Para ve maliye politikası birbirini bütünleyici politikalar olup koordinasyon içinde çalışmalarına bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Nihai olarak her iki politika da ekonomik istikrar sağlamayı hedeflese de ellerindeki araçlar ve işleyiş alanları farklı. Bu politikaların birbirlerinin eksiklerini tamamlayıcı bir rol oynayıp ekonomiye gerekli desteği vermeleri ve bunu yaparken daha fazla kırılganlık yaratmamaları çok önemli.
Merkez bankalarının izolasyon kaynaklı üretim yavaşlamasını engellemesi mümkün değil. Ellerindeki yegâne araç olan para arzı, sistemi bir bütün olarak etkiliyor ve sektörel seviyede ince ayar yeteneği yok.
Merkez bankaları şu sıralar panik kaynaklı likidite ihtiyacını gidermek için para musluklarını açtılar. Bu şekilde, ekonomide sosyal izolasyonun getirdiği kaçınılmaz yavaşlamaya ek olarak finansal krizin büyüyüp ilave bir yavaşlama yaratmasının önüne geçmeye çalışıyorlar.
Fed, ECB gibi büyük merkez bankaları dev paketlerle piyasalara likidite enjekte ederken salt kendi ülkelerine değil global finansal sistemi ayakta tutmak gibi bir misyona da hizmet ediyorlar. Küçük merkez bankaları ise daha çok kendi kapılarının önünü temiz tutarak bu global koordinasyona destek olmayı amaçlıyor.
TCMB de bu kervana faiz indirimi, zorunlu karşılık indirimi ve likidite şartlarının kolaylaştırılması gibi tedbirlerle katıldı. Risk iştahının çok düştüğü bu ortamda Merkez Bankasının faiz indiriminden önce zorunlu karşılık indirimleri ile ekonomiyi desteklemesi daha temkinli bir adım olabilir. Yaptığımız araştırmalar finansal istikrarın kırılgan olduğu zamanlarda zorunlu karşılıkların etkin bir makro-ihtiyati araç olduğunu gösteriyor.
Maliye politikasının öncelikle sağlık sektörüne ciddi kaynak aktarması gerekiyor. Hükümet tarafından açıklanan pakette maalesef bu konuya değinilmemiş. Bu konuyu en kısa zamanda netleştirmek önemli. 100 milyar TL’lik toplam paketin alt kalemler arasında nasıl dağıldığının söylenmemiş olması da değerlendirme yapmayı zorlaştırıyor ve daha fazla şeffaflık gerektiriyor.
Maliye politikasından beklenen ikinci şey krizden en çok etkilenen sektörlerden başlayarak iflasların ve istihdam kayıplarının önüne geçecek destekler sunması. Bu şekilde talepteki düşüşün izolasyon kaynaklı üretim yavaşlamasından öteye geçmemesi ve gelirini kaybedenlerin ilave talep erozyonuna sebep olmaması sağlanmaya çalışılıyor.
Hükümet tarafından açılan paketin bu genel çerçeve ile ve dünyadaki örneklerle tutarlı adımlar içerdiğini görüyoruz. Hizmetler sektörü başta olmak üzere, salgından en çok etkilenen sektörler için vergi yükümlülüğü, SGK primi ve kredi borçlarının ertelenmesi, Kredi Garanti Fonu’nun limitlerinin yükseltilmesi, kısa çalışma ödeneği ile üretime ara veren işyerlerinde çalışanlara geçici bir gelir desteği gibi önlemler dünya uygulamalarına benziyor.
Paketteki en büyük eksiklik, başka ülke örneklerinden farklı olarak salgın nedeni ile işini ya da gelirini kaybedenlere yönelik ciddi bir kaynak aktarımının bulunmaması. Bunu sağlamadan ekonominin çarklarını tekrar döndürebilmek çok zor. Bu durumda ya sınırlı kaynakların en etkin şekilde kullanılabilmesi adına önceliklerin tekrar belirlenmesi ya da paketin miktarı büyültülerek gelirini kaybeden geniş kitlelere destek olmak gerekiyor. Belki her ikisini de yapmak daha faydalı olabilir.
Halihazırda bütçeye 100 milyar TL yük getireceği söylenen mevcut paket daha da büyültülerek işe gidemeyen, ücretsiz izine ayrılmak zorunda kalan ve işini kaybedenlere kaynak aktarımı yapılamaz mı? Ya da kayıt dışı üretimin oldukça yüksek olduğu Türkiye’de kim daha çok etkilendi sorusunu hiç sormadan “helikopter para” dediğimiz türden bir transferle herkese para yardımı yapılabilir mi?
Maliye politikasının ekonomiye daha fazla destek verebilmesi için bir şekilde kaynak bulunması lazım. Bu da borçlanma ile gerçekleşiyor. Yani devlet tahvil çıkaracak, bu tahvil ya iç piyasada ya da dış piyasada satılarak finansman sağlanacak.
Son günlerde hızla artan risk primimiz global faizler düşse de dış borç maliyetimizi artırıyor. Buna bir de ABD tahvili bile tutmak istemeyip nakite kaçan yatırımcıyı eklersek Türkiye’nin bu şartlarda dış borç bulması epeyce zor. Fed ile bir swap imkânı işleri kolaylaştırabilir ancak halihazırda böyle bir imkân Türkiye’ye sağlanmış değil.
Peki finansmanı Merkez Bankası (TCMB) sağlayamaz mı? Bu alternatif şu anda Fed ve ECB’nin uyguladıkları miktarsal genişleme (QE) politikalarından prensip olarak çok farklı değil. QE’de de merkez bankası para basıp büyük miktarlarda tahvil satın alıyor. Biz neden benzerini yapmayalım?
Bunun sebebi TCMB’nin parasının olmaması değil. Merkez bankasının TL cinsi parası bitmez, bunu unutmayalım. Çünkü Merkez Bankası istediği kadar para basma yetkisine sahiptir. Sınırsız para basmamızın önüne geçen faktör bunun çok tehlikeli bir silah olması ve ehil ellerde olmayıp para doğru zamanda piyasadan çekilmezse enflasyon doğurmasıdır.
Eğer ABD’de olduğu gibi enflasyon yüzde 1,5 civarında seyredip ciddi bir ekonomik daralma da bekleniyorsa enflasyonist etkiler hemen devreye girmeyebilir. O şartlarda, para basalım insanların üzerinde helikopterle para yağdıralım bile diyebilirsiniz! Çünkü bu politikalara rağmen enflasyonun aşırı kontrolden çıkması beklenmez. Fed’in enflasyon yaratmadan parayı zamanında geri çekip fiyat kontrolünü sağlayacağına inanç vardır. Ayrıca ABD hükümetinin iflasından kimsenin şüphesi olmadığından krizin en alevli zamanlarında dahi ABD tahvilinden büyük kaçışlar olmaz ve tahvil faizi çok yükselmez.
Bizdeki durum ABD’den farklı. Enflasyonu en iyi günümüzde bile hedefe getiremediğimiz ve popülist politikalara yenik düştüğümüz düşünülürse böyle bir açılımın doğru yönetilmezse hiperenflasyona kadar yolu olabilir. Bunu önlemek için piyasaya sürülen paranın talep toparlanmaya başlarken hızla geri çekilebilmesi lazım. Geçmişteki performansımız bunu başarmanın hiç de kolay olmadığına işaret ediyor. Bu inanç enflasyon beklentilerini bir anda artabilir.
Para basmanın eksileri neler? Enflasyon beklentileri ve risk primindeki hızlı yükseliş piyasa faizlerini ve kuru sıçratabilir. Sermaye kontrolü getirelim desek riskleri iyice artırıp ileriye dönük kalıcı bir hasar yaratabiliriz. Bu olumsuz şartlarda verilen parasal destek harcamaları canlandırmak yerine döviz ve altına kaçıp finansal ortamı daha da sıkılaştırabilir.
Peki artılar? Tüm bu tehlikelere rağmen eğer riskler doğru yönetilir, kısıtlı kaynaklar öncelikli alanlara aktarılır, ileriye yönelik doğru sinyaller verilirse ekonomiyi tekrar işler eder hale getirip çok daha derin bir resesyonun önüne geçme şansımız olabilir.
Para basıp ekonomiyi desteklemek ileriye yönelik çok ciddi riskler barındırıyor. Ancak şu anda öncelik hastayı hayatta tutmak. Gönül isterdi ki bu kritik ameliyat öncesi hasta daha sağlıklı olsun, geçmişteki politika hatalar yapılmamış olsun. Ama zaman geçmişi eleştirip hayıflanma zamanı değil. Çok riskli de olsa bu ameliyatı yapmak, önce hastayı yaşatıp sonrasında kalıcı bir hasar bırakmamak için çabalamak gerekebilir. Önümüzdeki riskler korkutucu, ama bu risklerin bilincinde hareket etmek bizi tekrar düzlüğe çıkaracak tek güvenli yol olabilir.
Son söz: “En büyük güvenlik korkuda yatar.” William Shakespeare.
MHP ile DEM Parti düşman çatlatmaya devam ediyor. Kötü anlamda söylemiyorum. Kürt işleri özellikle Suriye’de…
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in yeni yönetim döneminde Türkiye'ye ilk ziyareti Suriye'de Esad…
Donald Trump’ın “Türkiye Suriye’ye çöktü” ifadesini Türk medyasındaki haberlerin pek çoğunda bulmanız mümkün değil. Trump’ın…
Asgari ücret yine gündemimizde. Bu kez temel tartışma konusu asgari ücret ve enflasyon ilişkisi. Asgari…
Suriye’de gelişmeler baş döndürücü bir hız kazandı. Beşar Esad’ın 7 Aralık akşamı Moskova’ya kaçmasından yalnızca…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, kendi dönemindeki Suriye politikası nedeniyle yeniden gündemde. Cumhurbaşkanı Tayyip…