27 Ekim sabahı sabah uyanan Fransızlar, günlük gazetelerin manşetlerine baktıklarında, yeni Covid önlemleri hakkındaki haberleri gördüler. Şu anda Fransa’da haklı olarak tüm kamuoyu, bu salgın hastalığın ikinci dalgasına nasıl önlemler alınacağına yoğunlaşmış bulunuyor. Gazete satan kiosklara gidip hala Charlie-Hebdo almayı sürdüren az sayıda kişi ise, kapakta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef alan büyük boy bir karikatürle karşılaştı. Karikatür, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı iç çamaşırlarıyla koltukta çay içerken resmetmiş, tanıtım yazısında da “aslında özel hayatında şakacı biri” yazıyor. Karikatürdeki asıl rezalet sağ tarafta, çünkü Tayyip Erdoğan, üstünde iki kadeh olan bir tepsiyi tutan çarşaflı bir kadının eteğini kaldırırken resmedilmiş, kadının kalçalarına bakarak “sanki Peygamber” diyor.
Yangına körükle gitmek
İki ülke arasında ilişkilerin bu denli gerildiği, Cumhurbaşkanları düzeyinde hakaretamiz açıklamalar yapıldığı bir dönemde, Charlie Hebdo’nun bu denli incelikten uzak, mizahtan nasibini alamamış, illa da dini tabulara dil uzatarak provokasyon hedeflemek için belden altı imgeleri kullanan bir kapak ile ortaya çıkmasının yegane açıklaması, yangına körükle gitmek olabilir. Fransızcada tabir, yanan ateşin üzerine yağ dökmek olarak kullanılır. İki ülke arasındaki sürtüşme, bugün itibarıyla her iki toplumun radikal kesimleri tarafından rehin alınmış bulunuyor. Tartışma, bu tür kabul edilemez hakaret ve düzeysizliğe indirgendiği sürece de, tünelin ucunda ışık görmemiz hayal haline geliyor.
Boykot
Cumhurbaşkanı, bu kapak ortaya çıkmadan önce Emmanuel Macron için “akıl sağlığını kontrol ettirmeli” mealinde diplomasi teamüllerinden bir hayli uzak bir açıklama yapmış, Fransız mallarını boykota çağırmıştı. Türkiye’de daha önceki yıllarda Hollanda, Fransa, İtalya ve Almanya malları için boykot çağrısında bulunulmuş, bunu genellikle siyasetçiler yapmış, herhangi bir sonuç da alınamamıştı. Öcalan, Roma’da bulunduğu süreçte Fiat otomobillerin üstüne çıkıp tepinenler olduysa da, onların Türkiye’de imal edildiğini hatırlayıp vazgeçmiştik. Almanya, Güney Doğu’da Alman silahlarının kullanılmasına şiddetle karşı çıktığında ise, gene bir boykot girişiminde bulunmuş, hattâ dönemin Odalar Birliği Başkanı BMW marka otomobilinin kontak anahtarlarını Federal Almanya Büyükelçiliğine göndermişti. Hollanda ile seçim mitingi yasaklama krizinde ise, yalnızca Hollanda’nın simgesi olan portakal rengi lanetlemek amacıyla kendi ürettiğimiz portakalları keserek bir protesto düzenlemiştik. Boykot çağrıları, malların serbest dolaşımda olduğu ve bunun kimse tarafından ciddi biçimde engellenilmediği hallerde, sembolik çıkışların ötesine gitmez.
Sembolik çıkışların çok ötesine gidecek olan, dini inançlar üzerinden yürütülen düşmanlıklardır. Hem çok derine gider ve iyileşmesi zor yaralar açar hem de bu tür çıkışlar eğer bir toplumun kendi iç dinamiklerinden kaynaklanmıyor ise, din savaşları çıkartacak kadar vahim sonuçlara yol açabilir.
Laiklik
Fransa toplumu, özelilkle büyük Fransız İhtilalinden bu yana, devlet ve din işlerinin ayrılmasını, Katolik Kilisesi’nin toplum üzerinde, iktisadi ve sosyal ağırlığının azalmasını hedefleyen uzun bir çatışma sürecine girdi. Bu süreç, neredeyse Birinci Dünya Savaşına dek sürdü. 1901-1903 yılları arasında Fransa, Manastır ve benzer dini kurumlarda yaşayan rahip ve rahibeleri sınır dışı etmeye varan ciddi siyasi girişimlerde bulundu. Katolik Kilisesi’nin toplumun eğitim ve sağlık gibi kurumları üzerinde kurduğu tekel, yüz yılı aşkın bir çatışma sürecinde seküler devlet kurumlarına devredildi. Gene de bugün Fransa’da ortaokul ve lise düzeyinde özel okullar bulunur. Bunlar Katolik eğitim de veren okullardır. Devlet okulları ücretsiz, özel okullar ise ücretlidir. Müfredat tamamen aynı olup Milli Eğitim Bakanlığı tarafından kontrol edilir. Ancak özel okullarda müfredata ek olarak Kateşizm, yani Katolikliğe göre kurgulanmış din dersleri de verilir.
Toplumun iç dinamikleri
François Mitterrand, 1981 yılında Cumhurbaşkanı seçildiğinde, 23 yıllık sağ iktidarlardan sonra başa geçen ilk sosyalist siyasetçiydi. Son derece derin bir entelektüel yapısı olan Mitterrand, “hayalim tek, geniş, kapsayıcı bir Cumhuriyetçi eğitim sistemi oluşturmak” diyerek Katolik özel okulları kapatmak istediğini açıkladı. 1982 yılında Paris’te yaklaşık bir milyon Fransız sokaklara döküldü. Hükümet geri adım atmak zorunda kaldı, Başbakan Pierre Mauroy istifanın eşiğinden döndü, yazdığı istifa mektubunu hatıralarını kitap haline getirdiği eserde basmaya kadar bu konudaki tavrını açık etti.
Fransa, dini inançlar zedelenmeksizin laik, cumhuriyetçi bir yaşam biçimini oturtmak için iki yüz yılı aşkın bir süredir uğraş veriyor. Başarılı da oldu. İfade özgürlüğü için büyük savaşım verdi, toplum olarak, siyasi güçler olarak bu savaşımı Aydınlanma çağından günümüze kadar sürdürdü. Başarılı da oldu.
Fransa, bu başarısının bedelini siyasi istikrarsızlıklar yaşayarak, kimi yerde hiç demokratik olmayan uygulamalara yol açarak sağladı. Katolik kilisesi, Charlie Hebdo’nun atası olan Hara Kiri dergisi için yedi kez dini inançlara saygısızlıktan dava açtı, hepsini kaybetti. Ancak Fransız toplumu, bu girişimleri kendi iç dinamikleri sayesinde yaptı. Hiç bir yabancı ülke ya da lider, Fransa’ya “ben şimdi sana laik ve katolik bir toplum nasıl olur öğreteceğim” demedi. Eğer deseydi, herhalde çok daha başka uluslararası çatışmalar yaşanırdı.
İstiyorsa İncil’i değiştirsin ama…
Türkiye’nin toplumunda böylesi bir siyasi ve sosyal geçmiş yok. Tabii ki Osmanlı döneminde Tarikatlerin siyasi iktidarı tehdit eder konuma geldikleri (Hurufiler, Kadiriler) dönemler olmuştur, Celali isyanları esasen bir mezhep savaşıdır. Ancak siyasi iktidara “ayar” verecek dini bir yapıdan söz etmek mümkün değildir. Bu Doğu Roma kilisesi ve iktidarı için de geçerlidir, Çarlık İmparatorluğu için de geçerlidir. Fransız laikliği, varlığını Katolik Kilisesi karşıtı mücadele ile edinmiş olabilir, bağımsız, uluslarüstü güce sahip (Vatikan) bir dini kurumsallaşmanın olmadığı toplumlarda ise, laiklik daha başka bir düzlemde oluşur. Siyasi iktidarın daima tahakkümünde bulunan dini yapılanma, Bundan iki yılı aşkın bir süre önce Fransa’da “Kuran-ı Kerim’deki yabancı düşmanlığı içeren kısımlar lağvedilsin” diye bir dizi aydın çağrı yapmıştı. Ona karşı yazdığım makalede dilimin döndüğünce anlatmaya çalıştığım, tam da bu idi. Eski ve Yeni Ahit’i tekrar kaleme almak isteyenler olursa buyursunlar, ancak kimseye nasıl dini devlet işlerine alet etmemeye çalışması gerektiğini lütfen diğer ülkelere öğretmeye kalkmasın.
Uluslararası düzlemde, tartışmanın gidişatını aşırı uçların söylemine terk edersek, korkarım çok daha ciddi çatışmaların eşiğinde kendimizi bulabiliriz.