1 Temmuz 2020 itibarıyla Avrupa Birliği (AB) dönem başkanlığını yüklenecek olan Almanya, başta öteki AB Ülkeleri olmak üzere, ABD, Çin, Rusya gibi ülkeler ve Türkiye tarafından da yakından izleniyor. Çünkü, Çin ve Rusya konusunda Almanya’nın ve AB’nin takınacağı tutum, Korona sonrası AB ülkeleri arasında baş gösteren güvensizlik ortamı gibi bir dizi sorun gündemi işgal ediyor. Türkiye ve Almanya, dolayısıyla AB arasında ise, “Gümrük Birliği Anlaşmasının” yenilenmesi, artması umulan Alman yatırımları, Türkiye’ye gelecek olan Alman turistlerin önünün açılması gibi bir dizi önemli sorun gündemde.
Bu arada Almanya’nın da kendi iç politikasında bir takım yeni gelişmelere sahne olduğu gözlemleniyor. Daha kısa bir süre öncesine kadar Almanya’da yayınlanan köşe yazılarında, kendisinin de ilan etmiş olduğu üzere Şansölye Angela Merkel’in görevini bir an önce yeni birisine bırakması gerektiği okunmaktaydı. (*) Aynı şekilde, Alman kamuoyunda da 2005’den bu yana iktidarda geçirdiği uzun süre nedeniyle bir “Merkel yorgunluğu” görülmekteydi. Ancak hiç beklenmedik şekilde dünyayı saran koronavirüs salgını Almanya’daki politik ortamı aniden değiştirdi ve Angela Merkel yeniden kamuoyu desteğini yakaladı.
Korona ile değişen siyasi ortam
Bunun en önemli nedeni, Merkel’in Korona salgınının ilk günlerinde, güvenilirlik, denge ve itibar üzerine kurulu imgesiyle toplumu yönlendirmeyi başarması oldu. Ancak Merkel başkent Berlin’de yeniden ağırlık koyarken, Korona salgını şaşılacak bir şekilde “Federal Almanya’da” uzun süredir pek rastlanmayan bir karşı dalgayı da körükledi. Almanya’nın bir “Federal Devlet” olduğu anımsandı: eyalet yönetimleri kendi bağımsız ve farklı Korona önlemlerini uygulamaya koymuşlardı. 2021 yılında yapılacak seçimlerle birlikte Merkel sonrasına hazırlanan Alman iç politikası böylece federal başbakan adaylarını ortaya çıkartmaya başladı.
Yumuşak bir zeminde ve sınırlı yasaklamalarla ilerlemek isteyen “NRW”, Kuzey Ren ve Vestefalya eyaletinin Hıristiyan Demokrat (CDU) başbakanı Armin Lachet ılımlı ve yumuşak salgın önlemleriyle öne çıkardı. Ancak örneğin Bavyera eyaletinin Hıristiyan Sosyal Birlik (CSU) üyesi başbakanı Markus Söder, daha köşeli ve katı önlemleriyle başka bir seçenek ortaya koydu. Her iki siyasetçinin de parti tabanlarından yükselmiş Almanya’yı yönetmek hırsına sahip politikacılar oldukları artık açık.
CDU-CSU ittifakının bayrağını kim taşıyacak ve kim Federal Almanya seçimlerinde başbakan adayı olacak? Bu henüz kesinleşmedi. Ama CDU-CSU ortaklığı içerisinde Friedrich Merz gibi başka isimlerin de sıranın kendilerine gelmesini sabırsızlıkla beklediği biliniyor.
Sosyal demokratlar ve aşırı sağ
Alman iç politikasında yine hiç beklenmedik bir gelişme ise Merkel’in koalisyon ortağı Sosyaldemokrat Part (SPD) içinde yaşandı. Daha önce kendisine pek şans tanınmayan, SPD yöneticileri ve orta düzey kadroları tarafından da şimdiye kadar pek benimsenmeyen Maliye Bakanı Olaf Scholz’un yıldızı parlamaya başladı.
Kendi partisi tarafından da soğuk maliye politikalarını uygulayan bir kimse olarak tanınan Olaf Scholz, Korona salgını sonrasında geniş bir ekonomik destek paketinin mimarı olarak sempati kazandı. Yalnızca SPD seçmeni nezdinde değil, Alman kamuoyunda da puan topladı. Dolayısıyla SPD içerisindeki dengeler de hızla değişerek, CDU-CSU işbirliğine karşı Olaf Scholz bir başbakan adayı olarak görülmeye başlandı.
Angela Merkel ve Olaf Scholz’un uyguladıkları geniş ekonomik destek paketiyle, Alman ekonomisini bugün için düzgün bir yola sevk ettiği algısı var. Ama bir dizi olumsuz iç dinamiğin de yavaş yavaş yüze çıkması Almanya’nın bir başka gerçeği.
Geçtiğimiz günlerde, muhafazakâr eğilimiyle tanınan Stuttgart kentinde aniden patlayan şiddet eylemleri ve polisle yaşanan çatışmalar bunun son örneği oldu. Ülkenin toplumsal barışını tehdit ettiği düşünülen yabancı düşmanı ve AB karşıtı Alternatif Parti (AfD) özellikle Almanya’nın doğusundaki eyaletlerde gücünü artırıyor. AfD, halen Alman Parlamentosu Bundestag’da CDU ve SPD ardından ve Yeşiller’in önünde üçüncü büyük gruba sahip.
İş dünyası, korona ve AB
Alman iş dünyası birbiri ardına yaşanan skandallarla çalkalanmaya devam ediyor. “Volkswagen” krizinden sonra, ülkenin büyük şirketleri arasın yer alan “Wirecard” şirketinde yaşanan skandal çok büyük boyutlara ulaşmış durumda. Avrupa’nın en büyük hava yolu şirketi konumundaki Lufthansa’nın Korona salgının da etkisiyle içine düştüğü malî kriz ve ancak devlet desteğiyle ayağa kalkabilecek olması gibi sorunlar da var. Merak edilen bir soru ise, büyük bir ara ve yatırım malları ihracatçısı olan Almanya’nın, bütün dünyayı saran ekonomik durgunluk karşısında ihracat pazarların nasıl koruyacağı?
Öte yandan, Alman ekonomisinin halen AB bünyesindeki en güçlü ekonomi olduğu ve lokomotifi işlevi gördüğü de bir gerçek. Diğer yandan Almanya tarihinde ender rastlanılacak bir şansı, Brexit sonrasında Avrupa Birliği içerisinde yakalamış görünüyor. Almanya’nın önceki Savunma Bakanı Ursula von der Leyen AB Komisyon Başkanlığını büyük bir hırsla yürütüyor; Avrupa Merkez Bankası ile Alman Merkez Bankası ve Federal Mahkeme arasındaki krizde AB kurumlarını savunarak diğer üyelerin güvenini kazandığı biliniyor. Bu ortamda Merkel’in de Temmuz 2020 itibarıyla “AB Dönem Başkanlığı” görevini altı ay için yüklenmesi, bu ülke için büyük bir fırsat olduğu kadar büyük bir sınav da sayılabilir. Çünkü yaşadığımız şu dönem, bir yandan da çözülme belirtileri gösteren Avrupa Birliği için çok kritik bir eşik. Sonbaharda toplanacak Avrupa’nın Geleceği Konferansında sadece AB değil, genel anlamda Avrupa’nın da geleceği tartışılmaya başlanacak. Almanya’nın AB içinde artık kabul gören liderliğini perçinlemesinin mümkün olup olmadığı da yine bu süreçte ortaya çıkacak. Dolayısıyla Almanya’nın elde ettiği yeni konum, tüm dünya kadar Almanya ile yoğun tarihsel, insani ve ekonomik ilişkileri bulunan Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor.
(*) Yazıdaki bilgiler Stern, Capital, Süddeutsche Zeitung,Neue Zuricher Zeitung, Die Zeit, Handelsblatt ve Berliner Tagesspiegel gibi Almanca dergi ve gazetelerinden derlenmiştir.