Beştepe’ye 8 Şubat Cumartesi akşam saatlerinde Dışişleri kanalıyla gelen haber ümit vericiydi. Daha o sabah Ankara’da görüşülen, ama sonuç çıkmayınca “önümüzdeki haftalarda” görüşmek üzere ayrılıp Ürdün’e geçen Rus heyeti aramıştı. Moskova yolunda Ankara’ya inip yeniden görüşebilirler miydi? Ankara, belki de yeni bir gelişme olduğunu düşündü. Rusya belki de Soçi hattının biraz geride de olsa yeniden çizilmesine olur mu verecekti?
Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentiyev ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin başkanlığındaki Rus heyeti 10 Şubat Pazartesi, yeniden Dışişleri bakan Yardımcısı Sedat Önal ve Genelkurmay ile MİT yetkililerinden oluşan Türk heyetinin karşısındaydı. Daha sonra da Cumhurbaşkanı Baş Danışmanı ve Sözcüsü İbrahim Kalın’la toplandılar. Üst düzey bir kaynak “Hiçbir şey çıkmadı” dedi, “Sanırım bizi fiili durumu kabullenmeye zorluyorlar”. Ama Ruslarla Ankara’da havanda su dövülürken, sırtını Rusya’ya dayayan Suriye rejim güçleri İdlib yakınlarındaki Taftanaz havaalanındaki Türk askerlerine havan toplarıyla saldırıyordu. Beş şehit, beş yaralı haberi Ankara’ya Rusların talep etmiş olduğu görüşme sürerken ulaşmıştı.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bütün devlet yetkilileri saldırıya misliyle karşılık verildiğini, saldırının yapıldığı hedeflerin imha edildiğini söylediler. Ancak üzerinden on gün geçmeden Suriye’den şehit haberleri getiren bu ikinci saldırı, İdlib civarındaki Türk askerlerinin güvenlik sorununu bir kez daha ortaya çıkardı.
Gözlem noktalarındaki askerlerin güvenliği
Askeri konuları içeriden bilen bir kaynağım “Tommiks’te Kulver Kalesi vardır ya” diye söze başladı; “Hani çölün ortasında Rangerlerin bir gözlem noktası. İşte Suriye topraklarında ondan on iki tanemiz var ve çoğunun etrafında Kızılderililer savaş naraları atarak dönüyor; durumumuz buna benziyor.”
Rusya ve İran ile Astana ve Soçi anlaşmaları yoluyla hükümetin Suriye’nin İdlib şehri etrafına dizdiği on iki askeri ateşkes gözlem noktasından ikisinin Suriye ordusu ve ordunun desteklediği milis güçlerinde kuşatıldığı zaten biliniyordu. Ancak 2 Şubat’ta İdlib’in Serkaib kasabası yakınlarında saldırıya uğrayan Türk askeri konvoyunda 8 şehit verilmesi başka bir tabloyu da ortaya çıkardı. Bölge üzerine derinlemesine araştırma yapan isimlerden Akdoğan Özkan’ın T24’te yazdığına göre, ilk kurulan 12 gözlem noktasının 11’i şu anda Rus hava koruması altında Beşar Esad’a bağlı resmî ve yarı-resmî güçlerin kontrolünde. Özkan bunun yerine daha geri hatta yeni gözlem noktaları kurulmakta olduğunu söylüyor. Fehim Taştekin ise Duvar’daki yazısında Rusya ve Suriye’nin son hamleleriyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin artık Halep’i Şam’a bağlayan M5 ve Lazkiye’ye bağlayan M4 karayollarını kontrol altına almaktan, yani genişleme harekâtından vaz geçip, İdlib etrafını güvenceye almaya çalıştığını yazdı. Ruslar görüşmeleri sürdürüyor ama ne Rus jetlerinin akınları duruyor, ne Suriye rejim saldırıları. Kaynağım, özellikle Rus askerinin Suriye güçlerine “dur” demediği kuşkusunu dile getiriyor. Konunun artık en üst düzeyde, Erdoğan ile Putin arasında görüşülmesi gerektiği kanısı Ankara’da yaygın.
Uyarılar dikkate alınsaydı…
Peki, bunların aynen böyle olabileceğini daha önceden söyleyenler olmadı mı? Oldu. Örneğin, Nihat Ali Özcan, daha gözlem noktaları ilk kurulduğunda, bunların birbirinden kopuk, Türkiye’nin hava sahası desteğinden yoksun özelliğine dikkat çekiyor ve “Gözlem noktası gibi taktik bir konumlanma kontrolsüz bir tırmanmayla “siyasi krize” dönüşebilir” diyordu.
Geçen sene bu günlerde, geçmişinde Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi olarak da görev yapmış olan İYİ Parti Aydın Milletvekili Aydın Sezgin, TBMM kürsüsünden “Türkiye için en vahim ve güncel tehlike İdlib konusudur. Son gelişmeler gösteriyor ki Moskova, Şam rejiminin İdlib’e bir operasyon düzenlemesi gerektiği konusunda ısrarlıdır” diyordu. Bir yıl sonra, 5 Şubat’ta yine Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada ise Türkiye’nin İdlib’te “El Kaide türevi HTŞ” ile mücadele sözünde durmadığı için bir tuzağa mı çekilmekte olduğunu sorguluyordu.
Kendisi de kıdemli bir diplomat olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz ise, daha geçtiğimiz Eylül ayında İran ve Rusya’nın Türkiye’yi “yükümlülüklerini yerine getirmediği iddiasıyla uyarmakta olduğuna dikkat çekerek şunları söylemişti: “Türkiye’nin bölgede bulundurduğu gözlem misyonlarının bazılarının bir kuşatma altına girmiş olmasını ciddi bir güvenlik tehdidi olarak görüyoruz. Bu tehdit bölgedeki Mehmetçik’imizin can güvenliği için olduğu kadar, Türkiye’ye yönelik herhangi bir yeni göç dalgasına karşı da ulusal güvenlik meselesi olarak önümüzde durmaktadır.”
Denilenler çıktı mı? Maalesef çıktı. Uyarılar dikkate alındı mı? Hayır alınmadı. Tersine muhalefet partileri ne zaman Suriye konusunu Meclis’te tartışmak isteseler AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.
Hava kontrolü olmadan asker sevki?
Tablo, Erdoğan hükümetinin izlediği Suriye politikasının Türkiye’yi çok ciddi bir sorunla daha karşı karşıya getirdiğini gösteriyor. Yeni bir göç dalgası ve Rusya’nın PKK/YPG’yi ABD’den koparıp Suriye rejimiyle anlaştırma ihtimaline ek olarak, bir de Suriye topraklarında kuşatılmış durumdaki askerleri kurtarma sorunu var artık. Önem açısından ilk sırada üstelik…
Hal böyleyken Türk Silahlı Kuvvetleri, Suriye topraklarına asker sevkine devam ediyor. En son 9 Şubat akşamı Reyhanlı’dan aralarında tank, obüs ve füzeatar taşıyıcılarının da bulunduğu konvoyun Suriye’ye giriş yaptığı haberi geldi. Bu girişlerin, üstelik 8 Şubat’ta Rus heyetiyle görüşme ardından Rusya ve dolayısıyla Suriye rejiminin bilgisi dışında olduğunu düşünmek pek akla yakın değil.
Dolayısıyla hükümet yanlısı medyadaki bütün ham hamasete karşın, Türk askerinin Suriye toprağına Esad rejimine ders vermek için girdiğini söylemek zor. Zaten hava sahası kontrolü olmadıkça herhangi bir kapsamlı harekât yürütmenin imkânı yok. Sekiz şehitle sonuçlanan saldırıya cevap verilirken de Ankara Türk F-16’larının Suriye hava sahasını ihlal etmediğini özellikle duyurmuştu. Cerablus ve Afrin harekâtlarının Rusya’nın hava saldırısı olmayacağı garantisi altında yapılabildiğini unutmamak gerekiyor.
Askeri İdlib havuzuna kim itti?
Geriye kalan ihtimallerden en güçlü olanı bu sevkiyatın, kuşatma altındaki askerleri daha fazla şehit vermeden o gözlem noktalarından kurtarıp, Türk sınırına daha yakın konumlara çekme hedefiyle yapılıyor olması. Nihat Ali Özcan, geçen hafta Milliyet’te, Türkiye’nin gözlem noktalarının yer ve işlevini tek taraflı olarak değiştirmeye çalıştığını ama bunun zor olduğunu yazmıştı. Nitekim, öyle oluyor.
Madem Özcan’dan iki alıntı yaptık, üçüncüsünü de yapalım. Geçen yıl bu zamanlar, TSK’yı İdlib havuzuna kimin ittiğini sormuştu, eğer ben yanlış anlamadıysam. Bu soru bugün her zamankinden daha yakıcı. “Tehdidi sınır ötesinde karşılayalım” fikri bir güvenlik siyaseti olabilir, ancak gerekli koşullar oluşmadan Türk askerini İdlib’teki ateş havuzuna kim itti? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sormuyorum, o son karar verici; bu fikri sisteme kim önerdi, kim ikna etti? Şu badire atlatılıp askerler sağ salim döndükten sonra, eminim bu da tartışılmaya başlanacaktır.
(*) 10 Şubat 2020, saat 20.00’de yeni bilgilerle güncellendi.