Doğrusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Donald Trump ile Japonya’daki G20 zirvesi çerçevesindeki görüşmesinde S-400/F-35 krizinde gerilimin düşeceğini bekleyen pek kimse yoktu. Daha 6 Haziran’da zamanın ABD savunma bakan vekili, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’a Türkiye’nin Rus S-400 füzeleri alımından vaz geçmez ise F-35 alamayacağı ve ekonomik yaptırımla karşılaşacağı tehdidini savurmuştu. O mektup bir anlamda “Kongre olmadan Trump ile el sıkışıp işi bağlayamazsınız” anlamına geliyordu.
Ancak Trump, uyanık bir tüccar gibi NATO-Rusya ilişkilerinde stratejik önem taşıyan bu konuyu bir yönüyle ticaret, diğer yönüyle Amerikan iç siyaset meselesine çevirmeyi ve krizin yönünü değiştirip gerilimi düşürmeyi başardı. Erdoğan’ın “Önce Patriot almak istedik, siz satmayınca Ruslara gittik” sözünü tersine çevirip, NATO müttefiki Türkiye’ye silah satmayarak Amerikan işçisini işsiz bırakma suçunu kendisinden önceki Demokrat Başkan Barack Obama’ya yıktı. Tabii böylece S-400 krizinde ABD yönetiminin de sorumluluk payı olduğunu ilk defa Başkan düzeyinde kabul etmiş oldu; Türkiye’nin hava savunma sistemi ısrarını da haklı bularak üstelik.
Öte yandan Trump bunu yaparak, yerel seçimlerden yenilgiyle çıkan Erdoğan üzerinde yaptırım gücüne sahip olduğu iddiasını da vurgulamak istiyordu. Tıpkı daha önce Rahip Brunson olayında, “Telefon ettim, bıraktı” demesi gibi, Osaka’da (Erdoğan ile ortak olanda değil, bir başka basın toplantısında, “Erdoğan’ın Kürtlerle sorunu var. Sınıra 65 bin asker yığdı, bize yardım eden Kürtleri temizleyecekti, konuştum, vaz geçti” gibilerden cümleleri kuruverdi; uluslararası basında yer aldı.
Öyle ya da böyle, S-400 krizinde çözüm henüz bulunmasa da gerilimin düşmesi iyi. Bunda Erdoğan’ın ABD’den gelen Batı dünyasından dışlanma ve ekonomiyi “mahvetme” tehditlerine rağmen, Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin ile vardığı anlaşmadan dönmeyeceğini ilan etmesinin payı büyük. Türkiye’nin bir de Amerikan yaptırımları nedeniyle ekonomik krizin derinleşmesini atlatmış olması da önemli, iş dünyası bunu sevinçle karşıladı, ama şimdilik. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kendisine eşlik eden gazetecilere `Trump yaptırım olmayacağını söyledi” demesine rağmen, Trump hem de ortak basın toplantılarında tam da öyle söylemedi: “Yaptırım işi karmaşık” dedi.
Bu, buzdağının görünen yüzü gibi, asıl cüssesi suyun altında kalıp görünmeyen bir ifade. Hem askeri, hem siyasi, hem ekonomik alt anlamları bulunuyor. Askeri boyutu özellikle önemli… Çünkü son aylarda S-400/F-35 krizi konusunda hem ABD, hem Rusya nezdine diplomasi çabalarında Milli Savunma Bakanı Akar’ın rolü, en az Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu kadar oldu. Akar’ın, Erdoğan’ın Osaka buluşmasından iki gün önce Brüksel’deki NATO toplantıları çerçevesinde, yeni Amerikan Savunma Bakan Vekili Mark Esper ile görüşmesini yabana atmamak lazım. Keza, yine Brüksel’de ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Suriye Özel Temsilcisi (ve o da asker kökenli olan) James Jeffrey ile yaptığı görüşmeyi…
Bu görüşmelerin öncesinde, bizde tam İstanbul seçimi günü, 23 Haziran’da yapıldığı için dikkatlerden kaçan bir toplantı daha vardı. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danılmanı John Boltonve Putin’in Güvenlik Konseyi Sekreteri Nikolai Patrushev, İsrailli mevkidaşları Meir Ben-Shabbat’ın ev sahipliğinde 24-25 Haziran’da Kudüs’te bir araya geldiler. Bu, Amerikalı ve Rus diplomatların bu düzeyde İsrail’de buluştukları ilk örnekti. Öncelikle Suriye ve İran konuştukları bildirildi. Rusya’nın Sesi radyosu, bu görüşmeyi G20 zirvesindeki Trump-Putin görüşmesi öncesi Orta Doğu meselelerin üzerine en önemli temas olarak niteledi.
Yoksa her şeyin Trump ve Erdoğan arasında, yarısı tercümeye giden 35 dakikalık görüşmede konuşulup kararlaştırıldığını düşünmek saflık olur.
İşin ekonomik boyutu da önemli… Örneğin, bazı ülkeler ölümlü uçak kazaları nedeniyle Amerikan havacılık devi Boeing’in başka modelleriyle olan anlaşmalarını da gözden geçirirken, THY 2018’de imzaladığı 7 Milyar dolara 30 adet 787-Dreamliner yolcu uçağı alım anlaşmasını aynen sürdürdü; ilk uçak Osaka görüşmesinden üç gün önce, 26 Haziran’da İstanbul’a indi. Trump için Obama döneminde gerileyen istihdamı sürekli artırmak en önemli iç siyaset aracı; ister Boeing olsun, ister Patriot, her satışa ihracat kalemi olarak ve her ihraç kalemine Amerikan işçisine iş imkânı diye bakıyor.
Siyasi olarak ise Trump’ın “yaptırım işi karmaşık” ifadesi altında esas olarak Kongre yatıyor. Kongre’de S-400 anlaşması iptal edilmezse F-35’lerin verilmemesi ve Türkiye’ye ekonomik yaptırım uygulanmasını isteyen kararların altında sadece Demokratların değil, Trump’ın Cumhuriyetçi Partisinin de imzası var. Trump bu ifadeyle aslında, “Her şey benim elimde değil, siz de Kongre’de çalışmalısınız” demiş oluyor Erdoğan’a.
Bir yandan da “başka çözümlere” zorluyor. Buradan “Madem Putin’le anlaşmanı bozamıyorsun, S-400’leri teslim alacaksın, bari kullanma” telkinini okumak mümkün. Ama yine de Kongre olmadan olmuyor, Trump’ın ima ettiği de bu.
Oysa Kongre’deki Türkiye karşıtı havanın tek nedeni S-400 değil: dünya siyaseti üzerine zaten pek kafa yormayan çoğu Amerikan politikacısı için Türkiye hâlâ Erdoğan demek ve şu anda Erdoğan’a vurma havasındalar. Kongre’de dost kazanmak için Erdoğan ne yapabilir? Kurmaylarının birbirinin ayağını kaydırmaya çalışmaktan çok Türkiye’nin iyiliği için bu soruna yoğunlaşmalarında fayda var.
Özetle, Trump Türkiye’yi NATO’dan kaybetmemek, Rusya safına itmemek için gerilimi düşürdü, ekonomik krize ek dış etken şimdilik ortadan kalktı, ama sorun ortadan kalkmış değil.