Türkiye’de her şey giderek kara mizah fıkralarına dönüşüyor; gülsek mi, ağlasak mı bilemiyoruz.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın gazetecilerin 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutlama mesajını okudunuz mu? Ben okudum. Dört cümlenin altını çizdim; onları sizinle birlikte tartışalım isterim.
Ama daha önce, Türkiye’de medyanın içinde bulunduğu karamsar tabloya dair birkaç bilgi ve olguyu sıralamak isterim. Ondan önce de 10 Ocak’ın neden Çalışan Gazeteciler Günü olarak anıldığını hatırlatmak.
Bu gerekli, çünkü bugün yaşanan pek çok sorunu anlamak için geçmişini bilmemiz gerekiyor. 27 Mayıs 1960 darbesi ardından yeni Anayasa hazırlanırken, Demokrat Parti devrinde açık baskı gören gazeteciler de siyasi ve ekonomik baskılara karşı haklarının korunmasını talep ediyorlar. (Burada o günlerin genç gazetecisi, meslek büyüğümüz Altan Öymen’in çabalarını anmak isterim.) Bu çerçevede 1961’de 212 sayılı Basın İş Kanunu çıkıyor. Bu yasa gazetecilere –yasal zorunluluk halleri dışında- haber kaynaklarını saklı tutabilmekten, kolaylıkla işten atılmalarına karşı güvencelere dek yeni haklar, gazete patronlarına da bazı yükümlülükler getiriyor. Gazete patronları buna karşı çıkıp 10 Ocak 1961’de yayınlarını durdurunca, gazeteciler kolları sıvayıp kendi imkânlarıyla (ve 1 Şubat 1979’da suikastla öldürülen Abdi İpekçi önderliğinde) 11 Ocak günü “Basın” adında bir gazete basmaya başlıyorlar. Üç gün sonra gün patronların boykotu kırılıyor, 212 sayılı Basın Kanunu+ uygulanmaya başlıyor. Gazetelerin baskı sayılarına göre kamu ilanlarından daha adil pay almaları, iktidarda kim varsa onların kayırılıp, eleştirel olanların cezalandırılmaması için de Basın İlan Kurumu oluşturuluyor. 10 Ocak budur.
Gelelim bugünün tatsız gerçeklerine…
Çalışan ve çalışamayan gazeteciler
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) verilerine göre, halen 91 gazeteci ve medya çalışanı hapiste. Gazeteci kökenli CHP milletvekili Utku Çakırözer’in “10 Ocak” için hazırladığı 2019 Basın Özgürlüğü Raporuna göre, sadece geçen yıl içinde 172 gazeteci ve yazar mahkeme önünde haber, ya da eleştirilerini savunmak zorunda bırakıldı; bu gazeteciler arasında ekonomik krizden söz edenler de bulunuyor. 34 gazeteci fiziki saldırıya uğradı ve sorumluları cezasız kaldı. Basın İlan Kurumu Cumhuriyet, Birgün, Evrensel, Yeni Asya gibi eleştirel gazetelere ilan ambargosu uygulayarak ekonomik baskı altına aldı. Benzeri baskı RTüK tarafından televizyon ve radyolara uygulandı; 2019’de verilen 3 milyon 800 bin küsur lira para cezasının üçte biri Fox TV’ye kesildi. Yalnız 2019’da 250 gazeteci işten çıkarıldı, bu meslektaşların 47’si Hürriyet gazetesinde çalışıyordu; 212 sayılı yasaya göre hakları olan tazminatlarını hâlâ alamadılar. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre, toplam gazeteci sayısının üçte birinden fazla olan 11 bin küsur gazeteci işsiz. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) verilerine göre, artık ağırlıkla TRT, Anadolu Ajansı ve Sabah gazetesini de çıkaran Turkuvaz Grubu üyelerinden oluşan Basın Kartı Komisyonu, son beş yılda 3,800 gazetecinin kartını iptal etti. Dahası, Basın Kartı almak için de 212’ye bağlı çalışmak gerekiyor. Ancak basın patronları, gazetecileri 212’ye göre çalıştırmamak, işten çıkarılması daha kolay olan işçi statüsünde çalıştırmak için yöneticileri baskı altında tutuyorlar; artık sadece az sayıda editör ve muhabir, aslında yasal hak iken ayrıcalığa dönüştürülen 212 kaydına sahip. Gazetecilerin (ve diğer yurttaşların) farklı haber kaynaklarına erişimi kısıtlanıyor. 36 bin küsur internet sayfasına erişim engellendi, Twitter hesabı engellemede Türkiye maalesef dünya birincisi, Wikipedia hâlâ kapalı.
Çalışan ve çalışamayan gazetecilerin durumu bu… Gelelim halkın haber alma hakkına ve haber alma durumuna.
Gazeteler okunmuyor, televizyona güvenilmiyor
Metropoll araştırma şirketinin yayınladığı son medya çalışmasına göre, halkın yüzde 80’i medyanın toplumun sağlıklı haber alma hakkı, siyaset kurumunun denetlenmesi ve demokrasinin sağlıklı işleyişi için gerekli olduğuna inanıyor. Ancak günümüz Türkiye’sinde medyanın bu işlevini yerine getirdiğine inananların oranı sadece yüzde 40. Buna en çok inananlar yüzde 57 ile AK Parti taraftarları, yüzde 44 ile MHP’liler; yani medyanın mevcut halinden yalnızca bu iki parti taraftarları memnun. En şikâyetçiler ise yüzde 90 ile Saadet Partisi ve yüzde 84 ile HDP taraftarları; CHP’lilerde memnuniyetsizlik yüzde 64, İYİ Partililerde yüzde 60.
Ama genel olarak medyayı taraflı bulanların oranı ise yüzde 75; gayet çelişkili bir şekilde, medyanın halinden memnun olanların ciddi bir kısmının da medyanın taraflı halinden şikâyetçi olduğu görülüyor.
Kadir Has Üniversitesinin her yıl düzenlediği Türkiye Sosyal-Siyasal Eğilimler araştırmasında medya hep en alt sıralarda.
Konda araştırma şirketi tarafından yapılan son medya çalışmasıysa başka gerçekleri ortaya döküyor. Örneğin, 2015’te asli haber alma kaynağını “gazeteler” olarak gösterenlerin oranı yüzde 10,5 iken bu oran 2019’de yüzde 7,2’ye düşmüş. Aynı sürede asli haber kaynağı olarak “televizyon” diyenlerin oranıysa yüzde 70,1’den 72,3’e yükselmiş. Haberler en çok Fox TV’den izleniyor oranı yüzde 20, ondan sonra yüzde 2 izlenme payıyla alt sıralarda yer alan Halk TV’ye kadar bütün kanallar bir şekilde ya hükümet çizgisinde ya da eleştirel değil ; ikinci sırada yüzde 15 ile ATV, yüzde 13 ile hükümet kontrolündeki TRT geliyor. Konda, haberleri “iktidarı yakın kanallardan” alan izleyicinin, internet ve sosyal medyayı pek kullanmadığını, “dünya algısının sadece bu kanalların haber ve bilgi akışıyla şekillendiğini” yorumunu yapıyor.
Değişen sahiplikler ve medyanın finansmanı
Bu süreç gazete ve televizyonların sahiplik değiştirmesine ve yüzde 70’inin sahipliğinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’ye yakın yatırımcıların eline geçmesiyle paralel ilerliyor. Yayın politikalarındaki değişikliğin objektif yayıncılık amacıyla kurulmuş haber kanallarını nasıl etkilediğine dair örnekler de var. Örneğin, Konda araştırmasında CNN Türk izleyicilerinin 2012’de yüzde 35’i kendisini “muhafazakâr” olarak tanımlarken, bu oran 2019’de yüzde 46’ya yükselmiş. Kendisini “modern” diye tanımlayan CNN Türk izleyicisi ise zamanla kanalı terk etmiş; 2012’de yüzde 53 olan “modern” CNN Türk izleyicisi, 2019’da yüzde 37 olarak saptanmış. NTV’de veriler daha çarpıcı. Muhafazakârlar 2012’den 2019’a yüzde 39’dan, yüzde 52’ye yükselirken, modernler yüzde 52’den yüzde 28’e düşmüş. Ama bu arada her iki kanalın da toplam izleyici sayısı ve izlenme oranı düşmüş.
Yayın politikasında değişikliğin başlaması ile kaçışların başladığı Hürriyet gazetesinin, özellikle Doğan Grubundan Demirören Grubuna geçiş ardından hem satış, hem ilan geliri hem de etki kaybına uğradığı ortada.
Bir de son yıllarda doğrudan siyasi iktidarla ilişkileri üzerinden, adeta paraziter yaşam biçimleri geliştiren gazete ve televizyonların durumu var. Örneğin, Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazanması ardından, sadece 2017-2019 arasında, ama sadece AK Parti çizgisindeki medya kuruluşlarına ilan, reklam ve sponsorluk gibi kalemler altında toplam 57 milyon lira aktarılmış. Bunların kesilmesi ardından Star ve Güneş gazete yayınına son verip sadece internete döndü. Ancak Basın İlan kurumuna yapılan bildirimlerde bu gazetelerin 100 binden fazla satışı göründüğüne dikkat çeken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 100 bin satan bir gazetenin nasıl kapatılmayı gerektirecek kadar zarar edebileceğini, kamu ilanı almak için gösterilen baskı ve satış rakamlarının sahte olup olmadığını sorguladı; öyleyse, bunun “dolandırıcılık” sayılması gerektiğini söyledi.
Ve Erdoğan’ın gazetecileri tebriği
Şimdi gelelim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Çalışan Gazeteciler Günü nedeniyle yayınladığı tebrik mesajındaki üç paragraf, dört cümleye.
1- “Bu aşamada sağlıklı bir kamuoyunun varlığı için medya çalışanlarımızın tarafsız ve doğru bilgilendirme hususlarındaki hassasiyetleri ve meslek ahlakını gözeten çalışmaları daha da önem kazanmaktadır.”
Az önce verdiğimiz rakamlardan da görülebileceği gibi halkın ezici çoğunluğu sağlıklı kamuoyu oluşumu ve demokrasi için medyanın öneminin farkında. Ama bunun bulunduğuna inanmıyor. Hatta medyanın haber ve bilgileri aktardığından memnun olduğunu söyleyen AK parti ve MHP’lilerin bir kısmının dahi, medyayı “taraflı” bulduğu anlaşılıyor. Medyaya güven giderek azalıyor bu da satış ve izlenme oranlarına yansıyor.
2- “Ülkemiz, demokrasimizin kesintiye uğradığı ve gelişme yolunda önüne engeller çıkarılan dönemlerden geçmiştir. Basınımızın ve tüm toplumumuzun, bu sürecin olumsuz etkilerinden kurtulması uzun zaman almıştır.”
Bu cümlelerle 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde medyanın çoğunun takındığı, bugün utanarak okuduğumuz tutum ve 28 Şubat 1996 sürecinde yaşanan ağır kutuplaşmada takınılan tutum kast ediliyor. Bu eleştiri haklıdır. Öte yandan AK Parti döneminde aynı yöntemler ve daha fazlası muhalif, hatta muhalif sayılmasa da eleştirel olan medya kuruluşları ve gazeteciler üzerine tersine süreçle işletilmiş durumdadır. AK Parti öncesinde yüzde 70’in o günkü iktidarlardan yana olduğu eleştirisi, bugün de yüzde 70’inin bugünkü iktidardan yana olduğu şeklinde yapılabilir. Ayrıca, Sayın Cumhurbaşkanı kandırıldıklarını söyleyerek, 2002-2012 arası Fethullah Gülen cemaati ve onun devlet içindeki yasadışı yapısı ile paralelliği affettirmek istiyor ama Ergenekon, Balyoz, OdaTV gibi davalarla medya yapılarının nasıl değiştiği de hafızalarda. Yani toplum ve basının o dönemin olumsuz etkilerinden kurtulması uzun zaman aldı ama bu özgürleşme yerine başka etkilerin altına girmesi şeklinde oldu.
3- “Medyamızın, yaşanan olumsuzluklardan çıkardıkları dersler ışığında, toplumsal hassasiyetleri dikkate alarak, karanlık odakların amaçlarına ulaşmasına engel olacaklarına, millet iradesini hiçe sayan vesayetçi anlayışlara artık itibar etmeyeceklerine ve halkımızı doğru ve tarafsız bilgilendirme görevini layıkıyla yerine getireceğine inanıyorum.”
Bu ilk bakışta iyi niyet temennisi gibi duran, uzun cümle, başka açıdan bakıldığında üstü örtülü bir “dersinizi almışsınızdır herhalde” mesajı gibi de okunabilir. Buradaki kilit ifadeler, “olumsuzluklardan çıkardıkları dersler ışığında”, “toplumsal hassasiyetleri dikkate alarak” ve “artık itibar etmeyeceklerine” ifadeleridir. Gazetecinin görevi haber verirken doğruluğunu araştırmak mı olacak, “toplumdaki hassasiyetleri” gözetmek mi? Ve toplumdaki hangi hassasiyetleri? Hangi vesayetçi anlayışa itibar edilmemesi gerektiği açık, onda bir sorun yok, ama hangi anlayışa itibar edilmesi gerektiği ve edilmezse ne olacağının ucu açık. Bu durum, ifade özgürlüğü bakımından yeni sorunlara yol açabilir; özellikle de yargı karşısında.
Bu tablo, ne yazık ki 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutlayacak değil, ancak bu tabloyu gözden geçirip, haber alma ve haber verme hakkının düzgün şekilde kullanılması için mevcut koşullarda neler yapılabileceğini düşünme imkânı veriyor bizlere.