Size 16 Eylül’de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ev sahipliğinde, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin katılımıyla (Beştepe’de değil) Çankaya Köşkü’nde yapılan Astana Sürecinin beşinci Suriye toplantısından iki fotoğraf göstermek istiyorum.
Ve Cumhurbaşkanlığı resmî internet sitesinde yer alan bu fotoğraflarda yan yana görülen üç liderin yüz ifadelerine dikkatle bakmanızı rica ediyorum.
İlk fotoğraf, üç liderin görüşmeler ardından düzenlenen ortak basın toplantısı sonunda verilen birlik ve beraberlik pozudur.
İkinci fotoğraf ise üç liderin görüşmelerden çıkıp kameralar önünde basın toplantısının yapılacağı salona yürürken, poz vermeden çekilmiş fotoğrafıdır.
Her iki fotoğrafta da halinden en memnun görünen liderin Ruhani olduğu rahatlıkla söylenebilir. Putin’in yüz ifadesi de, vücut dili de söyleyeceğini söylemiş, alacağını almış ve artık bir an önce diğer işlerine yoğunlaşmak istediği mesajını veriyor. Erdoğan’ın ifadesi ise söyleyeceklerinin hepsini söylemiş, ancak alacaklarının hepsini alamasa da alabildikleriyle yetinmek durumunda kaldığı izlenimi veriyor.
Nitekim gerek sonuç bildirgesine gerekse basın toplantısında söylediklerine bakarak “gözlerin yalan söylemediği” sonucuna varmak mümkün.
Örneğin, sonuç bildirgesinde “Suriye’de gayrimeşru öz yönetim teşebbüsleri dahil olmak üzere terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişim reddedildi” cümlesi var. Bu cümleyle PKK’nın Suriye kolu PYD ile işbirliği içinde Suriye topraklarının Fırat’ın Doğusunda kalan yaklaşık üçte birini fiilen kontrol aktında tutan ABD’nin kast edildiği ve bunun Türkiye’nin talebiyle oraya konduğu açık.
Bu konuda önemli bir ayrıntı da Erdoğan’ın, eğer iki hafta içinde ABD ile Güvenli Bölge konusunda anlaşma sağlanamazsa Türkiye’nin kendi harekat planını uygulayacağını Putin ve Ruhani’ye söylediğini açıklamasıydı. İki hafta Eylül sonuna denk geliyor ve Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için gideceği New York’ta, 25 Eylül’de ABD Başkanı Donald Trump ile yapacağını söylediği görüşmeyi akla getiriyor. Bu görüşme Türk Amerikan İl Konseyi (TAİK) tarafından Trump’ın 100 milyar dolar ticaret hacmi hedefi münasebetiyle verilecek yemek çerçevesinde planlanıyor ama anlaşılan Erdoğan önce bir PKK sözü almak istiyor. Erdoğan bunu söylerken ABD’yi Suriye’de gayrimeşru güç ilan eden Ruhani’nin bıyık altından gülümseyip başını hafifçe sallayarak onay verdiği dikkatten kaçmıyordu.
Sonuç bildirgesinde İsrail’in Suriye’nin Golan Tepeleri’ni ilhakının ABD tarafından tanınmasının kınanmasın da -yıllardır Suriye’de binlerce Devrim Muhafızı bulunduran- Ruhani’yi özellikle memnun eden bir unsur olarak yerini almıştı; Rusya’nın bu konuda daha önce adet yerini bulsun kabilinden bir tepki verdiği biliniyordu.
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İdlib’teki gerilim ve yeni göç dalgasından Suriye rejim güçlerini sorumlu tutmasına karşı, sonuç bildirgesinde “Heyet Tahrir Şam” örgütü İdlib’te ciddi kaygı kaynağı olarak gösteriliyor. Putin basın toplantısında İdlib çevresinde Suriye rejim güçlerinin operasyonlarına “sınırlı” destek vermeye devam edeceklerini, IŞİD ve El Kaide bağlantılı terör örgütleriyle mücadelenin Astana-Soçi mutabakatını ihlal eder bir durum olmadığını söyledi.
Erdoğan’ın bu konuda elde ettiği kazanımın Putin’den Suriye güçlerinin İdlib çevresindeki Türk askeri gözlemcilerine saldırmayacağı sözü olduğu anlaşılıyor.
Üçlü Zirvenin en somut sonucu
Aslına bakarsanız 16 Eylül Üçlü Zirvesinin en önemli ve belki tek somut sonucu, yeni Suriye Anayasası yazım komitesi oluşumunun tamamlandığının ilanıydı.
Bu komite, Suriye’deki Beşar Esad rejimiyle, Suriye muhalefetini, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi gözetiminde bir araya getirmeyi amaçlıyor.
Böylece Astana garantörü sıfatıyla Türkiye de Suriye rejimini dolaylı da olsa muhatap almış oluyor. Suriye’nin geleceği için Cenevre Konferansı yolu, Esad rejimi hala işbaşındayken açılmış oluyor. Garantörler arasında BM Güvelik Konseyinin tek üyesi Rusya. Zaten Anayasa Komitesinin şimdiye dek neden oluşmadığını da Putin, Erdoğan’ı incitmemeye özen gösteren bir nezaketle, “son bir üyenin belirlenmesinde gayret ve fedakarlık gösterdiğini söyleyerek izah etti. Yani, Erdoğan’ın o son ismi vermesini bekliyormuş Suriye’nin geleceğine dair siyasi görüşmelerin başlaması.
Yani, 16 Eylül Üçlü Zirvesi itibarıyla Türkiye’nin ÖSO olarak da bildiğimiz “silahlı Suriye muhalefetine” sekiz yıldır verdiği desteği kademeli olarak söndürmeye başlayacağından söz edebiliriz.
Bunun yerini, yeni rejim kurulana dek Suriye topraklarında -eğer kurulursa- kurulacak güvenli bölgelerde, Türkiye’den sönecek 3 milyon göçmen için yapılacak inşaatlara yoğunlaşmak alacak.
Bu arada önemli bir bilgiyi de Erdoğan cümle arasında verdi: göçmenler için kurulacak -ve umuluyor ki- Türk müteahhitlerin yapacağı bu yerleşim birimlerinin masraflarının karşılanması için Erdoğan’ın konuştuğu liderler arasında Almanya Şansöylesi Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron’un yanısıra, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Salman da varmış. Bu da akıla gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti sonrasında fena halde gerilen ilişkilerin yumuşamaya başladığını gösteriyor. Bu da Erdoğan’ın son sekiz yıldır sürdürdüğü, sadece Suriye değil, Orta Doğu siyasetinde revizyona gitmeye başladığına başka bir işaret olabilir.
Suudi Arabistan deyince, Rus meslektaşımızın sorusu üzerine anladık ki, İran destekli Yemenli militanların Suudların ARAMCO rafinerilerine saldırmaları hiç ele alınmamış. Ama Ruhani bu soruyu fırsat bilip saldırıları meşru görmekle kalmadı, Yemen halkını ABD, S.Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerinin saldırılarına direnmeye çağırdı.
Bir not daha: Zirvede dünya petrol piyasasını sarsan ARAMCO saldırısı konuşulmamış ama S-400’ler konuşulmuş. Hatta Putin “İran’a S-300, Türkiye’ye S-400 sattık ya” diye, Suudi Arabistan’a da füze sistemleri satabileceği “şakası” dahi yaptı. (*)
Soru sorma fırsatı bulamadım; her üç ülkeden hangi gazetecilerin soru soracağı önceden belirlenmiş, benim ve bir kaç meslektaşın elimiz havada kaldı.
Sorabilseydim, Putin ve Ruhani’ye Erdoğan, Trump ile anlaşamaz da Türk askeri Fırat’ın Doğusunda harekata başlarsa, ABD destekli PKK’ya karşı Türkiye’ye destek olup olmayacaklarını soracaktım. Erdoğan’a ise, Putin ve Ruhani’nin özellikle altını çizdikleri Esad’ın meşru Suriye hükümeti olduğu ve destek olunması gerektiği sözlerine katılıp katılmadığını.
Bir nevi sormuş oldum sayılır böylece, değil mi?
(*) 19 Eylül 2019, 7:33’te güncellendi. Daha önce bir hata sonucu Suudi Arabistan yerine Suriye olarak yazılmıştı.
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…