Sizce de CHP’li Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul’u Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a rağmen açık farkla kazanmasıyla değişen siyasi iklimin ilk faydasını gören siyasetçinin Erdoğan’a muhalefet bayrağını açan eski halefi Ahmet Davutoğlu olması bile tek başına bir kanıt sayılmaz mı?
Siz de İstanbul halkı 23 Haziran’da Erdoğan ve ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin verdiği gözdağından ürkerek İmamoğlu’na oy vermekten vazgeçmiş olsaydı, Davutoğlu’nun çıkışının bu kadar üst perdeden olmayabileceğine inanıyor musunuz? Erdoğan kazansaydı, bugün Davutoğlu’nun yanında olan ismleriden hangileri Erdoğan’ın saflarında sessizce kalıp 17 yıldır dönen çarkların dönmeye devam etmesine yardımcı olacaktı?
Mesele sadece Davutoğlu değil elbette.
Mesele sadece İmamoğlu da değil.
Örneğin Ankara’da CHP adayı Mansur Yavaş’ın Melih Gökçek’in 25 yıllık hakimiyetine son vermesi daha az çarpıcı bir sonuç değildir. Ya da Mardin’de yıllardır çekmediği kalmamış HDPli Ahmet Türk’ün, bütün o kayyum gasplarına, baskı ve tehditlere rağmen yeniden ve açık farkla seçilmiş olması…
Ama İstanbul başkaydı.
İstanbul, Türkiye’nin en büyük, en zengin ve rant imkanları en geniş şehri; çoğu Avrupa ülkesinden büyük.
İstanbul, Erdoğan’ı 25 yıl önce belediye başkanlığından parti başkanlığına, başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına ve oradan tek yetkili cumhurbaşkanlığına taşımış olan şehir.
Erdoğan, 31 Mart’ta İstanbul’da kendisi gibi Karadeniz’den göçmüş İmamoğlu’nun kendi siyasi hattını izleyebileceğini, yıllardır iktidar yüzü görmemiş muhalefete, CHP’ye iktidar yolu açabileceğini gördü.
31 Mart’ı 1 Nisan’a bağlayan gece, önce İstanbul’da Tarabya’da, sonra Ankara’da Beştepe’de kapalı kapılar ardında nelerin yaşandığı bir gün ortaya dökülecektir. İki kişiden fazlasının tanık olduğu her şey, gün gelir ortaya dökülür; şimdiden konuşulmaya başlandı bile. Bahçeli’nin ortaklığında Yüksek Seçim Kuruluna seçim tekrarı için bastırmak, Erdoğan için büyük bir siyasi kumardı; kaybetmeseydi büyük kazanacaktı.
İstanbul’daki 13 bin oy farkını 800 bine çıkaran sadece İmamoğlu’nun yeni nesil, bağırıp çağırmayan, kucaklayıcı siyaset üslubu değildi. Seçmen işte bu “Her şey bizim olmalı, bizde kalmalı” benmerkezciliğine “dur” dedi.
Erdoğan, İstanbul’da kaybettiğini bile bile seçim tekrarı isteme hatasına düşmemiş olsaydı, 17 yılda 10 sandık sınavıyla kazandığı “yenilmezlik” imajını bu kadar zedelememiş olacaktı.
Özellikle sağ muhafazakar siyasette, İslamcı siyasette bu “yenilmezlik” imajı, onu meleklerin koruduğu imajı önemlidir. Necmettin Erbakan kendisine 8 küsur saat ter döktürülen 28 Şubat 1997 MGK toplantısı ardından dahi generallerle arada sorun olmadığını söylüyordu; tabana “her şeye muktedir”, ya da “her şey kontrolü altında” izlenimi vermek önemliydi. Başbakanlık elinden alındığında dahi koalisyon ortağı Tansu Çiller ile havada yakıt ikmalinden söz ediyordu.
Erdoğan, İmamoğlu’nun CHP adayı olarak belirlenmesinin Kemal Kılıçdaroğlu’nun tercihi olduğunu, bunun muhalefet cephesinde sistemik bir değişimin işareti olduğunu fark etmişti. 25 yıl önce hem İstanbul, hem Ankara, Erdoğan ve Gökçek’in açık fark atmalarıyla değil, o zaman merkez soldaki üç partinin büyük bir aymazlıkla ortak aday gösterememeleri sayesinde İslamcı/muhafazakar idareye geçmişti. Oysa şimdi İmamoğlu gibi Yavaş gibi adaylarla, Meral Akşener’in İYİ Partisiyle ittifak kurmuş bir CHP vardı.
Erdoğan (ve çevresi) sadece İstanbul’un engin imkanlarının AK Parti tasarrufundan çıkmasını önlemek için değil, kendisini bu siyasi değişim ihtimalinin önünü kesmek, rakiplerini ve seçmeni caydırmak zorunda hissettiği için de seçim tekrarını zorladı.
O nedenle sadece yenilmezlik imajını değil, caydırıcılık imajını da kendi elleriyle zedeledi.
Özellikle de AK Parti tabanı için geçerli bu; büyü bozuldu sanki.
Bir kaç yıl öncesine dek AK Parti’yle gönül bağı olan kalemlere “Ailenin parti ve devlet yönetimindeki ağırlığından söz etmeye korktuklarını” yazdırma cesareti de buradan kaynaklanıyor, Davutoğlu’nun belki başta planladığından çok daha sert çıkışlar yapması da.
HDP’li Diyarbakır, Van ve Mardin belediye başkanlarının dün bir, bugün iki görevlerinden alınıp, yerlerine kayyum atanması da bu değişen iklimden kaynaklanıyor, İmamoğlu’nun Diyarbakır’da onlara dayanışma ziyaretine gidip Atatürk resmi hediye etmesi de.
CHP’nin HDP’yle asgari seçim hukuku ve demokrasi çerçevesinde dayanışma göstermesinin İYİ Parti ile mesafesini açacağı beklentisi de şimdiye kadar boş çıktı. Zamanında 15 CHP milletvekilini İYİ Parti’ye ödünç vererek seçime girmesini sağlayan Kılıçdaroğlu, aynı taktikle İstanbul Büyükşehir Belediyesinde İYİ Parti grubu kurulmasını sağladı, sessiz sedasız.
Ankara’da Mansur Yavaş, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu birbiri ardına 25 yılın dosyalarını açtıkça, hükümet cephesinde tepkiler artıyor.
Doğu ve Güneydoğu’daki ilçe kaymakamlıklarına MHP’den gelen tercihleri de dikkate alarak atamalar yaptıktan ve HDP’li belediyelere kayyum atadıktan sonra, Bahçeli’den tebrik telefonu alan İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, şimdi İmamoğlu ve Yavaş’ı da görevden alabileceklerini ifade ediyor. T24’te Mehmet Yılmaz’ın yazdığı üzere, kendisi seçilmemiş, atanmış bir bakan olarak, seçilmiş başkanları “pejmürde” etmekten söz ediyor.
Eder mi? Edebilir mi?
Erdoğan, Soylu’ya İmamoğlu ve Yavaş’ı görevden aldırıp yerlerine valileri kayyum olarak atar mı?
Hatta HDP’li belediyelere kayyum hamlesinin Kürt seçmeni AK Parti’den daha da uzaklaştırdığı saptamasından hareketle, Ankara kulislerinde fısıldandığı şekilde Selahattin Demirtaş’ı sanki lütufta bulunuyormuş gibi tahliye edip, İstanbul’un dişli CHP İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’yu hapse attırmak yoluna gidilebilir mi? Nitekim bu yazı yayınlandıktan bir kaç saat sonra Kaftancıoğlu İstanbul 37’inci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 9 yıl, 8 ay, 20 gün hapse mahkûm edildi; ceza onanırsa hapse girecek. (*)
Hepsi mümkün; kaybetme endişesi insanlara da, kurumlara da olmayacak hataları yaptırır.
Ama artık zor, eskisine göre daha zor.
Erdoğan’ın içeride de, dışarıda da görüntüsü 23 Haziran’dan sonra farklıdır; artık her şeyin kontrolü altında olduğu, her şeye muktedir ve yenilmez bir Erdoğan görmüyor bakanlar.
Erdoğan, çevresi ve AK Parti hükümeti için İmamoğlu bu siyasi iklim değişikliğinin simge ismidir.
İmamoğlu (ve Yavaş da) o nedenle hedefte ve o nedenle kısa yoldan devre dışı bırakılmak isteniyor.
Ama bu artık o kadar kolay görünmüyor. Siyasi maliyeti tahminlerin ötesinde yüksek çıkabilir.
Bugünlerde tanık olduğumuz hırçınlık da bu yüzden.
(* 7 Eylül 2019, 14.15’te güncellendi.)