Hemen tekrarlayalım: Yunanistan ve Avrupa Birliği (AB) ile diplomatik uzlaşma yoluyla yumuşama ekonomiyi düzeltmez, orada başka ağır sorunlar mevcut, ama eğer düzeltici adımlara niyet varsa nefes aldırır. Neticede dolar 7,7 avro 9 lira sınırına dayanmış durumda. ABD Büyükelçisi David Satterfield’ın Covid ortamında “Borçlarınızı ödemezseniz şirketler ilaç göndermeyi kesebilir” uyarısında bulunduğu bir durumdayız. Bu ortamda Türkiye’nin durumunun tartışılacağı AB Zirvesinin 24-25 Eylül’den 1-2 Ekim tarihine ertelenmesi Ankara’nın önünde -iyi kullanılabilirse- eşine az rastlanır bir diplomasi fırsatı çıkarmış bulunuyor.
Nitekim son birkaç gündür yoğun bir diplomatik trafiğe tanık oluyoruz.
Bu yoğun diplomatik trafik, Türkiye’nin Kıbrıs’ın güneyinde savaş gemileri refakatinde süren Oruç Reis arama faaliyeti üzerine Navtex duyurusunun süresini 12 Eylül’de yeniden uzatmayarak Antalya limanına dönmesi ardından mümkün oldu. Bu karar öncesinde 11 Eylül’de İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ile Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasındaki görüşmeyi bu son diplomasi sürecinin başlangıcı saymak mümkün.
Oruç Reis dönüm noktası oldu
İspanya ve Türkiye Akdeniz’in iki ucundaki iki NATO üyesi. İkisi de ABD’nin stratejik Füze Kalkanı projesinin ortağı. İspanya, İtalya, Portekiz ve Malta ile birlikte Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un 10 Eylül’de düzenlediği AB üyesi Akdeniz ülkeleri konferansında Türkiye’ye yaptırım kararına karşı çıkıp Fransa’yı Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile baş başa bırakmıştı.
Nitekim Ankara, Oruç Reis’in Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun dile getirdiği “bakım için” gerekçesiyle geri çekme kararını Fransa’nın Türkiye’ye yaptırım girişimini engellenmesi ardından açıkladı.
Yunanistan Cumhurbaşkanı Katerine Sakellaropulu’nun bu adımlara karşı 13 Eylül’deki Meis ziyaretini iptal etmemesi üzerine Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve komutanlar aynı gün Kaş’a gitti. Gerilimin zirvesi bu oldu. Ancak Yunan Başbakanı Kiryakos Miçotakis’in 15 Temmuz’da The London Times, Frankfurter Allgemeine Zetitung ve Le Monde gazetelerinde yayınlanan “tehdit edilmediğimiz müddetçe diyaloga hazırız” makalesi ardından Oruç Reis yeniden açılmadı, “bakıma alındı”.
Bu karardan sonra Erdoğan’ı ilk arayan AB lideri de 15 Eylül’de İtalya Başbakanı Giuseppe Conte oldu.
Hızlanan diplomasi
İtalyan Başbakanını 16 Eylül’de de Almanya Başbakanı Angela Merkel, 17 Eylül’de yine İspanya Başbakanı Sanchez ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel izledi.
Bu arada hem Türkiye hem Yunanistan’ın üye olduğu NATO’da genel Sekreter Jens Stoltenberg’in girişimiyle Türk ve Yunan heyetleri arasında, Yunanistan’ın daha önce karşı olduğu kıta sahanlığı dahil konularda “teknik görüşmelerin başladığı açıklandı.
Erdoğan’ın 19 Eylül’deki “diyaloga açığız” beyanını tekrarlaması ardından görüşme trafiği yeni bir boyuta sıçradı.
22 Eylül’de Erdoğan, Michel ve Merkel arasında üçlü video konferansı yapıldı. Bu görüşmelerin tamamında, Doğu Akdeniz ve göç konusu çerçevesinde Libya konusuna da değinildi. Libya Başbakanı Feyiz el-Sarrac, 17 Eylül’de (Ekim sonu itibarıyla yeni uzlaşmaya yer açma amacıyla) istifa edeceğini açıklamıştı. Erdoğan’ın kararında, Almanya’nın arabulucu konumunda olduğu Libya’daki gelişmeler de pay sahibi oldu.
AB’nin 24-25 Eylül toplantısını (Michel’in koruma görevlilerinden birisinde Covid çıktığı gerekçesiyle) 1-2 Ekim’e erteleme kararı 22 Eylül’deki Michel-Merkel-Erdoğan görüşmesi ardından duyuruldu.
Uzlaşma işaretleri
Aynı gün Erdoğan ve Macron görüştüler; bu krizin başlangıcından itibaren yapılan ilk görüşme oldu. Bir hafta önce karşılıklı hakaretlere varan söz düellosuna rağmen, bu görüşme sonrasında diyalog vurgusu öne çıktı.
23 Eylül’de bu defa AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Erdoğan arasında bir video konferans yapıldı. Diğerlerinden farklı olarak bu konuşmada Doğu Akdeniz ve göç meselesinin ötesinde AB-Türkiye ilişkilerinin güçlendirilmesi konusunun da gündeme geldiği açıklandı, bu önemli.
23 Eylül günkü diplomasi NATO Genel Sekreterinin Erdoğan ile görüşmesiyle tamamlandı. Bu görüşme ardından Türkiye ve Yunanistan arasındaki “istikşâfi müzakerelerin” yani arama toplantılarının dört yıl aradan sonra yeniden, İstanbul’da başlayacağı duyuruldu.
YetkinReport okurları, Yunanistan ile gerilimin hükümet yanlısı medyada köpürtülenin aksine çatışmaya varmayacağı ve NATO zemininde çözümün muhtemel olduğu görüşüne âşinâ.
Ancak Doğu Akdeniz’de yaşanan gerilim, Türkiye’deki ekonomik ve mali tablonun biraz daha gerilemesinde pay sahibi oldu. Avrupalı yatırımcıların AB ile sürekli ve her konuda ihtilaf halindeki bir ülkeye yatırımdan kaçınması ve dolayısıyla Türkiye’nin kredi itibarıyla birlikte millî parasının değer kaybetmesi şaşırtıcı olmamalı.
Fırsat kaçırılmamalı
Şimdi bir uzlaşma fırsatı var. Bu aynı zamanda Türkiye’nin son zamanlarda -Doğu Akdeniz gibi- haklı olduğu konularda dahi derdini ancak askerî gücüyle anlatabildiği algısı bakımından da olumlu bir dönüm noktası olabilir. Tabii eğer Erdoğan iç politika kaygılarıyla yedi düvele sürekli meydan okuma siyasetinde ısrar etmezse.
Konu artık Türkiye’nin AB üyeliği meselesi olmaktan çıktı; şu anda konu Türkiye’nin AB ile yani Batı demokrasileriyle bağlantılı kalabilmesi. Bu hem Türkiye (ve Türkiye’de siyasi ve ekonomik demokrasi kalitesinin yükselmesini umut edenler) hem göç tehdidi altındaki AB hem de aslında Doğu Akdeniz ve Ortadoğu ülkeleri bakımından önemli.
Oruç Reis’in “bakım” gerekçesiyle geri çekilmesi CHP ve diğer muhalefet partilerince “taviz” olarak eleştirildi. Taviz olmadan uzlaşma olmuyor, önemli olan tavizin tek taraflı olmaması ve ulusal çıkarlara halel getirmemesi.
Uluslararası ilişkilerde uzlaşma, güvenli yatırım ortamının asli unsurlarından. Bu nedenle ekonomik sıkıntılara çözüm olmaz ama nefes aldırabilir. Yoksa ekonominin sadece diplomatik uzlaşma ile çözülemeyecek kadar yapısal, ağır sorunları var.