En yaşlı üye sıfatıyla Birinci Meclis’in açılışını yapan Sinop Milletvekili Mehmet Şerif’in adı TBMM’nin 100. kuruluş yıldönümü nedeniyle Türkiye’de anılmış oldu. Özellikle “Saygıdeğer hazirun; hilafet ve hükümet merkezinin geçici kaydıyla yabancı kuvvetler tarafından işgal edildiği, bağımsızlığın her bakımdan kısıtlandığı bilinmektedir. Bu vaziyette baş eğmek, milletimize teklif edilen yabancı esaretini kabul etmesi demektir” sözleri dikkati çekti.
Yine bu yıldönümünde adının unutulmaması gereken bir başka kişi, Abdurrahman Şeref ise anılmak fırsatını bulamadı. Oysa Abdurrahman Şeref gerek eserleri ve Türk toplumuna yaptığı kalıcı katkılarıyla, gerekse renkli kişiliğiyle anılmayı; daha da ötesinde büyük bir onuru hak etmektedir.
Abdurrahman Şeref de, en yaşlı üye sıfatıyla, en az Birinci Meclis kadar önem taşıyan İkinci Meclis’in açılışını yapmıştır. Ama Abdurrahman Şeref’i asıl tarihe geçiren an, 28 Ekim 1923 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmadır.
“Arkadaşlar, egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorun, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır.”
Ertesi günü ilan edilecek olan Cumhuriyet’in adı ilk kez onun ağzından duyulmuştur. Bu sözleriyle, meslekten bir tarihçi olan Abdurrahman, ömür boyu kalem oynattığı “tarihi yazanlar” tarafından “tarihe yazılanlar” tarafına geçmiştir. Ama Abdurrahman Şeref’in 28 Ekim 1923 öncesindeki yaşamı da Türkiye’ye, Türk tarihçiliğine, eğitime ve sporuna yaptığı hizmetlerle doludur.
Abdurrahman Şeref’in adına henüz TBMM kurulmadan önce, 1919 yılında işgale karşı İstanbul’da bir ulusal birlik hareketi olarak örgütlenen “Vahdeti Milliye” kurucuları arasında da rastlarız. “Vahdeti Milliye Cemiyeti” İstanbul’da kurulmakla birlikte, ülkedeki yerel direniş hareketlerinin üstünde, ortak ve ulusal bir direniş yapılanması olmayı amaçlamıştı. 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM bu görevi üstlendiği zaman da Abdurrahman Şeref Ankara’da oluşan büyük harekete destek olmakta tereddüt etmemiştir. Daha sonra onun Atatürk’ün de isteğiyle, İstanbul milletvekili olarak tozlu, çorak, küçük ama ümit ve coşku dolu Ankara’ya gittiğini, en yaşlı üye sıfatıyla başkan olarak İkinci Meclis’in açılışını yaptığını görüyoruz.
1853 yılında İstanbul’da, Tophane-i muhasebe kâtiplerinden Hasan Efendi ile Şevket Feza Hanım’ın oğlu olarak Eyüp’te dünyaya gelmiştir Abdurrahman Şeref. Büyük babası Kastamonulu Mustafa diye bilinmektedir. Oturdukları yerdeki sübyan mektebi, Eyüp Rüştiyesi ve Galatasaray Lisesi Abdurrahman Şeref’in öğrenim dünyasını tamamlar.
Önce tarih ve coğrafya öğretmenliği, ardından 1878’de “Mekteb-i Mülkiye” ve 1895’de “Galatasaray Sultanîsi” müdürlükleri dönemi gelir. Öğrencilerin anılarından Abdurrahman Şeref’in sevilen bir müdür olduğunu ve öğrencilerin düşünce özgürlüklerini sağlamaya çabaladığını da okuyoruz. Abdülhak Şinasi Hisar gibi edebiyatçılarımız anılarında buna tanıklık etmektedirler.
Abdurrahman Şeref’in, Ali Sami Yen, Emin Bülend ve arkadaşlarını hafiyeler karşısında koruyarak, hatta bizzat risk alıp Yıldız Sarayı’na giderek Galatasaray Spor Kulübü’nün kuruluşuna yardımcı olduğu bugün bilinmektedir.
Abdurrahman Şeref Efendi’nin dikkat çeken bir özelliği de bilgi ve yeteneğine inandığı öğrencilerine destek olmasıdır: Tevfik Fikret, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi Tanrıöver, İzzet Melih gibi isimler bunun en bilinen örnekleridir.
1907’de Maarif Nazırı-(Eğitim Bakanı), 1908 yılında ”İkinci Meşrutiyet’in” ilanından sonra “Âyan Meclisi” üyesi, ardından tekrar “Maarif Nazırı” olarak izlediğimiz Abdurrahman Şeref’in saygın politik kariyerine TBMM’den çok önce başladığına tanık oluyoruz.
Türkiye’deki “sivil toplum” geleneğinin oluşmasında da Abdurrahman Şeref adına sıklıkla rastlarız. “Hilâl-i Ahmer”, yani Kızılay Derneği’nin başkanlığı, 1909’da kurulan Osmanlı Tarih Kurumu, “Tarih-i Osmânî Encümeni” başkanlığı gibi yüklendiği görevler bunun örnekleridir.
Galatasaraylılar Derneği’nin ilk başkanı
1908 yılında ise Abdurrahman Şeref “Galatasaraylılar Derneği’ni” kurarak yeni bir girişime imza atar ve ilk başkanı seçilir. Gerçi bu dernek 1905 yılında kurulan Spor Kulübü Derneğinden sonra, Galatasaray adını taşıyan ikinci dernektir. Ancak bilebildiğimiz kadarıyla, bir okulun eski öğrencilerini bir araya toplamak amacıyla kurumlaşan Türkiye’deki ilk örnek budur.
Abdurrahman Şeref’in 1909-1922 yıları arasında “vakanüvislik”, yani İmparatorluğun resmî tarihçiliği görevini yürüttüğünü de söylemeliyiz. 1908-1919 yılları arasındaki olayları “Vekayinâme” başlığı altında yayınlamıştır.
Abdurrahman Şeref’in “Osmanlı Tarihi” başlıklı kitabı ve öteki yazıları okunduğu zaman, onun tarih bilgisini iyi özümsemiş bir tarihçi olduğu hemen anlaşılır. Olayları anlatırken günün gereklerine göre eğip bozmaz, çünkü bilgisini siyasal ideoloji veya uğraşı için araç yapmaz. Ama bir bakış açısı vardır. Hamasî ve savaşlardaki başarıları sıralayıp, işte tarih yazdım diye ortalıkta dolaşmaz Abdurrahman Şeref. Olayları anlatırken kültür tarihimizin değerli isimlerine de hak ettikleri yeri verir. Kemal Paşazade, Hoca Saadettin, tarihçi Âli, Hasan Beyzade, Peçevî, Solakzade, Müneccimbaşı gibi önemli Türk tarih yazıcılarının adlarını anar. ”Seyahatname sahibi” Evliya Çelebi’yi, Kâtip Çelebi’yi ve Şeyh Galip’i onun tarih anlatısı içerisinde okuruz.
Bu yönleriyle onun modern Türk tarihçiliğinin kurucuları arasında yer almakla birlikte, ülkemizdeki “popüler tarihçiliğin” de ilk örnekleri arasında olduğunu söylemeliyiz. 1917-1922 yılları arasında “Tarih Musahebeleri” (Söyleşileri) adı altında Sabah ve Vakit gazetelerinde yayınlanmış yazıları böyledir. Pek çok ilginç konuyla birlikte, “Türkistan” adının “Türkiye” karşılığı olarak, daha Sultan Abdülmecid zamanı itibariyle, İngiltere ve Fransa ile yapılan resmî antlaşmalarda kullanıldığını bu yazılardan öğreniriz.
Kayıtlar Abdurrahman Şeref’in 18 Şubat 1925 günü öldüğünü yazmaktadır.
“Arkadaşlar egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır” sözleriyle ülkenin yeni adını dile getiren ve “İkinci Meclisin” açılışını yapan bir devlet adamı; eğitimci, tarihçi ve renkli bir aydın kişiliğiyle Abdurrahman Şeref, özellikle TBMM. 100. yılında anılmayı ve ortak belleğimizdeki seçkin yerini hak etmiştir.