İktisatçı dostum, elindeki telefonda bana Halk Bankasının son günlerde yeniden artmaya başlayan hisse grafiğini gösterip sordu: “Durduk yerde neden artıyor bu hisseler, biliyor musun?” Hayır, bilmiyordum. Açıkladı: çünkü 5-10 Eylül arasında Türkiye’de bulunan ABD Ticaret Bakanı Wilbur Ross, iş dünyasıyla yaptığı kapalı görüşmelerden birinde, işler yolunda giderse Halk Bankasının göstermelik bir cezayla İran ambargosunu delme suçlamasından kurtulacağını ima etmişti; bu bilgi dışarı sızınca da hisseler yükselmişti.
Yolunda gidecek işler ise ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a ticaret hacmini 100 milyar dolara yükseltebileceklerini söylemesi. Halen 20 milyar dolara yakın olan ticaret hacmini tam beş katına çıkarmak kolay değil.
Türkiye-ABD İş Konseyi (TAİK), Türk ve ABD Ticaret Bakanlıklarının desteğiyle bu hedefin yol haritasını açıklamak üzere 25 Eylül’de, New York’un ünlü Cipriani lokantasında bir yemekli toplantı düzenliyor. İlk düşünce, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu için zaten New York’ta olacak Erdoğan’ın onur konuğu sıfatıyla katılacağı bu yemeğe Trump’ın da katılması idi. Böylece S-400’den F-35’e, ama Erdoğan’ın daha çok önem verdiği Suriye’de PKK’ya karşı Güvenli Bölge konularına da değinilmiş olacaktı. (Fethullah Gülen konusu ise, artık iadesinden umut kesildiğinden midir, yoksa perde arkasında başka gelişmeler olduğundan mıdır, hiç açılmıyor, ya da biz duymuyoruz.)
Lakin Trump’ın aynı gece 2020 Başkanlık Seçimleri kampanyası için bağış toplama yemeği vardı; Türk-ABD iş yemeğine katılması mümkün değildi. Bu durumda çabalar, Trump’ın kendi yemeğine gitmeden önce Cipriani’ye uğraması, özel bir odada Erdoğan ile bir süre görüşmesi, sonra davetlilere birlikte görünüp kısa bir destek konuşması yapmasına yoğunlaşmaya başladı. Bir yandan da Dışişleri, bu olmasa bile BM binasında bir kısa görüşme olması için uğraşıyor ama Erdoğan’ın “New York’ta görüşeceğiz” dediği, “belki Patriot da alırız” dediği görüşme esas olarak –gerçekleşirse- Cipriani buluşması olacak.
Trump, Çin ile giriştiği ticaret savaşları nedeniyle Amerikan pazarında yokluk hissedilmemesi için Türkiye dahil bazı gelişmekte olan ülkelerden bir an önce mal almak istiyor ama Erdoğan doğal olarak PKK’ya karşı güvenli bölge görüşmeleri arada kaynasın istemiyor. ABD askerlerinin Türk askerleriyle Fırat’ın Doğusunda devriye gezdikten sonra, aynı işi Suriye Demokratik Güçleri (SDG) paravan ismi altında PKK’nın Suriye kolu PYD/YPG ile de yapması, Erdoğan’ı fena halde kızdırmış durumda. Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin katılımıyla 16 Eylül’de Ankara’da yapılan Astana Süreci, ya da Suriye görüşmeleri ardından Erdoğan “iki hafta içinde” ABD ile sonuç alınmazsa, Türkiye’nin kendi bildiğini yapacağını söyledi; bu Suriye’ye askeri harekât imasıydı.
Erdoğan iki hafta diyerek 25 Eylül’de Trump’la yapmayı umduğu görüşmeye ciddi umut bağladığını gösteriyordu.
Öte yandan 18 Eylül’de ABD İstanbul Başkonsolosluğu çalışanı Metin Topuz’un tahliye edileceği beklentisi gerçekleşmedi. Birkaç saat sonra da Pentagon’dan Ankara’yı daha da geren bir açıklama geldi. ABD Savunma Bakanlığı, SDG’ye silah ve araç yardımının planlandığı gibi devam ettiğini söylüyordu. Bir süredir, Erdoğan’ı yatıştırıcı nitelikte tutum aldığı medyaya yansıyan Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, bunun üzerine 19 Eylül’de ABD’nin oyalamaya devam etmesi durumunda Türkiye’nin görüşmeleri bitireceğini ve kendi planını uygulayacağını söyledi. Yani Akar, aynı anda hem ABD ile Suriye toprağında ortak üsler kurmaktan, hem de Güvenli Bölge görüşmelerini kesip, ABD’ye rağmen Suriye toprağına girmekten söz ediyor; bunlar taban tabana zıt senaryolar.
Türk ordusu, NATO ortağı ABD ile PKK yüzünden çatışmayı ister mi? Tersinden düşünürsek, ABD ordusu PKK’yı korumak için Türk ordusu ile çatışmayı ister mi? Hayır, ikisi de istemez, ama işlerin oraya sürüklenme ihtimalini de görmek gerekiyor. Bu arada Rusya, Türkiye ve ABD’nin arasındaki iplerin daha da gerilmesi için elinden geleni yapıyor. Örneğin yine 19 Eylül’de BM Güvenlik Konseyi’ne Almanya’nın başını çektiği bir grup ülke tarafından sunulan, İdlib’teki insani duruma müdahale edilmesi yolundaki karar tasarısı, daimi üyelerden Rusya ve Çin’in oylarıyla reddedildi.
İran unsuru da Türkiye’yi zorluyor. Suudi Arabistan, petrol rafinerilerine Yemenli militanlar tarafından yapılan saldırıdan İran’ı sorumlu tutarken, İran –İsviçre hükümeti aracılığıyla- ABD’ye kendisine saldırıya kalkarsa dünyanın her köşesinde cevap vereceği tehdidi savurdu. Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton’u istifaya zorlaması, İran siyasetinde yumuşama ihtimali olarak yorumlanan Trump’ın yeni yaptırımları açıklaması bekleniyor.
Bölge geriliyor, Türkiye’nin hem Rusya, hem ABD ile ilişkileri, tam yoluna girmeye başladı derken yeniden geriliyor.
Erdoğan ise ABD ile ilişkilerde bütün yumurtaları Trump sepetine koymuş görünüyor. Mevcut koşullar altında Trump ile New York’ta görüşme mümkün olsa bile bunun Türkiye’nin siyasi ve ekonomik çıkarlarına ne kadar hizmet edeceği büyük bir soru işareti olarak duruyor.