ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Türkiye’ye gerekirse askeri güç kullanabilecekleri yolundaki sözleri, artık Suriye’de atmak zorunda kaldıkları geri adımların bu tür saçma gözdağı verme çabalarına neden olduğunu gösteriyor. O kadar ki, bakanlığı dahi Bakanın sözlerine sahip çıkmaktan kaçınmış. Trump yönetiminin siyasi rakiplerini Türkiye’ye vurarak sakinleştirmeye çalışması artık şımarık bir küstahlığa vardı ve son bulması gerekiyor. Bunda Rusya’nın, üstelik Türkiye-ABD anlaşmasına yardım etmek suretiyle Suriye’nin tamamında kontrolü ele geçirmesinin de payı olabilir. İsminin saklı kalmasını isteyen diplomatik kaynaklara göre, 17 Ekim’de Türkiye ile ABD arasında Suriye’nin Türkiye sınırında bir Güvenli Bölge kurulması için anlaşmaya varılmasında Rusya kilit rollerden birini oynadı. Buna göre, Suriye’deki Rus yetkililer Türkiye’nin Suriye askeri harekâtına başladığı 9 Ekim öncesinde SDG yetkililerinin kendileriyle temas kurarak, ABD’nin Türkiye ile anlaşarak kendilerini ortada bırakması halinde koruma talep etmelerine, kuzey-doğu Suriye’de kendilerine hava koruması sağlanamayacağı yanıtını verdi. Bunda Türkiye’nin Rusya nezdindeki diplomatik girişimlerinin rolüne de dikkat çeken kaynaklara göre, SDG’nin ana gövdesi ve komuta kademesini oluşturan YPG/PKK bunun üzerine Türk ordusunun harekatına şiddetli direniş göstermenin yıkım olacağına karar verdi ve Suriye hükümetiyle uzlaşma yolunu seçti.
Nitekim Reuters haber ajansı, 8 Ekim’de Beyrut mahreçli haberinde “Suriyeli Kürt yetkililerin” kendilerini “sırtından bıçaklayan” ABD’ye karşı Şam’la temas kurduklarını bildirdi. ABD Başkanı Donald Trump aynı gün yayınladığı Tweet mesajlarıyla Türkiye’nin NATO müttefikliğini övdü ve Erdoğan’ı 13 Kasım’da Beyaz Saray’a davet ettiğini açıkladı.
Karşılıklı manevralar ve Trump’ın hatası
Bu manevranın bir amacı da zaman kazanarak Türkiye’nin harekâtını engelleme çabasıydı. Bir gün önce 30 Eylül’de MGK toplantısında Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan harekât hazırlıklarının tamamlandığı bilgisini alan Erdoğan 1 Ekim’deki Meclis açılışında bunun işaretlerini vermişti. Akar, Türkiye’nin ABD ve “NATO müttefikleriyle” ortak hareket etme kararını 3 Ekim’de ABD Savunma Bakanı Mark Esper’e, Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler de 4 Ekim’de ABD Genelkurmay Başkanı Mark Miley’e bildirmişti. Benzeri bir mesaj aynı gün Erdoğan’ın Dış Politika ve Güvenlik Baş Danışmanı İbrahim Kalın tarafından Trump’ın yeni atadığı Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brian’a verilecekti. Trump bir yandan Kongre’deki Erdoğan karşıtı havayı frenlemeye, diğer yandan Erdoğan’ın harekât kararını engellemeye çalışıyordu.
Ancak Trump, Erdoğan’ı Washington’a davet ettiğini açıkladığı gün ilerleyen saatlerde, yani Türkiye saatiyle 8 Ekim’i 9 Ekim’e bağlayan gece SDG adına yetki kullanan ve Mazlum Abdi, Mazlum Kobani, Şahin Cilo kod adlarını kullanan YPG/PKK şefi Ferhat Abdi Şahin’le de telefon görüşmesi yaptı. Şahin, Türkiye’nin kendileriyle “ateşkes” anlaşması yapmasını istedi. Bu ikili bir taktikti; kabulü halinde, PKK’nın Rusya destekli Suriye’yle işbirliği yapmaması karşılığında hem ABD kendilerini korumayı sürdürecek, Suriye’den çekilmeyecek, hem de Türkiye YPG/PKK’yı resmen muhatap kabul etmiş olacaktı. Trump, Şahin’in yazılı beyanını ekleyerek Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a 9 Ekim tarihli skandal mektubu gönderdi. Aynı gün Kalın, O’Brian ile bir telefon görüşmesi yaptı; sonrasında Erdoğan’ın 13 Kasım Washington ziyaretinin de konuşulduğu açıklandı. Bu görüşmenin, bir yanıltma taktiği olup olmadığını zaman gösterecek, çünkü birkaç saat sonra, 9 Ekim saat 16.00’da Erdoğan’ın emriyle Suriye’ye askerî harekât başlatıldı.
Haber resmî kanaldan ABD’ye, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’ya Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu tarafından iletildi. Buradaki ayrıntı, Çavuşoğlu’nun NATO müttefiki ABD’li meslektaşından önce, Astana Sürecindeki ortakları Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’i arayıp bilgi vermiş olmasıydı.
Erdoğan arıyor, Putin ağırlığını koyuyor
O arada iki gelişme daha oldu. Erdoğan yine 9 Ekim’de Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’i arayarak harekâtı anlattı ve “Rusya’nın yapıcı tutumunu” övdü. 10 Ekim’de ise Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Faysal Mikdad, “ülkeye ihanet eden Kürt güçleriyle diyaloga girmeyeceklerini” açıkladı. Belli ki 1999’da Türkiye’nin zorlamasıyla Abdullah Öcalan’ı sınır dışı edip yakalanmasını sağlayan Şam, şimdi Rusya’nın desteği arkasındayken, PKK’yı kendi koşullarıyla yuvaya dönmeye zorluyordu. Nitekim Türkiye’nin “Barış Pınarı” harekâtının beşinci gününde, 14 Ekim’de SGD’nin Beşar Esad rejimiyle anlaştığı açıklandı. Trump aynı gün Türkiye’ye yaptırım kararını imzaladı; ancak Kongre bunu yeterli bulmadı.
Erdoğan 15 Ekim’de Türk birliklerinin Münbiç’i almak üzere harekâta geçeceğini söyledi. Aynı gün üç önemli gelişme daha oldu. Rus ve Suriye bayrakları taşıyan birlikler Münbiç’e girdi. Erdoğan’ın tepkisi, oranın zaten Suriye toprağı olduğu şeklinde oldu ki doğrusu da buydu. İkincisi, Türk ve Rus birlikleri ilk defa Münbiç civarında ortak devriye görevi yaptı ve Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev, Türkiye ve Suriye’nin dışişleri, savunma bakanlıkları ve istihbarat servisleri üzerinden “gerçek zamanlı” temasta olduklarını açıkladı.
Rusya, Suriye’de güç boşluğuna izin vermeyeceğini ortaya koymuştu. Ertesi gün, 16 Ekim’de Trump, Suriye’deki birliklerini çekeceğini açıkladı. Aynı zamanda ilk kez PKK’nın adını anarak şimdiye dek “paralarını alıp” IŞİD’e karşı savaştıklarını ama artık Suriye-Rusya safına geçtiklerini söyledi.
Aynı 16 Ekim günü Washington’da Türkiye’yi zorlayan gelişmeler de oldu. Halkbank davası yeniden açıldı, Kongre’ye, Erdoğan ve ailesinin mal varlıklarının saptanmasını isteyen yeni bir yaptırım tasarısı sunuldu. Trump’tan gelen bir başka şaşırtıcı hamle ise Beyaz Saray’a çağırdığı Kongre üyelerine Erdoğan’a yazdığı 9 Ekim mektubu ifşa etmesi oldu.
Bu sırada ABD Başkan Yardımcısı Pence ve ekibi Ankara’ya yola çıkıyordu. Erdoğan, kızgınlıkla Pence ile görüşmeyeceğini, ancak Trump ile görüşeceğini söylüyordu. Trump’ın mektubu ifşa etmesi ve yeni yaptırım talepleri, günlerdir teknik hazırlık yapan Türk ve Amerikan heyetleri arasında da tartışılıyordu. (Kaynaklar bu tartışmalarda, İbrahim Kalın ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi ve eski Ankara Büyükelçisi Jim Jeffrey’nin eskiye dayanan tanışıklıklarının olumlu katkısına işaret ediyorlar.)
O arada Erdoğan’ın Putin ile bir telefon görüşmesi daha oldu. Erdoğan’ı 22 Ekim’de Soçi’de görüşmeye davet eden Putin, Özel temsilcisi Lavrentyev’i da Ankara’ya gönderdi. 17 Ekim’de Pence ve heyeti Erdoğan ile görüşmek için beklerken, Cumhurbaşkanlığının bir başka odasında Kalın, Lavrentyev ile heyetler arası görüşme yapıyordu. Erdoğan’ın Pence ile bu görşüme ardından yaptığı 1 saat 20 dakikalık görüşmede, tercümanlığı da Kalın’ın üstlendiği basına yansıdı. Aynı gün, ABD’nin YPG/PKK’yı operasyon bölgesinden çıkarması karşılığında Türkiye’nin Barış Pınarı harekâtına 120 saat, yani 5 gün ara vereceği anlaşması açıklandı. Aynı saatlerde Rus destekli Suriye birlikleri Kobani ve Rakka’ya girmeye başladı. Rusya, ABD’nin çekilmesiyle ortaya çıkabilecek boşluğu dolduruyordu.
Moskova’nın Orta Doğu’ya dönüşü
Erdoğan 22 Ekim’de 120 saatin dolmasına birkaç saat kala Putin’le görüşmek üzere Soçi’de olacak.
Putin ile Erdoğan’ın randevulaştığı tarihin, daha Erdoğan-Pence görüşmesinden önce tam da beş günlük sürenin biteceği saatlere verilmiş olmasındaki tesadüfü şimdilik bir yana bırakalım. Ama Putin’in Erdoğan’dan 30 Ekim’de Cenevre’de başlayacak Suriye Anayasa yazım görüşmeleri öncesi, şahsi barışma olmasa da yeni Suriye’nin Türkiye’nin güvenliğini de gözetecek şekilde kurulması adına işbirliği talebinde bulunması tesadüf olmayacak.
Gelişmeler başka türlü de bakmak mümkün: Rusya ABD’nin Suriye’den çıkmasını, NATO müttefiki Türkiye’nin güvenlik kaygılarına destek olarak, hatta ABD ile anlaşmasına yardımcı olarak sağladı. Böylece Suriye’nin tamamı üzerinde kontrolünü güçlendirdi ve Sovyetler Birliği’nin yıkılmasıyla Orta Doğu’da güç kaybına uğrayan Moskova, ABD’nin ve Türkiye’nin PKK anlaşmazlığını fırsata çevirerek müthiş bir dönüş yapmış oldu.
Uluslararası ajanslar ise 21 Ekim akşamı, Suriye’den çekilen Amerikan askerlerine Kürtler tarafından çürük patates ve taş atıldığı haberlerini geçiyordu.