Herhalde neden kamuoyu önünde görünmediği sorularına cevap olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 25 Mart akşamı bir sürpriz yaptı ve bütün televizyon ekranlarında belirdi. Daha birkaç saat önce Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ve Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’tan ayrıntılarıyla dinlediğimizin bir özetini Cumhurbaşkanı tekrarladı. Özet aynı: “Evde kalın!” Mesaj doğru, ama mesajı zorlayıcı bir önleme başvurmamakta ısrarlı görünüyor Erdoğan. Herkesin kendi olağanüstü halini ilan etmesini istemek gerçekçi değil. Erdoğan -doğru bir kararla- kapalı mekanlarda sigara yasağı getirirken “herkes kendi isteğiyle içmesin” mi demişti?
Bant çekimiydi. Fondan anladığımıza göre gündüz çekilmişti. Çekim, Tarabya’da Cumhurbaşkanlığına ait Huber Köşkündeydi. Bant tek bir seferde çekilmemişti. Montaj yapıldığı belli olan kısımlar vardı. Oysa Cumhurbaşkanlığı bünyesinde bu işleri çok profesyonelce yapan ekip ve teçhizat mevcut. Ayrıca Cumhurbaşkanının her zaman alıştığı türden değil, sanki daha basit bir prompter cihazına bakarak konuşuyor, okurken güçlük çektiği, yarım durak verdiği bölümler oluyordu.
Erdoğan ekranda yorgun görünüyordu. 18 Mart’ta koronavirüs önlemleri toplantısına girip ardından konuşma yaptığındaki görüntüye göre yorgun görünüyordu. 20 Mart’ta balkonda sağlık çalışanlarını alkışlarken ve 21 Mart’ta kapalı perde fonunda videosunu yayınladığında da yorgun görünüyordu gerçi ama dün henüz yorgunluğunu atamamış izlenim verdi. Bunun anlamı Cumhurbaşkanının koronavirüse yakalandığı değil ama, öyle olsaydı karantinada olması gerekirdi. Ama değil. Cumhurbaşkanı belli ki tedbir amaçlı olarak ki sosyal teması olabilecek en aza indirgemiş, kendini yarı-tecrite almış vaziyette. Yorgunluğu da ona bağlı olabilir, ya da aynı gün yapılan ve koronavirüs nedeniyle cezaevlerinden kimlerin salıverileceğine dair toplantıya…
Çünkü bir gün önce yine Tarabya’dan tele-konferans yoluyla yaptığı kabine toplantısında nispeten daha zinde ve neşeli görünüyordu. Yazının başındaki fotoğraf bu toplantıdan. Zaten şimdi ayrıntıyla inceleceğimiz fotoğraf da o.
Masadakiler – ekrandakiler
Huber Köşkündeki toplantı düzeninde masanın ucunda cumhurbaşkanı, tam karşısında da dev ekran var. Erdoğan ile iki yakın çalışma arkadaşı, sağında görülen Savunma ve Dış Politika Baş Danışmanı ve aynı zamanda sözcüsü İbrahim Kalın ve solunda görülen İletişim Başkanı Fahrettin Altun ile arasında bir değil ikişer metre kadar mesafe konmuş. Ancak Kalın ve Altun ile yanlarındaki iki kişi normal oturma mesafesinde, yan yana görünüyor. Yani, yakın mesai arkadaşları dahi Erdoğan’a oldukça korumalı bir mesafede duruyorlar, bu da doğal. Kalın’ın yanında oturan kişi Zafer Çubukçu; iç bilgiye sahip olan kaynaklara göre, şimdi Sanayi ve Teknoloji Bakanı olan Mustafa Varank’ın eskiden yürüttüğü işleri üstlenmiş olan Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı. Altun’un yanında oturan kişiyse Serkan Topaloğlu, Cumhurbaşkanının doktoru. Cumhurbaşkanının bakanlarıyla toplantısında o da hazır bulunuyor; böyle bir dönemde doğaldır sanırım. Cumhurbaşkanının ayrılmaz parçası sayılan Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan bu resimde görünmüyor. O sırada başka görevde de olabilir, Ankara’da, Beştepe’de kalmış da olabilir.
Ekran Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay dahil, Cumhurbaşkanlığı kabinesi üyeleri için. Erdoğan bakanlarıyla konuşuyor, notlar alıyor, sorular sorup talimatlar veriyor. Aslında kabine üyeleri her an sisteme bağlı vaziyette bekliyor. O an kimin ekranda görüleceğinin kumandası ise Altun’un önündeki tablette; bakanları ekrana o veriyor, o alıyor. Buradaki ilginç ayrıntı, bakanların hepsinin Cumhurbaşkanının huzuruna tek başlarına çıkmamış olması. Örneğin incelediğimiz fotoğrafta ekranda Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve üç üst düzey bakanlık yetkilisi görünüyor; bakan yardımcıları Faruk Kaymakçı, Yavuz Selim Kıran ve Konsolosluk İşleri Genel Müdürü Hatun Demirer seçilebiliyordu; Bakan Yardımcısı Sedat Önal da oradaymış. O an ciddi bir dış politika meselesinde, belki AB, ABD, Rusya, ya da Suriye konularında henüz haberimiz olmayan sevindirici bir gelişme mi, ya da koronavirüsün geriletilmekte olduğu müjdesi mi, ya da hal-hatır sorma faslı mı olup olmadığını bilmiyoruz; ama hepsi keyifli görünüyordu. Cevabını yine Erdoğan’ın video kaydından öğrendik, Çavuşoğlu daha geniş bir Bakanlık binası istiyormuş, o yüzdenmiş gülüşmeler. (*)
Ancak örneğin Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler bakanı Zümrüt Selçuk ile (o ekibiyle çıkmamış tele-kabine toplantısına) görüşmede çehrelerin asık olduğu dikkat çekiyor. Keza Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez ve ekibiyle yapılan görüşmede de.
Kremlinoloji nedir, neden ihtiyaç duyulur?
Bunları neden mi konuşuyoruz? Neden mi Cumhurbaşkanlığı tarafından dağıtılan fotoğrafları didik didik edip tahlil yapmaya çalışıyoruz?
Çünkü milletçe önümüzü görme gayreti içindeyiz ve yapılan açıklamaların kimsenin aklındaki sorulara tam olarak yanıt vermediği yolunda bir algıya sahibiz. Gerçeğin bu olup olmadığı ikinci plandadır, çünkü siyaset yaşanan gerçeklik üzerine değil, algılanan gerçeklik üzerinde inşa edilir.
Devlet yönetimi yeterince şeffaf değilse, ya da öyle algılanıyorsa, kimi söylenti çıkarır, karşı-propagandaya başvurur, boş atıp dolu tutturmaya çalışır, kimisi de işte böyle eldeki bilgi kırıntılarını olabildiğince değerlendirip anlam çıkarmaya çalışır.
Aslında buna Kremlinoloji demek çok doğru değil. Kremlin, malum Moskova’daki Kızıl Meydan’da yer alan Devlet Başkanlığı (güncel deyimle) külliyesi. Sadece yönetimdeki Komünist Parti tarafından yürütülen Sovyetler Birliği idaresinde, yönetişim şeffaflığı neredeyse sıfır düzeyindeyken Batılı istihbarat kuruluşlarınca üretilen bir Moskova’yı anlama yöntemine verilen isim Kremlinoloji. 1 Mayıs geçit töreninde Brejnev’in yanında kim duruyor? Ekim Devrimi yıl dönümünde balkon konuşması sırasında kim kime arkasını döndü? Bilmem hangi teftişte Andropov, Aliyev’e niye yan baktı? Parti gazetesi Pravda’da kerameti kendinden menkul, halktan kopmuş liderlerin hangisinin söylediği ön sayfada yer aldı? Bunlardan adeta fal bakıp anlamaya çalışırlardı Batılılar. Moskova da alabildiğine içine kapanarak çökmekte olanı engelleyebileceği yanılsamasını sürdürürdü.
Önümüzü görme ihtiyacı
Türkiye, eski Sovyetler Birliği değil. Tek parti yönetimi yok. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi var. Hatta bütün icra yetkileri elinde toplanmış olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti, tek başına hükümeti ancak gizli koalisyon ortağı konumundaki MHP lideri Devlet Bahçeli’nin desteğiyle sürdürebiliyor. Ancak yine de bir şeffaflık sorunu var yönetimde. Örneğin İdlib’te 34 asker şehit düşüyor, Erdoğan neredeyse bütün dünya liderleriyle konuşuyor, ama (Bahçeli dışında) ne diğer parti liderlerine bilgi veriliyor, ne Meclis’e. Aradan günler geçtikten sonra TBMM kapalı oturumunda verilen bilgilerin ise, medyada yer alanlardan pek farkı olmadığı dışarı sızmış bulunuyor. Keza dünyayı sarsan koronavirüs salgını çıkıyor, neden sonra Meclis’e bilgi, veriliyor, yine medyadaki haberler düzeyinde.
Oysa insanların bugününü iyi anlama, yakın geleceğini görme ihtiyacı var. İş bulmak isteyenden işini kaybetmek istemeyenine, öğrencisinden öğretmenine, bakkalından sanayicisine, çiftçisine dek milyonlarca insanın endişesi üzerine, şimdi bir de vahim bir hastalık korkusu bindi. Önümüzü görme, belirsizlik perdesini biraz olsa aralama ihtiyacındayız. Örneğin hastalığın yayılmasını yavaşlatmak için gerekli olan temas azaltmanın, neden hastalık kapma ve bulaştırma şuuruna erişmemiş insanların insafına teslim edildiğini anlamaya çalışıyoruz. Herkesin birden fazla konutu, tele-konferans imkânları yok ki.
O nedenle Kremlinoloji benzetmeleri yapıyor, bilgi kırıntılarından siyasi ve ekonomik anlamlar çıkarmaya çalışıyoruz.
Bilmem anlatabiliyor muyum?
(*) 26 Mart 2020, saat 10.38’de güncellendi.