Osman Kavala, Gezi Parkı protestoları yoluyla hükümeti devirmeye kalkıştığı suçlamasıyla 840 gün hapis tutulduktan sonra beraat etmesinden bir gün sonra, 19 Şubat’ta, bu defa 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimine katıldığı iddiasıyla yeniden tutuklandı. Hapiste tutulmaya devam etti. Bu durum içeride ve dışarıda davayı yakından izleyen çevrelerin tepkisine neden oldu, yargı bağımsızlığı tartışmalarını alevlendirdi.
Oysa Kavala için, 15 Temmuz darbe girişimine yasadışı Fethullah Gülen örgütü adına katıldığı yolundaki suçlamadan daha önce, 11 Ekim 2019’da kanıt bulunamadığından, tahliye kararı çıkmıştı. Öyle anlaşılıyor ki, o dosya kapatılmamış. Hakkındaki suçlama da aynı: darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz’da, ABD vatandaşı Henri Barkey ile Karaköy Lokantasında bulunmak.
Kavala’nın haksızca hapiste tutulmasına devam edeceğiz, ama önce bir saptamada bulunalım. Mayıs ve Haziran 2013 boyunca süren Gezi Parkı protestolarının, o dönem Başbakan olan Tayyip Erdoğan’ın AK Parti hükümetini devirmeye yönelik bir darbe girişimi olduğu iddiası düşmüş durumdadır. Bu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gezi Parkı protestolarını, kendisine yönelik Fethullahçı kumpasın başlangıcı sayması tezini de geçersiz kılan bir karardır. Nitekim Erdoğan’ın 19 Şubat’ta TBMM’de “Beraat ettirmeye kalktılar” diye karara tepkisini göstermesi ardından, Hakimler Savcılar Kurulu (HSK), beraat kararı veren mahkeme heyeti aleyhinde soruşturma başlatmıştır. Zaten İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Edip Şahin, beraat kararına itiraz etmiştir. Beraat kararının da Erdoğan’ın istediği yönde iptal edilmesi, günümüz Türkiye’sinde maalesef kimseyi şaşırtmayacaktır.
Şimdi gelelim Kavala’nın tutuklanmasına neden olan 15 Temmuz’a katıldığı, çünkü (darbe girişiminden üç gün sonra) Henri Barkey ile buluştuğu iddiasına. Kavala sorgusunda Henri Barkey ile buluşmadığını, Karaköy Lokantasında arkadaşlarıyla yemek yerken karşılaştığını, Barkey’i arkadaşlarıyla tanıştırdığını, zaten Barkey’in de o sırada başka bir grupla yemekte olduğunu söylemiş. Daha dört ay önce mahkemenin yeterli kanıt saymayarak bu suçlamayla hapiste tutulmasına gerek görmediği Kavala, dört ay sonra, Gezi davasından beraat almasının hemen ardından, yeniden sorguya alınarak işte bu aynı nedenle tutuklandı.
Barkey’nin 15 Temmuz’da Büyükada’da bir toplantıda bulunması, darbe girişiminin arkasında bulunan Fethullahçı örgütlenmeyle ABD istihbaratı CIA arasında köprü olduğuna kanıt gösterilmişti. Çünkü Barkey geçmişte, 1998-2000 yılları arasında, Bill Clinton döneminde ABD Dışişlerinin Siyaset Planlama Dairesinde (Türkiye’yi de kapsayacak şekilde) Orta Doğu, Doğu Akdeniz ve istihbarat konularında danışman-uzman olarak çalışmıştı. (Bu dönem, ABD’nin yasadışı PKK lideri Abdullah Öcalan’ın yakalanmasına yardımcı olduğu, aynı zamanda Fethullah Gülen’in ABD’ye gidip oturma izni aldığı dönemdi. Şimdiki CIA Başkanı Gina Haspel de Bakü-Tiflis-Ceyhan hattı projesi üzerinde çalışan enerji uzmanı kisvesi altında CIA Ankara istasyonunun iki numarası olarak görev yapıyordu.) Barkey’nin Gülen ile CIA’nın darbe ilişkisine kanıt gösterilen bir başka bağlantısı da kıdemli -emekli- CIA ajanı Graham Fuller üzerindendi. Barkey ve Fuller, 1998 yılında “Turkey’s Kurdish Question – Türkiye’nin Kürt Sorunu” başlıklı bir kitap çıkarmıştı. Kitabın önsözünü önceki ABD Büyükelçilerinden Morton Abramowitz yazmıştı. Fuller ve Abramowitz, 1999’da Gülen’in Pennsylvania’da oturma izni alması için kefil olan imzacılar arasında yer almıştı.
Demokrat Parti eğilimli Barkey, Clinton iktidarı sonrasında görevden alınmış Lehigh Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamıştı. Ancak Türkiye’ye ilgisini yitirmemişti. Ne de olsa İzmirli Yahudi bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğmuş, sonradan ABD’ye göçmüştü; İstanbul onun da şehriydi. Şimdi hakkındaki mahkeme kararı nedeniyle gelemiyor ama eskiden geldikçe arardı, vaktim olursa görüşürdük, ben de ABD gittiğimde haberleşir, vakitlerimiz örtüştüğü ölçüde ölçüde buluşur konuşurduk.
Hatırlıyorum, bir görüşmede, benim Erdoğan ve AK Parti hükümetine yönelik eleştirilerimi eleştirmiş, Türkiye’de laik ve cumhuriyetçi aydınların Erdoğan ve yapmak istediklerine yeterince şans vermediği suçlamasında bulunmuştu. Şimdi de denk gelse konuşurum, çekinecek bir şeyim yok. Zaten Türk-Amerikan ilişkileri üzerine çalışıp da yaptığı işe biraz saygı gösteren herkes tanır, konuşurdu Barkey ile.
Örnek mi istiyorsunuz? Buyurun: Tarih 21 Kasım 2013. Yani Erdoğan’ın “FETÖ ile mücadelede milat” kabul ettiği 17-25 Aralık 2013 soruşturmalarına bir ay kadar var. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, 22 Kasım’da ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden ile -Büyükelçilik kanallarından değil, başka özel ilişkiler üzerinden alınan- randevu için Washington’da. Yer SETA Vakfı. Daha önce iki dönem, 2003 ila 2011 yılları arasında AK Parti milletvekilliği yapmış olan SETA Washington Koordinatörü Erol Cebeci, Başbakan Yardımcısı Arınç’a Türk-Amerikan ilişkilerinin oradan bakınca nasıl göründüğünü göstermek amacıyla bir toplantı düzenlemiş. Fotoğrafını aşağıda görüyorsunuz.
Arınç’ın hemen sağında Türkiye’nin o zamanki Washington Büyükelçisi Namık Tan görülüyor; resmi görevi gereği Arınç’a eşlik ediyor. Arınç’ın solunda, yüzünün tamamı görünmeyen kişi, Cebeci. Onun solunda halen SETA’nın Washington Koordinatörü olan Kadir Üstün görünüyor. Üstün’ün yanında yüzü yandan görünen ve Arınç’ı dikkatle dinleyen kişi de Henri Barkey.
Bir ayrıntı daha var. Bu görüşmeden 6 ay kadar önce, Mayıs 2013’te, yani Gezi protestolarının başlamasından bir hafta kadar önce, Arınç medyaya Başbakan Erdoğan’ın onayıyla Gülen’le görüşüp “Bir emri, isteği” olup olmadığını sorduğunu açıklamış. Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve bugünün Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Arınç, eşiyle birlikte Washington’dan Pennsylvania’ya 4 saatlik kara yolculuğuyla gidip 3 saat hasret gidermişler; öyle açıklamış ve “hükümetle cemaat arasında soğukluk iddialarını”, böylece yalanlamış.
Barkey ile görüşmenin, hatta Kavala’nın ifadesine göre karşılaşmış olmanın Kavala’nın darbe girişimine katılma kanıtı olmadığını eminim onu tutuklayan hâkim kadar, Erdoğan da biliyordur.
Kavala-Soros bağlantısına gelince, geçmişte Erdoğan da şimdi “Yahudi milyarder” diye hedef aldığı George Soros ile görüşümüş, yatırımlarını Türkiye’ye çekmek için çaba sarf etmişti.
Medya’da bir ara “Kızıl milyarder” diye isim takılan Kavala’nın, Fethullahçı askeri darbe girişimi örgütlenmesine katıldığına Erdoğan’ın da inanmadığından adım gibi eminim. Ama Erdoğan’ın Kavala’yı “rehin alındı” suçlamalarına rağmen hapiste tutmak istemesinin bir nedeni de olmalı. HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş’ın içeride tutulmasının nedenini az çok tahmin etmek mümkün: siyasi bir rakip olarak sahada görülmesi istenmiyor. Erdoğan’ın gayrı resmi koalisyon ortağı gibi davranan MHP lideri Devlet Bahçeli’nin de isteği bu. Peki, Kavala’ya neden bu kadar takılmış vaziyette?
Peki, Kavala’nın beraat almasıyla yeniden tutuklanma talebinde bulunulması arasınde geçen sürede neler oldu. Konu Erdoğan’ın “Beraat de, tutuklama da yargı kararı” diye saygı gösterilmesini beklediği kadar basit mi? Neden kimsenin beklemediği bir anda bütün Gezi sanıkları beraat ettikten sonra, yalnız Kavala -başka nedenle- yeniden tutuklandı?
Birincisi, mahkeme heyetinin, iki buçuk yıldır tek bir hukuki kanıt koyulamamış dosyanın vicdani ve siyasi ağırlığına artık dayanamayarak beraat kararı verdiği, ama başsavcının tepeden müdahaleyle bunu engellemeye çalıştığı. Her ne kadar yargı üzerindeki siyasi baskıyı gösterse de, en basit açıklama bu.
İkincisi, Avrupa İnsan hakları Mahkemesinin (AİHM) 10 Aralık ’ta aldığı gezi sanıklarının tahliyesi kararına (itiraz süreciyle geri alınma ihtimali yüksek olsa da) uyulduğu görüntüsünün verilmesi. Oysa 15 Temmuz davaları konusunda AİHM Anayasa mahkemesi süreçlerini bekliyor. Bu iddia da yargının artık tamamen iktidarın siyasi ihtiyaçlarına göre karar aldığı tezi üzerine kurulu.
Üçüncüsü, bütün bu olan biten kargaşanın yargı içindeki fraksiyonların kavgası sonucu yaşandığı. Hangi fraksiyonlar mı? Bu konuda bilgi toplama sürecim devam ediyor, yeterince olgunlaştığında yazacağım.
Ama Kavala’nın durumu Erdoğan açısından neredeyse bir saplantı boyutunu almaya başlamış görünüyor. Belki Erdoğan’ın gözünde Kavala, karşı olduğu her şeyi temsil eden bir simgedir, bilemiyorum. Belki Erdoğan bu yolla Türkiye’de sivil toplumun kendi iradesi dışında güçlenmesini caydırmak istiyor. Ama bu durum artık sadece Kavala ve sivil toplum hareketini değil, yargının kalan itibarını ve Türkiye’yi yaralayan bir hal almaya başladı. Bunu görmek gerekiyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü'nde yaptığı konuşmada…
Rusya Federasyonu'nun Ankara Büyükelçisi Aleksei V. Erkhov, Batı yaptırımlarının Rus-Türk ticari ilişkilerini olumsuz etkilediğini ve…
İsrail’de hükümet, Gazze ve Lübnan operasyonları nedeniyle sert eleştiriler yayınlayan merkez-sol eğilimli Haaretz gazetesine ambargo…
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan 23 Kasım’daki basın toplantısında Donald Trump’ın 20 Ocak 2025’te başlayacak ikinci…
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…