Türkiye 31 Mart’ta, ekonomi, iç ve dış politikada sonuçları daha önce görülmedik ölçüde genel gidişi etkileyecek bir yerel seçim yapacak.
Gerilimin bizzat siyasete yön veren isimler tarafından yükseltildiği bir kampanya sürecinde geldiğimiz son on günlük aşamada seçimin sonucunu belirleyecek etkenler beş başlık altında toplanabilir.
1- EKONOMİ ETKENİ: Hayat pahalılığı giderek kitleleri zorlayan bir etkene dönüştü. Öncelikle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, devamında Cumhurbaşkanı ve AK Parti lideri Tayyip Erdoğan’ın dikkatleri (hatta Yeni Zelanda’daki korkunç terör eylemini dahi bu soruna eklemleyerek) “beka” sorununa çekmeye çalışmalarına karşın, kamuoyu çalışmaları halkın yüzde 80 gibi ezici bir çoğunluğunun ilk sıraya hayat pahalılığı ve işsizliği koyduğunu gösteriyor. TİK ve Merkez Bankası yeniden yüzde 20 ve üstünü gören enflasyondaki asli neden olarak gıda fiyatlarını gösteriyor; yani en çok etkilenenler dar gelirli kesimler. AK Parti’nin ekonomik büyüme lokomotifi inşaat sektörünün durmaya yüz tutması, enerji sektörünün sıkıntıya düşmesi ve turizm sektörünün Rusya ve Almanya tarafından kolaylıkla manipüle edilir hale gelmesi atılacak adımları zorlaştırıyor. İç ve dış tahminler Türk ekonomisinin 2019’da daha önceden öngörüldüğü kadar büyüyemeyeceğini, enflasyonun ve işsizliğin tek haneye inmesinin mümkün görülmediğini söylerken, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın seçim sonrası her şeyin düzeleceği açıklamaları, teskin edici olamıyor. Üstelik ekonomi üzerinde bu defa ciddi bir dış politika etkeni de bulunuyor: ABD ile Rus S-400 füzeleri alımına karşı F-35 jetlerine el konulması tehdidi ve ekonomik yaptırım tehdidi, hükümetin seçim sonrası alacağı tutuma bağlı olarak ekonominin gidişatına pay sahibi olacak gibi görünüyor.
2- MAĞDURİYET ETKENİ: Akit TV muhabiri Mehmet Özmen’ın Ulucanlar cezaevi müzesindeki darağacı önünde çekim yaparak “toplumun” (Abdullah Öcalan ve Fethullah Gülen’ın yanı sıra) CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “asılması” beklentisinde olduğu yolundaki yayını kan donduran türdendi. Açıkça hedef gösterme ve suç olan fiili övme özellikleri taşıyan bu yayın idare tarafından görmezden gelindi, yargı ise ancak CHP’nin sert tepkisi sonrası harekete geçti. Meraklıları, benzeri kara propaganda taktiklerinin Soğuk Savaş sürecinde hem Amerikan istihbaratı CIA, hem Sovyet istihbaratı KGB tarafından Avrupa, Latin Amerika ve Orta Doğu’da siyasete müdahale operasyonlarında kullanıldığını bilir. Ancak AK Parti ve MHP seçim kampanyası yöneticilerinin Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu örneklerinde görüldüğü gibi sansasyonel, hatta kurmaca iddiaları kendi kontrolleri altındaki medya üzerinden yaymakta fayda gözettikleri anlaşılıyor. Oysa bu tür girişimlerin mağduriyet etkeni olarak ters tepme ihtimali bulunuyor. Erdoğan’ı Cumhurbaşkanlığına yükselten yolun başlangıcında, okuduğu hamasi bir şiir nedeniyle hapsedilmesinin getirdiği mağduriyet etkeninin de bulunduğu biliniyor.
3- ERDOĞAN ETKENİ: Erdoğan’ın toplumdaki desteği AK Parti’ye verilenden yüksek. Hatta MHP seçmeninin ciddi bir kısmının da ülkenin lideri olarak Erdoğan’ı saydığı kamuoyu araştırmalarında görülüyor. Cumhurbaşkanı, burada yola çıkarak bu seçimde AK Parti adaylarını da gölgede bırakacak şekilde 81 il ve 992 ilçedeki bütün muhalefet adaylarının karşısına, bizzat kendisini koyarak kampanya yürütüyor. Seçmene “aslında beni seçmiş olacaksınız” diyerek hükümet yetkilerinden sonra belediye yetkilerini de fiilen elinde toplama işareti veriyor. Oysa bu durum AK Parti’nin ağır toplarını arka planda bırakıyor. Bahçeli’nin cumhurbaşkanlığı seçimini öne aldırmasıyla son Başbakanlık makamını bir yıl önce bıraktıktan sonra, Meclis Başkanlığı makamından da (kendi deyimiyle) “erken emekli” edilen İstanbul belediye başkan adayı Binali Yıldırım gibi “iki numara” niteliğindeki bir isim dahi gölgede kalıyor. Ankara’da Mehmet Özhaseki gibi bakanlık yapmış adayların, İzmir’de Nihat Zeybekçi’nin, rakipleri Mansur Yavaş ve Tunç Soyer ile kamuoyu önünde tartışmak istediklerini dile getiriyorlar, ancak henüz izin alabilmiş değiller. Erdoğan, bütün muhalif adayları karşısına tek başına kendisini koyarak büyük risk alıyor; büyük risklerin kazancı da kaybı da büyük olabilir.
4- İTTİFAK ETKENİ: Erdoğan 2018’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerini ilk turda yüzde 52 oyu MHP desteği sayesinde almıştı. Keza bu seçimlere Bahçeli’yle girmek zorunda kalması da hem 2017 cumhurbaşkanlığı sistemi referandumunda “hayır” diyen büyükşehirleri kaybetmemek, hem de toplamı yüzde 52’nin, hatta yüzde 50’nin altına düşürmemek kaygısıyla oldu. Bahçeli 2015 7 Haziran seçim gecesinden itibaren bu zafiyeti değerlendirerek, MHP’deki konumunu koruyup güçlendirecek ve devlet işlerinde sorumluluk üstlenmeden etkili olacak bir “ortak yaşam” modeli geliştirdi AK Parti ile. Erdoğan da kendi konumunu koruyabilmek için buna mecbur kaldı. Bu yüzden AK Parti’nin örneğin Kürt seçmenle olan ilişkisi tehlikeye düştü. CHP-İYİ ortaklığı buna tepki olarak gelişti. Karşı denge olarak ortaya atılan CHP-İYİ ortaklığının “PKK ve FETÖ güdümünde olduğu” iddiası bekleneni veremedi. CHP-İYİ ittifakının da her iki parti tabanını memnun ettiği söylenemez; özellikle aday belirleme sürecinde ciddi travmalar, toplu istifalar yaşandı. Ancak asıl rahatsızlığın milliyetçi söylem öne çıktıkça MHP’ye zemin kaybettiklerini söyleyen AK Parti teşkilatlarında olduğu anlaşılıyor. İttifaklar siyasetinin her iki cepheye de kazandıracakları olduğu kadar kaybettireceklerinin de bulunması seçim sonucunu belirleyecek bir etken olarak öne çıkıyor.
5- SEÇİM YORGUNLUĞU ETKENİ: AK Parti-MHP ortaklığı kendi seçmenini sandığa götürmek üzere geliştirdiği taktikler, aslında bu seçim “CHP yönetimini cezalandırmak” amacıyla sandığa gitmeyecek olan seçmeni, ittifaka tepki olarak sandığa gitmeyecek İYİ Parti seçmenini, hatta sırf tepkisel olarak HDP seçmenini dahi AK Parti-MHP ortaklığına karşı sandığa taşıyabilir. Ama bütün bunların ötesinde toplumda bir seçim yorgunluğu havası da gözleniyor. Erdoğan’ın bugüne dek hemen her yıl, seçim, ya da halkoylamasına giderek, o sandığa özgü bir zıtlaşma konusu bulup işleyerek başarıya ulaşma, gücünü pekiştirme taktiği başarılı oldu. Ancak belediye seçimlerinin adeta Çanakkale Direnişi ile hatta İstiklal Savaşı’yla bir tutularak ölçeğinden çıkarılması, halkın hayat pahalılığı ve işsizlik gibi sorunlara ideolojik hedefler öne çıkarılarak çözüm bulunamayacağı endişesine kapılmasına yol açıyor olabilir. Dolayısıyla sandığa gitmeme, ya da tepkisel oy kullanma gerek AK Parti-MHP, gerekse CHP-İYİ ortaklıklarına belli riskler getiriyor ve seçim bıkkınlığını da 31 Mart’ın sonuçları üzerinde pay sahibi olacak bir etken haline getiriyor.