
S-400 konusu, Suriye ile birlikte Dışişleri Bakan Yardımcısı Sedat Önal ile ABD’nin Avrupa ve Avrasya İşlerinden sorumlu Dışişleri Müsteşar Yardımcısı Matthew Palmer arasında 4 Mart’ta Ankara’da başlaması beklenen görüşmelerde de ele alınacak. (Amerikan heyetinde Türkiye’den de sorumlu Güneydoğu Avrupa Müdürü Yuri Kim’in bulunduğunu da belirtelim; Kim 2011-2014 arasında Ankara’da ABD Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı olarak görev yapmış, Türkiye’yi tanıyan bir diplomat.)
Yani Amerikalılar S-400 konusunda Türkiye’yi sıkıştırmaya, baskıyı artırmaya devam edecek gibi görünüyorlar.
Bunun bir son tarihi de var: ABD yönetimi F-35’lerin teslim tarihi gelip çatıncaya, yani Temmuz ayına kadar Türkiye’den S-400 satışını iptal etmesini bekliyor. (Bu durumda ABD askerlerinin en az bu süre dolana dek Suriye’den tamamıyla ayrılmayacağını varsaymak mümkün.)
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in önerdiği ara formül konusunda ise ne Türk, ne Amerikalı yetkililer olumlu bir yorumda bulunuyor. Stoltenberg, Türkiye’nin mutlaka almak istiyorsa S-400leri alması ama hiç kullanmamasının risk oluşturmayacağını söylüyor; yani paketi bile açılmayacak, dolayısıyla F-35’lerin sırlarını “öğrenemeyecek”. Tabii çok zengin bir ülke olduğumuz için 2,5 milyar doları hiç kullanmayacağımız silahlara verip, üstüne 3,5 milyar dolar daha harcamak gibi bir adımı atmakta beis görmeyenler olabilir. Ama bu tam olarak Erdoğan’ın örnek gösterdiği S-300 modeli. Yunanistan, Türkiye’nin tepkisi üzerine 1999’da Kıbrıs Rumlarının parasını ödediği S-300’leri sorun çıkmasın diye kendisine aldı ama aldığından bu yana kullanmıyor; S-300’ler, basında da yer aldığı üzere, Girit’te bir askeri depoda paslanıyor.
Bu formülü, yazının başında sözünü ettiğimiz sohbet toplantısındaki Amerikalılara sorduk. Aldığımız cevap “Ama ya hükümet F-35’ler gelip kullanılmaya başladıktan sonra S-400’leri de kullanmaya karar verirse?” sorusu oldu.
Bu durum aslında Türkiye ile ABD arasındaki en ciddi sorunun ne olduğuna getiriyor bizi. Bilgi Üniversitesinden Prof. Dr. İlter Turan’a göre, Türkiye ile ABD arasındaki en temel sorun, güven sorunu. Soğuk Savaş boyunca birbirine güvenip Moskova’ya karşı duran Vaşington ve Ankara, şimdi birbirine neredeyse hiçbir konuda güven duymuyor.
Bu güvensizliğin askeri konularda patlaması da rastlantı değil ve zaten tek kaynağı da Rus füzeleri değil. Fethullah Gülen ve örgütünün 15 Temmuz askeri darbe girişiminin arkasında olmakla suçlanan elemanları hâlâ ABD’de. Bir de YPG meselesi var. ABD PKK’yı hâlâ terörist örgüt görüyor, Kandil’deki üç liderinin başına ödül koyuyor ama diğer yandan Trump, Türkiye’nin o üç liderden talimat alan PKK’nın Suriye kolu YPG’ye dokunması halinde ekonomisini “mahvedeceği” tehdidinde bulunuyor.”
Güvensizlik budur. Karşılıklı güvensizlik budur ve boşuna da değildir.
Belki de Tük-Amerikan ilişkilerinin artık olumlu, güvenilir ve önceden kestirilebilir bir rotaya girmesi isteniyorsa, sorunlara değil, eğer kaldıysa ortak çıkarlara odaklanmanın zamanıdır.