Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 4-6 Ekim’de Kızılcahamam’da AK Parti istişare kurulunu toplayacak ama bir kulağı da Ankara Şehir Hastanesinde tedavi altında bulunan MHP lideri Devlet Bahçeli’de olacak. Aynı şeyi, yine aynı tarihlerde Abant’ta CHP danışma kurulunu toplayacak Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener için de söylemek mümkün. Anayasa Mahkemesinin 3 Ekim’de HDP’li Sırrı Süreyya Önder’in mahkûmiyet kararını bozması, yerel seçim sonuçlarıyla yaşanan kırılmanın yargıyı, hatta birazdan göreceğimiz gibi üniversiteleri de etkisi altına almaya başladığını gösteriyor.
Bu ortamda muhtemel bir dizi küçük sarsıntının Ankara’da ciddi bir siyasi depremi tetiklemesi de, biriken enerji fazlasını alıp büyük bir depremi önlemesi de mümkün.
İşaretleri değerlendirmeye sondan başlayalım.
Yargı ve üniversitede değişim rüzgârı
Anayasa Mahkemesinin 26 Temmuz’da Barış Akademisyenleri davasında ifade özgürlüğü vurgusuyla aldığı kararı, 3 Ekim’de Sırrı Süreyya Önder aleyhine 3 yıl 6 aylık “örgüt propagandası” kararını bozarak sürdürdü. O zaman, bu kararın diğer benzeri başka kararlar üzerinde cesaretlendirici etkisi olabileceği yorumunu yapmıştık. Bu eğilimin Selahattin Demirtaş dâhil diğer “siyasi” davalarda yankı bulması beklenebilir; özellikle de Avrupa Birliği ile arada oluşan uçurumu kapamak için Yargı Reformunda bu yönde düzenlemeler kesinleştikten sonra.
AYM’nin Barış Akademisyenleri Davasında aldığı karar, yerel seçimlerdeki yenilgiyle gelen siyasi kırılmayı takiben üniversitelerde başlayan iklim değişikliğini de gösterdi. AK Parti hükümetinin ve o çizgideki medyanın bütün çabasına rağmen, 158 bin kadar üniversite öğretim üyesinden ancak (beşi kendi bilgileri dışında isimlerinin kullanıldığını söyleyen) 1071’i Yüksek Yargıyı kınayan bildiriye imza attı; önayak olanların ağırlığının hükümete yakın araştırma kuruluşu SETA çalışanlarından olduğu yazıldı. Akademi camiası, kendilerine “yukarıdan” gelen baskı ve talepleri fakülte dekanları ve bölüm başkanlarına ileten çok sayıda rektörün dahi kendi imzalarını vermediklerini konuşuyor.
Cumhurbaşkanlığı Sistemi daha ilk yılında…
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, AK Partili Faruk Çelik’in “Yüzde 50+1’i yüzde 40’a indirelim” önerisine “muhalefet önerirse” Meclis’te tartışmaya hazır olduğunu söylemesi, aslında kendi başına bir siyasi sarsıntı sayılır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CHS) geçişin ilk yılı üzerine Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yürüttüğü değerlendirme sonuçları daha kamuoyuna açıklanmadan bu önerinin yapılması, muhtemelen muhalefetin nabzını yoklamak içindi. Ancak muhalefet o topa girmeyince konu AK Parti bünyesinde bir tartışmaya dönüştü ve bir gün içinde söndü. İlginç olan, sistemin sürdürülebilirliğine dair tartışmanın, daha ilk yılında AK parti bünyesinden başlamış olmasıydı.
Eğer ağır sağlık sorunlarıyla uğraşıyor olmasa, yüzde 40 tartışmasının kısa sürede son bulmasına derin bir oh çeken kuşkusuz Bahçeli olurdu. Çünkü bu sistem, Erdoğan’ın koltuğunu sağlama alma karşılığında, en çok seçim kazanmadan gizli koalisyon ortağı gibi hükümet gücü kullanan Bahçeli ve MHP’nin işine geliyor. (Bülent Ecevit’in 2002’de başbakan olarak yaşadığı (ve Bahçeli’nin erken seçim isteyerek AK Partinin iktidara gelmesiyle sonuçlanan) sorunlardan sonra şimdi Bahçeli’nin rahatsızlığı tartışma konusu yapılıyor; Türk siyasetinde liderlerin sağlığı üzerinden yapılan hesaplar ne yazık ki bitmiyor.) Öte yandan Erdoğan da, AK Parti de yüzde 50+1 sistemiyle MHP (ya da yerini alacak bir başka partiye) gizli koalisyon ortaklığı yoluyla bağımlı kalacaklarını geç fark etti.
MHP ile zor ama ya MHP’den sonra?
AK Partinin yerel seçimlerde aldığı yenilginin iki önemli nedeni hayat pahalılığı ve gücün aşırı merkezileşmesine tepki ise, üçüncü nedeni de MHP ile ittifak ve bunun özellikle Kürt seçmen üzerindeki olumsuz etkisiydi. Erdoğan, mümkünse MHP (ya da başka ortak) olmadan iktidarını korumak istiyor. Ama “MHP ve Bahçeli’den sonra” sorusunun yanıtı, ancak bir şekilde parlamenter sisteme dönüşte görülüyor.
Akşener 4 Ekim sabahı Fox TV’de İsmail Küçükkaya’ya açıkça “iyileştirilmiş parlamenter sisteme” geçilmesi gerektiğini söyledi. Kılıçdaroğlu’da eski 12 Eylül sistemine değil, ama yarı-başkanlık türünden “iyileştirilmiş” parlamenter sisteme geçiş istiyor. CHP ile ittifakın çatırdadığı iddialarını “Cumhur İttifakı gazetecilerinin fantezisi” diye niteleyen Akşener, özellikle bazı AK Parti çevrelerinin MHP yerinde ortak olarak İYİ Partiyi görmek istediklerinin farkında olarak yapıyor bu vurguyu.
Muhalefet, iktidarın da CHS’nin sürdürülebilirliği konusunda tereddütte olduğunu görmüş durumda.
CHP, İYİ Partiyi kaybetmeden HDP’yi kazanabilir mi?
Şu anda CHP ile İYİ Parti arasında en önemli konu, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Diyarbakır’da görevden alınan üç HDP’li Belediye başkanını ziyareti. AK Parti, CHP’nin HDP ile ittifaka gideceğini söyleyerek İYİ tabanını etkileme gayretinde. Akşener ise, İYİ tabanının, parti yönetiminden daha açık fikirle, MHP’den kopmuş bir parti kimliğinden sıyrılıp, şehirli, laik, merkez sağ parti kimliğine doğru ilerlediğini görüyor. Tartışma aslında İYİ Partili Lütfü Türkkan’ın HDP ile ittifak kurmadan HDP’lilerin oyuna talip olmakta sorun bulunmadığını söylemesiyle soğumaya bırakıldı.
Kılıçdaroğlu’nun bakışı ise Erdoğan-Bahçeli karşısındaki cepheyi olabildiğince genişletmek… Herkes HDP’lilerin sessiz desteği olmaksızın sadece CHP, İYİ ve Saadet Partisi ile yerel seçim sonucunun bu şekilde alınamayacağını biliyor. HDP Ankara’da MHP kökeninden gelen CHP adayı Mansur Yavaş’a dahi oy verdi; bu da doğal.
Siyasetin zemini hareketlendi
Nitekim Kılıçdaroğlu’nun 3 Ekim akşamı Adana’da yaptığı ve hak ettiği ilgiyi görmeyen konuşması ucu –tam da kurultay sürecinde- parti içi gelişmelere ve yeni ittifak oluşumlarına da giden bir özeleştiri içeriyordu. “Bizim de çok kabahatimiz, kusurumuz var, gerçeği konuşalım” dedi Kılıçdaroğlu”; “Bir başörtüsü meselesini Türkiye Cumhuriyeti’nin en temel mesele haline getirdik. Sana ne kardeşim ya? Kadın ister başörtüsü takar, ister takmaz. O kız çocuğumuz üniversiteye gidiyor mu, okuyor mu, imkânını sağlıyor muyuz? Derdin o olmalı.”
Tabii esas a ilişkin başka sorunlar da var. Ağustos’ta doğal gaza, Eylül’de elektriğe gelen yeni zamları yenilerinin izleyeceği endişesi Ankara kulislerinde fısıldanıyor. Ekonomide vatandaşı daha da zorlayacak sert hamleler ve ABD ile yaşanan Suriye/PKK sürtüşmesi de yazının başında söz ettiğimiz küçük siyasi yer sarsıntılarının parçası olabilir.
Yerel seçimler siyasetin zeminini değiştirdi. Öyle anlaşılıyor ki, tıpkı hızla giden otobüste frene basılınca yolcuların önce savrulup sonra yeni bir dengeye kavuşmaları gibi, bir dizi küçük sarsıntı ile siyasetten yargıya, üniversiteden sivil topluma pek çok alanda kendisini gösterecek. Hazırlıklı olmak lazım…