Öyle anlaşılıyor ki, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Suriye’de Vladimir Putin’i durdurmak için Moskova’daki Rus silah şovunu kalkıp İstanbul’a da getirse, Su-35’leri, 57’leri, S-400’leri dünya pazarına Türkiye’de açsa dahi Suriye ordusunun İdlib’i geri almasını engelleyemeyecek.
Beşar Esad’ın İdlib şehrini ziyareti yakın görünüyor. Erdoğan en son Putin ile 27 Ağustos basın toplantısında Suriye’nin toprak bütünlüğünü tanıdığımızı teyit ettiğine göre, İdlib bir Suriye şehri ve bu durumda –Suriye ve Rusya ile çatışmayı göze almadan- yapacak fazla bir şey kalmayacak.
Esad, İdlib’e gidecek gibi görünüyor ama İdlib’teki “rejim muhalifleri” nereye gidecek? Cevabın Türkiye olması Erdoğan’ı da endişeye sevk ediyor; 27 Ağustos’ta Putin’le toplantısında söyledi zaten bir endişesinin de yeni bir göç dalgası olduğunu. Anadolu Ajansı dün, 30 Ağustos’ta Cilvegözü sınır kapısına “Türkiye’ye ya da Avrupa’ya gitmek istiyoruz” diye gelen kitlelerin güvenlik güçlerince “uzaklaştırıldığını” duyurdu. AA ayrıca göstericilerin “Rejimi durdurmayan Rusya’yı” protesto ettiklerini de bildirdi.
İdlib’in bazı mahallelerinde Cuma namazı sonrası “Allahuekber” nidalarıyla Erdoğan posterinin yakıldığını gösteren videoların Arap sosyal medya hesaplarından Türk sosyal medya hesaplarına akması ise ne AA, ne diğer Türk haber ajanslarında yer aldı. İddialara göre, yıllardır Türkiye tarafından beslenen “muhalif güçlerden” bazıları Erdoğan’ın Putin’le dondurma yerken şakalaşmalarını “satışa geldikleri” şeklinde algılamışlardı. AK Parti yönetimi, bir zamanlar dillerinden düşürmedikleri “Arap Sokağının” dünyanın en değişken, en güvenilmez mecralarından birisi olduğunu zor yoldan öğreniyor ama bedelini hepimiz ödeyebiliriz.
Çünkü İdlib’teki “rejim muhaliflerinin” bir kısmı Esad diktatörlüğünden gerçekten mağdur olmuş, gerçekten muhalif ve sesleri kanla bastırılmış kitlelerden oluşmuyor. Hatırlayacaksınız, 2016 sonu, 2017 başında Halep’in Suriye ordusu tarafından geri alınması sırasında, rejim muhalifi sivil halkla birlikte ciddi sayıda –IŞİD ve El Kaide bağlantılı- Selefi militan da İdlib’e göç etmişti. Hatta Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Astana görüşmelerine hazırlık için Moskova yolundayken Ankara’daki Rus Büyükelçisi Andrey Karlov’u öldüren polis memuru, bozuk bir Arapçayla Halep gelişmelerini protesto ediyordu.
Ama İdlib’in de Şam kontrolüne geçmesiyle, bir kısmı zaten Rusya, Özbekistan, hatta Çin vatandaşı olan bu mücahitlerin pek gidecek yeri kalmayacak; gözlerini Türkiye’ye dikmeleri bu yüzden. Sorulduğunda yetkililer, yeni gelenlerin Türkiye topraklarına alınmayacağından, sınırın ötesindeki kamplarda tutulacağından söz ediyorlar; oysa orası da Suriye toprağı ve bu ancak Rusya’nın izin vermesi sayesinde olabilir.
Erdoğan ise, Rusya ve İran ile Eylül 2018 Soçi ateşkes anlaşması uyarınca İdlib etrafında –güya teröristlerin Suriye ordusuna ateş açmasını ve Lazkiye-İdlib-Halep karayolunu kesmemelerini sağlamak üzere kurulmuş olan 12 gözlem noktasını geri çekmemek için Putin ne derse kabul etmeye hazır bir görüntü sergiliyor. Çünkü orada Suriye ve Esad rejimine bağlı milislerin saldırılarına açık hedef halinde duran Türk askerlerini geri çekmesinin Türkiye kamuoyu tarafından Suriye siyasetinin artık tamamen iflas ettiğinin göstergesi olarak algılanacağını biliyor.
Böyle bir durum, Fırat’ın Doğusunda Güvenli Bölge “Müşterek Görev Gücü” çerçevesinde ABD ile devam eden süreçte de Ankara’nın elini zayıflatacak. Nasıl Erdoğan ve Trump’ın S-400 ve F-35’ler nedeniyle birbirine girmesini Putin kenardan keyifle izlemişse, Putin’in iç politikada yerel seçimlerdeki yenilgisiyle mevzi kaybeden Erdoğan’ı Suriye’de sıkıştırmasını da Trump keyifle izliyor olsa gerek.
Bunun anlamı, yakında Ticaret Bakanı Wilbur Ross’u 100 milyar dolar ticaret hedefiyle Türkiye’ye gönderecek olan Trump’ın işlerin yeni bir raya girmesi için Erdoğan’dan isteyeceği tavizin faturasını artırmasıdır.
Yine de, ekonomi yorumcusu Uğur Gürses’in işaret ettiği üzere, Merkez Bankasının eldeki altın stoklarını hızla artırıyor olması, Erdoğan hükümetinde ABD ile ilişkilerde ekonomik yaptırım endişesinin bulunduğuna işaret ediyor.
Bu çekişmeden hem ABD, hem Rusya, hem de İran ile pazarlık gücünü artırarak çıkan tarafın ise PKK olduğu görüntüsü var ayrıca; bu da Erdoğan’a kötü haber.
Buradan içeriye dönersek, sadece Erdoğan değil, gizli koalisyon ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’yi de ilgilendiren bir habere gelebiliriz: Diyarbakır, Van ve Mardin’in seçilmiş belediye başkanlarının yerine valilerin kayyum olarak atanması kimseyi sokağa dökmedi. Tersine, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ölçülü tepkilerle halkı sokağa çıkmamaya çağırdı, bir yandan da HDP heyetini Genel merkezde kabul ederek bir tutum gösterdi. Buna karşın HDP’li Ahmet Türk, yasal siyasi zemin dışında bir yol düşünmediklerini açıkladı ki bu PKK için de iyi bir haber sayılmaz; Türkiye’deki Kürtlerin çoğu, ister AK parti, ister HDP, ya da –hâlâ varsa- CHP’ye oy versin, çoğulcu demokratik zeminde kalıp siyaset yapma yanlısı.
HDP’li belediyelere kayyum atanması AK Parti bünyesindeki sıkıntıları artırmış durumda. Önceki başbakanlardan, şimdi Erdoğan’a parti içi muhalefet bayrağı açmış olan Ahmet Davutoğlu’nun tam bu sırada 7-Haziran-1 Kasım defterlerini hatırlatması boşuna değil. MHP ile ittifak nedeniyle tavrını zaten bir ölçüde 31 Mart ve 23 Haziran’da gösteren AK partili Kürt seçmene alternatifler gösteriyor. Kayyum meselesinin bünye-içi sorunlara yol açtığı görülen bir diğer parti de İYİ Parti; Türk milliyetçiliği ideologlarından Ümit Özdağ, Meral Akşener’in kitle partisi anlayışını eleştirerek sıkıştırıyor.
Ali Babacan ise bu hengâmeye girmemeyi zamanında tercih ettiği için kendi yolunda ilerliyor. Gerçi orada da “Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı” atasözünü anımsatan bir durum var ama yine de kendine alan açma işini bu tartışmalardan uzak kalarak sürdürüyor. O da Davutoğlu gibi Erdoğan’ın AK Partisindeki gayrı-memnunları asli hedef alıyor.
Fark ettiğiniz gibi bu noktada Erdoğan’a kötü haberlerle, Erdoğan’dan kötü haberler birbiri içine geçmeye başladı.
Doğalgaza dün gece yarısı bir ay içinde ikinci defa zam geldi; böylece doğalgaz fiyatı sadece Ağustos ayı içinde yüzde 32 oranında, yani üçte bir artırıldı hükümet tarafından. Taksi ücreti yüzde 25 artırıldı, okul servis ücretleri artırıldı. Bu doğalgaz zammının yansımadığı Temmuz enflasyon oranı TİK tarafından yüzde 16,5 olarak açıklanmıştı. Hükümetin memurlara verdiği maaş zam oranı ise yüzde 4; işçilerde de yüzde 8. Sizce “Dünyaya sözünü dinleten Türkiye” sloganı ne kadar daha etkili olur?
Bu koşullar altında bir de, kadın ve çocuklarının öldürülmesine karşı çözüm diye –yine MHP tarafından- ortaya atılan –ve AK Parti’nin yanı sıra İYİ parti tarafından da desteklenen- idam cezasının geri getirilmesi önerisi var. Bir yandan Avrupa Birliğinden yatırım, ticaret ve vize beklerken öyle mi?
Oraya ayrıca geleceğiz, şimdi burada duralım.