ABD kendisinden bekleneni, biraz gecikerek de olsa yaptı. Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldığı gerekçesiyle Türkiye’yi 20 yıldır içinde olduğu, 1,4 milyar dolar ödediği, 900 civarında parçasını ürettiği ve yakın gelecekteki hava savunma sistemini üzerine kurduğu F-35 savaş uçağı programından çıkardı. Sözleşme gereği alacağı 100 uçağı vermeyeceği gibi, teslim edip eğitimler için ABD’de tuttuğu iki uçağa da el koydu.
Türkiye’nin F-35 programıyla “bağının koparılması” sürecinin başlatıldığı 17 Temmuz’da ABD Savunma Bakanlığının iki yetkilisi tarafından Pentagon’da yapılan basın toplantısıyla duyuruldu. Gerekçe olarak da, aynı zamanda bir “istihbarat toplama” platformu olan Rus S-400 sisteminin, aslında o da bir istihbarat toplama platformu olan F-35’lerle “yakın hangar ve tamir bakım” bölgesinde olmasının F-35’lerin radara yakalanmama, yani “gölge” teknolojisini riske atacak olması, yani teknoloji casusluğu ihtimali gösterildi. Yani NATO üyesi Türkiye’nin NATO ve Amerikan güvenliğini tehlikeye atacağını öne sürülerek Türkiye’nin güvenliği tehlikeye atılıyor, parasını ödeyip üretimine katıldığı silahlarına el konuyordu.
Türkiye’nin ortak hafızasında bu eylem, İngiltere’nin parası ödenmiş iki Türk savaş gemisinin teslimatını yapmayıp el koymasına, bunun da Türkiye’nin Almanya ile ittifak içinde Birinci Dünya Savaşına girme nedenlerinden sayılmasına denk düşüyor. Tarihi boyutu şimdilik bir yana bırakalım, bugüne ve ABD’nin büyük bir pişkinlikle “stratejik ortaklığımız değişmeden devam ediyor” demesine karşın yaptırım tehdidine devam ettiği önümüzdeki sürece bakalım.
ABD’nin kararına Dışişleri sert tepki gösterdi. ABD’nin F-35 ve S-400’leri NATO kanalıyla çözme önerisine cevap bile vermemiş olmasının “önyargılı ve iyi niyetten yoksun” olduğunu gösterdiğini, “müttefiklik ruhuyla bağdaşmayan” bu “tek taraflı kararın “stratejik ilişkilerimizde onulmaz yaralar” açacağı söyleniyor ve Amerikan yönetimi karardan geri dönmeye çağırılıyordu.
Nasıl Amerikan tehditleri Türkiye’yi S-400 kararından geri döndürmediyse, Türkiye’nin çağrısının da ABD’yi F-35 kararından geri döndürmeyeceği söylenebilir Ancak bu karşılıklı açıklamalar işin burada kalmayacağına işaret sayılmalı.
Dışişleri açıklamasındaki ilginç bir nokta da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında Japonya’daki G20 Zirvesi çerçevesinde 29 Haziran’da yapılan görüşmedeki “anlayışa her düzeyde sadık kalınmasının” önemine işaret edilmesiydi. Erdoğan hâlâ anlaşılması zor bir ısrarla Trump’ın sözüne mi güveniyordu? Kuvvetler ayrılığı ilkesinin kuvvetle uygulandığı ABD’de Başkan’ın sözünün Kongre’yi her durumda alt edeceğine hâlâ mı inanıyordu? Bugüne dek Suriye ve Afganistan örneklerinde görüldüğü gibi Trump’ın askeriye konusundaki her kararının Pentagon’dan döndüğü ve Pentagon’un dediğinin olduğu Beştepe kayıtlarına girmemiş miydi? Trump’ın Erdoğan’da gereksiz ümit yaratan sözleriyle asıl derdinin 2020 başkanlık seçimleri öncesi kendisinden önceki Barack Obama’nın Demokrat yönetimini iş bilmezlikle suçlamak olduğunu, o arada en fazla Türkiye’ye Patriot da satma karşılığında Kongre’nin CAATSA yaptırımlarını yumuşatma olacağını görmek mi istemiyordu?
Oysa Pentagon açıklamasından önce Türkiye’nin 12 Temmuz’da S-400’leri teslim almaya başlamasıyla birlikte artık F-35 alamayacağı açıklaması, Pentagon’dan bir süre önce, şu anda Trump’ın oturduğu Beyaz Saray’ın basın bürosu tarafından yapılmıştı.
Önümüzde şu muhtemel gelişmeler var:
Nasıl ABD, talep ve tehditlerine aldırmayan Türkiye’nin S-400’leri alarak karizmasını çizmesini cevapsız bırakmadıysa, Türkiye de ABD’nin sözleşme hükümlerini ihlal etmediği halde F-35’leri iptal etmesini cevapsız bırakmaz.
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in ABD’nin F-35 hamlesi sonrasında ilk tepkisi o nedenle, “Türkiye’nin kararının sonuçları olacak. Bu hepimiz için kötü oldu” şeklinde geldi. Stoltenberg Haziran’daki Türkiye ziyaretinde F-35 iptalinin sadece Türkiye değil, bütün NATO savunmasını zayıflatacağını söylemişti.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in fırsatçılık yaparak “Bizden uçak alın” demesini bir yana bırakalım ama Türkiye bunu cevapsız bırakamaz.
Yakın geçmişte, 1974 Kıbrıs harekatına tepki ve Afyon ekimini yasaklatma amacıyla ABD tarafından 1975’te ilan edilen silah ambargosuna, Türkiye’de en çok Amerikan yanlısı olmakla suçlanan başbakanı Süleyman Demirel’in tepkisi İncirlik dahil bütün üsleri Amerikan kullanımına kapatmak olmuştu. Bu durum üç yıl sürmüştü.
Şimdi Türkiye’nin önünde bir de Kongre’nin Rusya’ya uygulanan yaptırımları delen ülkelere uyguladığı CAATSA yaptırımları tehdidi bulunuyor.
Türkiye’yi Rusya ile daha fazla işbirliğine -ve enerji, turizm ve tarım ihracatından sonra savunmada da giderek daha fazla işbirliğine itip bağımlı kılmak istemiyorsa, ABD’nin akılcı tutumu, CAATSA yaptırımlarını zamana yayıp hafif tutmak olur. Aslında Türkiye’ye Patriot da satma şartıyla bu Trump’ın planıdır. Bu plan Türk ekonomisini de fazla vurmaz.
Ama tabloda akılcı davranış biçimi, zaten çok kötü yönetilmiş süreci daha da tırmandırmayacak siyasi aktörler ve ortam göremediğinizi söylüyorsanız, maalesef haklısınız.