Bu yazının yazıldığı sırada AK Parti’nin İstanbul Belediye Başkanlığı yarışını Binali Yıldırım’ın önünde bitiren CHP’li Ekrem İmamoğlu’na itiraz atağı devam ediyordu. İtiraz hakkının, iktidardaki parti tarafından bir psikolojik harekât silahı olarak böylesine kullanılmasına herhalde dünya siyasi tarihinde ilk kez tanık olunuyor. Tartışmaların perde gerisinde, İstanbul Belediyesi velev ki –İmamoğlu’nunkinden daha az farkla- yeniden saydıra saydıra
Çoğulcu demokrasilerin temel kuralı, seçimle başa gelenlerin seçimle gitmesi, seçim yenilgisini kabul edip demokratik olgunlukla koltuğu bırakmasıdır. Ne yazık ki bu en temel ilkenin dahi sarsıldığı günlerden geçiyoruz. Bu yaklaşımın en somut örneğini 4 Nisan günü önce Ankara’da yaşadık. Ankara İl Seçim Kurulu, AK Parti’nin itirazı üzerine 16 ilçeden 11’inde oyların yeniden sayımı sonrasında CHP
“Hiç kimse 16 milyon İstanbullunun iradesini gasp edemez, buna izin vermeyiz. Kimse Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu hassas ekonomik ve siyasi dengeleri göz ardı etmesin; kimse Türkiye’yi dünyaya rezil etmesin.” Bu sözler 31 Mart seçimlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yarışından önde çıkan CHP’li Ekrem İmamoğlu’na ait. Bugün Ankara’da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan AK Parti-MHP ortaklığının aldığı yüzde 51 oyu zafer olarak ilan etti ama beş büyük şehri kaybetmenin zafer olmadığını kendisi de biliyor. Bu sonuçta, seçmenin Devlet Bahçeli’nin söylemi olan “beka”yı değil, hayat pahalılığı ve işsizliği bir numaralı sorun görmesinin yanı sıra, Erdoğan’ın eleştiriye tahammülünün giderek çevresini de kapsayan tahammülsüzlüğü, muhalefeti teröristlikle suçlaması, medyayı
1 Nisan sabahı 07.00 itibarıyla CHP İstanbul Belediye Başkan Adayı Ekrem İmamoğlu onuncu defa 31 Mart seçimlerini kazandığını açıkladı. Ama hükümet kontrolündeki Anadolu Ajansından hâlâ çıt yoktu. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) Başkanı Sadi Güven ise saat 10.00 gibi, İmamoğlu’nun 28 bin küsur oy önde olduğunu söyleyerek İmamoğlu’nu teyit etti. Böylece AK Parti’den itiraz gelirse hangi
İstanbul’u kaybeden, Türkiye’yi kaybeder; Türk siyasetinin bugüne dek değişmeyen kuralıdır. Ama Ankara’yı kaybeden de inişe geçmeye başlar, genel gözlem ve algı bu yönde. Siyasi partiler için İstanbul’un kaybı kıyamet ise, Ankara’nın kaybı da küçük kıyamettir. CHP’liler ve bazı anket şirketleri İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu, AK Parti’nin ağır topu Binali Yıldırım’ın önünde olduğunu iddia etse de, 31
Türkiye 31 Mart’ta, ekonomi, iç ve dış politikada sonuçları daha önce görülmedik ölçüde genel gidişi etkileyecek bir yerel seçim yapacak. Gerilimin bizzat siyasete yön veren isimler tarafından yükseltildiği bir kampanya sürecinde geldiğimiz son on günlük aşamada seçimin sonucunu belirleyecek etkenler beş başlık altında toplanabilir. 1- EKONOMİ ETKENİ: Hayat pahalılığı giderek kitleleri zorlayan bir etkene dönüştü.
– Dereyi görmeden “Ankara cepte, İstanbul sırada” sözlerine paçaları sıvamak Kılıçdaroğlu ve Akşener’i hezimete götürebilir Doğrusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da yapabileceği bütün hataları yapıyor ama, iktidar onda. Örneğin Erdoğan kendi adaylarını gölgede bırakıyor. Binali Yıldırım’ı önce Başbakanlık, sonra Meclis Başkanlığından “(Yıldırım’ın kendi deyimiyle) “erken emekli” edip İstanbul sahasına sürdü ama AK Parti teşkilatı Başkan diye
– ABD’nin S-400 tehdidi de ekonomi gibi seçim sonrasına ertelendi ama ekonomiyi daha kötü etkileyecek kriz ihtimali asıl orada Ekonomik sorunların 31 Mart seçimleri halısının altına süpürülmeye çalışıldığı ortada. O halı kalktığında nelerin olabileceği konusunda senaryolar muhtelif. Ekonominin 2019’da küçüleceği, sadece dışarıdan değil, Hazine tarafından yapılan tahminlerde de büyüme rakamlarının aşağı çekilmesinden belli. Bazı hisselerinin
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, MHP lideri Devlet Bahçeli sayesinde başbakana ihtiyacı olmayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini kurdu ama bu sayede bir gölge başbakan sahibi oldu. Bahçeli, adeta tek başına AK Parti hükümetinin adı konulmamış ortağı, kritik konularda fiilen veto yetkisini kullanan gayri-Anayasal başbakanı gibi davranıyor; üstelik hiçbir sorumluluğa ortak olmadan iktidar üzerinde söz sahibi olup, iktidarın nimetlerinden