Doğrusu S-400’lerin 12 Temmuz’dan itibaren Türkiye’ye teslim edilmeye başlamasıyla ABD’nin derhal sert yaptırımlara gideceği beklentisinde olan ciddi bir kesim vardı. Özellikle aynı gün Pentagon’un yapacağı basın toplantısını iptal etmesiyle etkili Amerikan çevrelerinde yaşanan hayal kırıklığı ertesi gün Amerikan medyasına da yansıdı.
Bu suskunluğun fırtına öncesi sessizlik mi, yoksa Amerikan devletinin durumu daha serinkanlı değerlendirmesi için bir mola mı olduğunu görmek için, bugün 16 Temmuz. ABD Başkanı Donald Trump “Türklerle konuşuyoruz” dedi ancak “Artık F-35 satamayız diye ekledi. yetindi, Savunma Bakan Vekili Mark Esper de “Hayal kırıklığı” ifade etti; CAATSA yaptırımlarıysa beklemede. (*)
Dün 15 Temmuz’du ve hala ABD’de oturan Fethullah Gülen’in arkasında olduğu darbe girişiminin üçüncü yılı anılırken, Rus Antonov-124 ve İlyuşin-72 nakliye uçakları, Mürted hava üssüne sekizinci seferlerini yapıyorlardı. Mürted üssü, Soğuk Savaş sırasında Amerikalıların desteğiyle inşa edilmişti. Bir ara, tamamı İncirlik’e taşınmadan önce, gerekirse Sovyetlere karşı kullanılacak nükleer başlıkların depolandığı üslerden birisiydi ve kaderin garip cilvesiyle 15 Temmuz darbe girişimin de karargâhı olarak kullanılmıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 14 Temmuz’da S-400 anlaşmasını, Cumhuriyetimizin kuruluş senedi olan Lozan ve Boğazları güvence altına alan Montrö’den de önemli sayarak “Tarihimizin en önemli anlaşması” saydıktan sonra “Batı ittifakı ile kurduğumuz siyasi ve askeri paktlara rağmen, en büyük tehditleri yine onlardan gördüğümüz bir gerçektir” demesi dikkat çekicidir.
ABD’nin en ciddi itibar kayıplarından biri oldu
S-400 anlaşmasının bir başka boyutunu da görmemiz gerekiyor. Bizim bakıp gördüğümüz S-400 alımını takiben Türkiye’nin karşı karşıya kalacağı ekonomik ve siyasi yaptırımlar.
Madalyonun diğer yüzündeyse, ABD’nin uluslararası ilişkiler üzerindeki otoritesine, imajına aldığı ciddi bir darbe var. İkinci Dünya Savaşından bu yana ABD’nin siyasi-askeri bir müttefikinin (bu durumda Türkiye’nin) rica, talep ve tehditlerine aldırmadan, kendi egemenlik haklarını vurgulayarak, üstelik ABD’nin bir hasmıyla (bu durumda Rusya) stratejik bir işbirliğine girmesi durumu bu. Sokak deyimiyle ABD’nin karizması çizilmiş durumda.
S-400 teslimatına gelecek tepkide bu durum da hesaba katılmalı. Çünkü bu durumda Kongre, Dışişleri ve Savunma Bakanları, Türkiye’nin uluslararası planda ABD’nin karizmasını çizen bu tutumunun karşılıksız kalmaması için daha fazla bastıracaktır. Çünkü bunun işaretleri bizim gözümüz kendimizden başkasını görmese de yeterince var.
Örneğin, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almaya karar vermesi ardından ABD’nin üç müttefiki daha Rusya ile S-400 görüşmelerini açık açık yürütmeye ve hızlandırmaya başladı. Bunlar Suudi Arabistan, Mısır ve Hindistan.
Rus Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Leonid Slutsky’nin 14 Temmuz’da, Türkiye’ye ihracatın bir ilk olduğunu, yakında başka Orta Doğu ülkelerinde da S-400’ler görüleceğini söylemesi boşuna değil. Üstelik Suudi Arabistan’da ihtiyacının çok üzerinde Patriot bataryası olduğu halde. Çükü Suudiler şimdi İran-karşıtı olmakta Amerikalılar sayesinde İsrail ile işbirliği içinde olsalar da yarı işler tersine dönerse her taraftan gelecek hava saldırısına karşı kendilerini savunmaya hazır olmak istiyor; Mısırlılar da öyle.
Hindistan’da durum ise çok daha ileride… Hindistan’daki Narendra Modi yönetimi, tıpkı Türkiye’ye olduğu gibi ABD Kongresinden gele yaptırım tehdidine rağmen, Rusya ile görüşmeleri sürdüreceğini ve Çin ve Pakistan’a karşı hava savunmasını S-400’lerle güçlendirmek istediğini söylüyor.
Dahası da var… Adını saklı tutma şartıyla YetkinReport’a konuşan resmî bir Amerikan kaynağı, “S-400’lerle ilgilenen başka NATO üyeleri olduğunu endişesindeyiz” dedi; “Elimizde istihbarat var”.
Avrupa da bıktı ABD’nin itip kakmasından
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in Türkiye’ye S-400 uyarılarını Amerikalıları tatmin etmemesi de bu yüzden. Neticede Stoltenberg “NATO’ya uyumsuz ama Türkiye’nin egemenlik hakkı” diyor, üstelik F-35’ler verilmezse Türkiye zarar görür, ama bütün NATO savunması da zarar görür” görüşünü dile getiriyor. Bu konuda sert açıklama yapan tek yetkilisi olan Müttefik Kuvvetler Komutanı Curtis Scaparrotti’nin Amerikalı olması, Amerikalı olmayan hiç bir NATO yetkilisini ABD çizgisinde konuya girmemesi, Amerikalı kanaat sahiplerinin de dikkatini çekmeye başladı, raporlarına yasıyor. Özetle, Avrupalı NATO üyeleri “bekle-gör” siyasetiyle S-400 çatışmasının nerede, nasıl sonuçlanacağına bakıyor.
Örnek mi? Fransa Savunma Bakanı Florence Parly’nin, bu yıl 18 Mart’ta, hem de Vaşington’da Atlantic Council’de Amerikalıların gözünün içine baka baka yaptığı şu konuşmada, NATO ittifakına bağlı olduklarını, ancak Amerikalıların NATO’nun (Bir üyeye yapılan saldırıyı, hepsine yapılmış sayan) 5’inci maddesiyle F-35 satışını birbirine karıştırdığını söylüyordu. Dahası, NATO savunmasının stratejik nakliye imkânlarında yüzde 81, yakıt ikmal uçaklarında yüzde 91, yüksek irtifa İHA’larında yüzde 92 ve nihayet stratejik bombardıman uçakları ve füze sistemlerinde yüzde 100 oranında ABD’ye bağımlı olduğuna dikkat çekerek bunun kırılması, “Avrupa’nın kendi ayakları üzerinde durması” gerektiğini söylüyordu. Tekrar edelim, bunu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin beş daimi üyesinden birisi, önemli bir nükleer güç ve (İtalya ile birlikte ürettiği) SAMP-T füze savunma sistemini Türkiye ile de ortak üretme görüşmelerine devam eden Fransa’nın savunma bakanı olarak söylüyordu.
İşin özeti şu ki, ABD’nin, özellikle de Trump döneminde müttefiklerini itip kakmasından, patronluk taslamasından bıkan sadece Türkiye değil; Almanya’dan Fransa’ya, hatta son Büyükelçi örneğinde gördüğümüz gibi stratejik ortağı İngiltere dahi rahatsız.
Özetle, Amerikalılar, Türkiye’nin uyarı ve tehditlerine aldırmada Ruslarla silah anlaşmasına girmesinin başka müttefiklerine de “demek yapılabiliyormuş” örneği oluşturmasından kaygı duyuyor. Üstelik “kötü örnek” aynı zamanda asıl yaptırım altında olan Rusya ile devasa bir ekonomik anlaşmaya da gidilebilmiş olması konusunda…
Yaptırımların şiddeti ve sonuçları ne olabilir?
Bu çerçevede, Amerikan Kongresi ve düşünce kuruluşları arasında “cezalandıralım” görüşü, “askeri işbirliği düzeyini düşürelim” görüşü, hatta Trump’ın Suriye’deki PKK varlığını Türkiye’nin askeri harekâtından sakınmak için söylediği gibi “ekonomiyi mahvetme” görüşü öne çıkıyor.
Bunların başında F-35 satışının durdurulması geliyor. Kongre’deki hem Cumhuriyetçilerin, hem Demokratların talebi bu yönde… Ancak bu söylendiği kadar kolay ve sorunsuz olmayabilir. ABD’nin bu yaptığının anlaşmalara aykırı olduğu konusuna girmeyeceğim, o yeterince söylendi zaten.
Ama ABD’nin önceki savunma bakanı Jim Mattis’in bir yıl önce, 2018 Temmuz’unda Senato Silahlı Kuvvetler Komisyonuna gönderdiği bir mektup var, meraklıları açıp internette bulabilir Mattis bu mektupta, Türkiye’nin baştan beri projeye ortak olduğunu (yani bir ahde vefa sorunu bulunduğunu), o ana dek 1,25 milyar dolar ödediğini (Erdoğan bu miktarı 14 Temmuz’da 1,4 milyar dolar olarak açıkladı), on Türk şirketinin üretime dâhil olduğunu ve ciddi tazminat ödenmesi gerekebileceğini, bunun da uçak maliyetlerine ve diğer ortaklara yükleneceğini belirttikten sonra bazı rakamlar da vermiş. Örneğin Türkiye’nin projeden çıkarılmasıyla üretim hattında oluşacak kesintinin (yeni tedarikçilerin bulunup anlaşılması süreçleriyle birlikte) çoğu Amerikan Hava Kuvvetlerine teslim edilecek 50 ila 75 uçağın 18 ila 24 ay arasında gecikmeye neden olacağı uyarısında bulunmuş. Zaten on yıl kadar gecikmiş, hesaplanandan çok daha pahalıya mal olmuş bir proje F-35.
Sadece F-35 yok askeri yaptırımlar arasında, Türkiye’ye ciddi lojistik sorunlar da getirebilir. Ancak askeri yaptırımların Türkiye’yi –zaten enerji, turizm ve tarım ihracatında giderek bağımlı hale geldiği- Rusya’yla daha sıkı işbirliğine de zorlayabilir. Ve ABD’nin hiç de istemediği şekilde, kendi askeri sanayiini daha da geliştirip ABD’ye bağımlılığını azaltabilir.
Ekonomik bakımdan ise iki değerlendirme var. Bir tarafta, Erdoğan’a duydukları tepkiyi Türkiye’ye yansıtan bir siyasi miyoplukla “intikamcı” ve “cezalandırıcı” bakış var. Ancak bu saatten sonra sert yaptırımların Türkiye’nin kararından geri dönmesiyle sonuçlanmayacağını göremiyorlar. Bir başka görüş de, ABD’nin Türkiye’nin bu isyanını ve yaptırımlar altındaki Rusya’yla işbirliğine gitmesinin mutlaka “cevapsız kalmaması” gerektiğini, ABD’nin “imaj ve itibarını” koruması gerektiğini söylüyor ama yaptırımların Türk ekonomisini göçertmeyecek sınırda tutulmasını istiyor. Özellikle Demokrat Parti çevrelerinde, ekonomik yaptırımların Erdoğan ve hükümetini değil, halkı vuracağı, Erdoğan’ın böylece ekonomik başarısızlığının sorumluluğunu Amerika’ya yıkacağını, bu durumun zaten yüksek olan Amerikan karşıtlığını daha da artıracağını söylüyorlar.
Bütün bu olan biteni keyifle izleyen, sonuç ne olursa olsun karlı çıkacak olan biri de var bu sahnede: Rusya devlet Başkanı Vladimir Putin.
Nedense bir tek bizim “Deli Petro” dediğimiz Rus Çarı “Büyük Petro”dan beri değişmeyen Rus stratejisi olan “Sıcak Denizlere” inmeyi hem de hiç savaşmadan gerçekleştiren Rus lideri oldu Putin. Aynı zamanda kendisinin de KGB subayı olarak hizmet ettiği Sovyetler Birliğine karşı kurulmuş NATO içine teknolojik üstünlüğü bariz bir silah olan S-400 üzerinden ihtilaf sokmuş oldu.
ABD’nin Türkiye’ye ne gibi yaptırımlar uygulayacağını emin olun borsa ve piyasacılardan çok o merak ediyordur, eğer Vaşington’daki casusları aracılığıyla şimdiden öğrenmediyse.
(*) 16 Temmuz 20.58 itibarıyla güncellendi.