Kemal Öztürk’ü Meclis Başkanlığı döneminde Bülent Arınç’ın basın danışmanı olarak tanıdım. Daha sonra Başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Basın Baş Danışmanı olarak çalıştı. Sonra da Anadolu Ajansı Genel Müdürü, aynı zamanda Basın İlan kurumu Yönetim Kurulu Üyeliği.
Sonra, AK Parti hükümetiyle Fethullah Gülen cemaatinin arasının açılmaya başladığı dönemde yüksek bürokrasinin dışına düştü. Benzeri durumdaki arkadaşları gibi Hürriyet’te, Sabah’ta filan olmasa da Yeni Şafak’ta köşe yazarı yapıldı. Biraz eleştirel görünmeye çalışınca, olmadı. YouTube kanalı kurarak sesini duyurmaya çalışır oldu. Buraya kadar tamam…
Geçenlerde, Çağlar Cilara’nın YouTube kanalında konuşurken şöyle bir söz ettiği haber oldu:
• “Bugün çok bağımsız ve özgür gazetecilik yaptığını söyleyen arkadaşlarımız ben istemeden ertesi gün gazete manşetini bana gönderiyordu, ‘Uygun mudur?’ diye soruyordu ve öyle yayınlıyordu.”
Bu sözler üzerine HaberTürk’te Fatih Altaylı, Akit’te Ali Karahasanoğlu Öztürk’ü isim açıklamaya çağırdılar. Hatta Karahasanoğlu, Öztürk’ün bazı yayın yetkililerine “Bu manşet de ne böyle? Böyle yayın olur mu, böyle gazete çıkartılır mı?’ diye sorgulama yaptığını, gazeteleri cezalandırdığını, somut örnekleri ile söyleyebileceğini” yazdı. Aytunç Erkin Sözcü gazetesinde, Faruk Bildirici’nin 2011’de Hürriyet’te Öztürk ile yayınlanan mülakatını hatırlattı. Öztürk şöyle demişti:
• “Gazeteciyi sınırlandırmaktan ziyade kaynağı kontrol etmekten yanayım. Müdahale etmemiz gereken bir devlet politikası ise ricalarda bulunduk. Bu ricayı genel yayın yönetmeni isterse karşılar, istemezse karşılamaz.”
Bu sözler, Karahasanoğlu’nu doğruluyordu. Ama Öztürk yine de isim açıklamadı. O dönem medyada yetkili konumdaki herkesi töhmet altında bırakmayı sürdürdü.
Kemal Öztürk’ün iktidar adına yetki kullandığı dönemlerde ben de medyada yetki kullanan isimlerdendim; önce Ankara temsilcisi, sonra Genel Yayın Yönetmeni sıfatıyla. Beni tanıyanlar bu tür ilişkilere girmeyeceğimi bilir ama Öztürk’ün zan altında bıraktığı gruba dönem itibarıyla dâhil sayılırım.
O halde, madem gazetecilik açısından bu gayrı-ahlaki ilişkiye girenler ortaya çıkmıyor, madem siyasi iktidar adına bu gücü kullanan kişi kim olduklarını açıklamıyor, o halde bu işe girmeyenler girmediklerini açıklayabilir.
Eğer manşetlerini, birinci sayfalarını, baskıya girmeden önce, kendi kurumları dışında hükümet yetkililerine, iktidar ya da muhalefet parti yetkililerine gösteren, hatta onay isteyen meslektaşlarımız olmuşsa, ben onlardan değilim. Onlardan olmadım.
Ertesi günkü manşetlerini o anda güçlü gördüğü başka yayın kuruluşlarının yönetimleriyle paylaşan, görüş alışverişi ardından son halini veren medya yöneticilerinden de olmadım.
Bir adım öteye geçeyim. Fehmi Koru’nun 17-25 Aralık 2013 tartışması sırasında Fethullah Gülen ile görüşüp mesajını Başbakan Erdoğan’a iletmek üzere Dolmabahçe’ye alındığında, yanlışlıkla girdiği odada sabah tembihi, ya da talimatı için bekleşen gazete, TV, ajans yöneticileri her kimse, onlar arasında da yoktum, olmadım. Ben de sizin kadar merak ediyorum kim olduklarını.
Bu işlerin içinde olanların madem ortaya çıkacağı yok, bari olmayanlar çıksın. Olmayanlar söylesin. Ben değildim.