Kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinin iptali konusu yakıcı olarak gündemdeyken gelen iki haberle daha sarsıldık. Biri Muğla’dandı. Üniversite öğrencisi Pınar Gültekin’in cansız bedeni Ula ilçesinde ormanlık arazide bulundu. Güvenlik kameralarından Pınar’ı öldürenin, yeniden beraber olma teklifini reddettiği Cemal Metin Avcı olduğunu belirlemiş polis. Diğer haber Muş’tandı. Malazgirt ilçesinde Fatma Altınmakas, evli olduğu (artık bu türlere eşi demiyoruz) Kazım Altınmakas tarafından öldürülmüş. Nedeni, Kazım’ın kardeşi S’nin (o alçağın adını yazamıyoruz) karısına tecavüz etmiş olması. Yani kocanın tecavüz edilen karısını öldürmesini emrediyor batasıca töreleri. Kadının erkeğin malı gibi görüldüğü o törelerin gerçekten batması gerekiyor. O nedenle de sadece haklarının bilincine sahip kadınların değil, haklara değer veren erkeklerin de artık sesini yükseltmesi gerekiyor. Benzeri uygulamaları, yani tecavüz edilen kadının suçlu sayılıp öldürülmesini Suudi Arabistan ve Afganistan gibi ülkelerde görüyoruz.
Hakların korunması vicdan ve bilincine sahip erkeklerin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, yeniden seçilmek için oylarına talip olduğu (ve dolayısıyla şantajına maruz kaldığı) tarikat ve cemaatlerin talebiyle iptal etmeye hazırlandığı, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi’ne de sahip çıkması gerekiyor.
Sırada 6248 ve nafaka hakkı var
20 Temmuz’da bir yazı yazdım, “Bugün kadına şiddet, yarın nafaka, miras hakkı hedefte” başlığıyla. Yazı yankı getirdi. Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı (TKDF) Canan Güllü, İstanbul Sözleşmesinin italini kadını saldırganına karşı tamamen savunmasız bırakacağını ve devamının da geleceğini söyledi. Bir grup kadın derneğiyle birlikte Erdoğan’dan randevu isteyen Güllü de sırada 6284 sayılı yasa ve nafaka hakkının olacağını belki de resmî nikahın yerini “kadı nikahının” alınmasının isteneceğini söylüyordu.
İsmini “Zaten içeride çok baskı altındayız” diye vermek istemeyen AK Partili bir kadın siyasetçi de asıl korkulanın, bugün İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmasını isteyen kesimlerin aynı zamanda 6284 sayılı “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”un da kaldırılmasını istediğine dikkat çekiyor. Bu yasa ile devletin şiddet uygulanan kadına sahip çıkması ve nafaka hakkını sağlama alması öngörülüyor. Ama kadının bir erkeğe muhtaç olmadan yaşaması fikrine dahi tahammül edemeyenler buna karşı kampanya açmış durumda.
O “iç baskılar”, AK Parti çizgisindeki KADEM’e bir geri adım daha attırdı, İstanbul Sözleşmesini koşullu savunmayı da bıraktılar.
Ara formül arayışları
KADEM’in “nafakanın belli süreyle sınırlanması” önerisinden Dışişleri kaynaklı, “sözleşmeden çıkılmaması ama bazı maddelere şerh konmasına” dek “iptal etmeden ara formül” arayışları var. İstanbul Sözleşmesi, malum Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı yaptığı 2010-212 yıllarında, 2011’de Türkiye tarafından önerilmişti. Adının İstanbul Sözleşmesi olan bir belgeden ayrılanın Türkiye olması uluslararası plandaki bakışı daha da kötüleştirebilir bakışını da yabana atmamak lazım.
Bu konuda AB üyesi Hırvatistan’ın Sözleşmeye düştüğü şerh örnek gösteriliyor. Türkiye’nin de “kadına şiddete karşı mücadeleyi olumsuz etkiliyor” gerekçesiyle benzeri bir şerh koyması önerisi yetkili makamlara iletilmiş durumda.
Hırvatistan’ın şerh örneği
Hırvatistan’ın “eşcinselliği teşvik ediyor” tartışmaları ardından 12 Ağustos 2018’de İstanbul Sözleşmesine koyduğu ve 1 Ekim 2018’de yürürlüğe giren şerh şöyle:
• “Hırvatistan Cumhuriyeti Sözleşmenin amacının kadınları her türlü şiddette korunmasının yanı sıra kadına yönelik şiddetin ve ev içi şiddetin önlenmesi, kovuşturulması ve ortadan kaldırılması olduğunu düşünmektedir.
“Hırvatistan Cumhuriyeti, Sözleşme hükümlerinin Hırvatistan’ın hukuk ve eğitim sistemine cinsiyet ideolojisi getirme yükümlülüğü veya anayasal evlilik tanımını değiştirme yükümlülüğünü içermediğini düşünmektedir.
“Hırvatistan Cumhuriyeti, Sözleşmenin Hırvatistan Cumhuriyeti Anayasası hükümlerine, özellikle insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması hükümlerine uygun olduğunu düşünmekte ve Sözleşmeyi yukarıda belirtilen kapsamda Hırvatistan Cumhuriyeti anayasal düzeninin ilke ve değerleri dikkate alarak uygulayacaktır.”
Burada önemli iki ayrıntı var. Birincisi, eşcinsellik çağrışımının kadına şiddetle mücadeleyi “zayıflatan” bir unsur olarak görülmesi. Bunu Hırvatistan gibi, Macaristan ve Polonya gibi Katolik ülkelerin yanı sıra Türkiye’de de görüyoruz. İkincisi de 6284 sayılı yasada eşcinselliğe dair hiçbir çağrışım bulunmamasına karşın, mağdur kadına devlet desteği ve nafaka hükmüne itirazın olması.
Sadece kadınların sorunu değil
AK Parti’nin tabanındaki erimeyi fırsat bilerek Erdoğan’a oy şantajına başlayan tarikat ve cemaatlerin başka ne taleplerde bulunduğunu bilmiyoruz. Türkiye Cumhurbaşkanının bir tarikat merkezini, örneğin İsmailağa Vakfını ziyaret ettiğini biliyoruz sadece. İnsanın aklına -şimdi terörist FETÖ’cü sayılsa da geçmişte AK Parti’nin baş tacı olan Fethullah Gülen Cemaatinin “Ne istediler de vermedik” diye anılan talepleri geliyor. Sonu malum.
Ama bu sorun toplumun çoğulcu demokratik geleceğini, cumhuriyetin laik ve demokratik hukuk devleti niteliklerini ilgilendiren bir sorun. Kadının erkekle hukuki eşitliği temel bir sorun. Burada KADEM açıklamasındaki “cinsiyet farklarını ortadan kaldırmak” ifadesinin çarpıtma olduğunu söylemek gerekiyor, cinslerin toplumsal eşitliğini talep etmek arada fark olmadığını söylemek değildir.
Oysa bu konuda kadın dernekleri ve insan hakları dernekleri adına sivil toplum itirazı bir TÜSİAD’dan geldi bir de (kurucu üyesi olduğum) Yanındayız Derneği’nden. Laik ve çoğulcu demokratik hukuk devletine inanan erkeklerin daha güçlü bir şekilde bu konuda sesini yükseltmesi, kadın haklarını savunanların yanında olması gerekiyor.