“Acı reçeteden” söz etmesi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ekonomi politikasının yanlış olduğunun, başına damadı Berat Albayrak’ı getirerek daha büyük bir yanlış yaptığının kabulüdür. “Acı reçete” ifadesinin, kamu harcamalarının azaltılması, ücret artışlarının frenlenmesi anlamına geldiğini herkes biliyor. Bir başka boyutu da “dev yatırımlara” ayrılacak paranın kesilmesi gereği. Kesintinin en azından bir kısmının da koronavirüs Covid-19 salgını nedeniyle önemi artan sosyal devlet uygulamalarına aktarılması gerekiyor. Bu çerçevede ilk akla gelen “dev yatırım” Erdoğan’ın Kanal İstanbul projesi. Acı reçeteye Kanal İstanbul’un iptali dahil olacak mı?
Erdoğan’ın bu “çılgın projeyi” daha 2011 seçim kampanyasında müjdelemişti. Çalışmaları 2018’de tamamlandı ve sonradan görevden alınan Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Cahit Turhan tarafından maliyeti 25 milyar dolar olarak açıklandı. Kuru 8 liradan hesaplarsanız 200, 7 lira 60 kuruştan hesaplarsanız 190 milyar lira ediyor. Üstelik 2019’de İstanbul Belediyesini kazanan CHP’li Ekrem İmamoğlu’ndan destek gelmeyeceği de belli. Vatandaşa acı reçete önerilirken Kanal İstanbul’a bu kadar para harcanacak mı? Ve nereden bulunacak?
Başka sorular da var.
Yap-İşlet-Devret projeleri ne olacak?
İstanbul Havalimanı, İstanbul’daki Üçüncü Köprü, Avrasya Tüneli, Gebze-Gölcük arasındaki Osman Gazi Köprüsü gibi projeler akla geliyor. Geçerken hoşumuza gidiyor, yolumuzu kısaltıyor; güzel. Güzel olmayan yanı bunların döviz kuru üzerinden, belli müşteri garantisi hesaplanıp üstünün Hazine’den, yani bizim cebimizden çıkıyor olması. Döviz kuru arttıkça geçiş ücretleri artıyor, Hazine boşalıyor, ama müteahhitler kaybetmiyor. Eğer bir başka formül bulduysa Berat Albayrak, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan şeffaf yönetim gereği bunu açıklamalı.
Bu projelerin Türk ortakları hemen hemen hep aynı inşaat şirketleri. Bu nedenle Türkiye’den beş şirket, Limak, Kolin, Cengiz İnşaat, MNG ve Kalyon, dünyada en çok kamu altyapı yatırımı alan ilk on şirket arasında. Ankara kulislerinde ekonomideki ciddi sorunlardan birisinin bu yap-işlet-devlet projelerinin, ortaklarıyla yeniden müzakere edilmesi olduğu konuşuluyor. Doların belli bir kurdan sabitlenmesi yöntemlerden birisi. Ancak bugüne dek AK Parti ekonomisini ayakta tutan bu müteahhitler ve onların yabancı ortakları karşı çıkıyor.
Reform vaatleri, yabancı sermaye ve IMF
Sorulara devam ediyoruz.
Erdoğan’ın Albayrak’ın yerine Elvan’ı atamasından sonra 11 Kasım’da Beştepe’ye davet ettiği ilk heyetin yabancı sermaye temsilcilerinin derneği olan Uluslararası Yatırımcılar Derneği olması rastlantı mıydı?
Ya toplantının hemen arkasından İstanbul Borsasında banka hisselerinin yabancılar tarafından satın alınmaya başlaması?
Hemen ardından Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün sanki bir muhalefet sözcüsüymüş gibi hukukun üstünlüğü gereğinden söz etmesi? Bir yandan yatırım için hukuk devletinin gereği söylemi tozlu raflardan indirilirken diğer yandan uydurma sebeplerle hapiste tutulan Osman Kavala dosyasına bakan yargı üyelerinin sicillerinin istenmesi? Ve Erdoğan’ın ekonomide “acı reçeteden” bahsetmesi?
Erdoğan’ın AK Parti’nin Tekirdağ İl Kongresinde söylediklerini pembe gözlük takmadan okuyun lütfen. Ekonomide ve hukukta refom sözü verirken, ekonomi politikasını “fiyat istikrarı, finansal istikrar ve makroekonomik istikrar sacayağı üzerinde inşa” edeceğini söyledi. Bu üç unsur yıllardır IMF tarafından dile getirildikçe AK Parti yönetimi tarafından “emperyalizmin boyunduruğu” sayılan, Albayrak’ın şive taklitleri yaparak dalga geçtiği unsurlardır.
Kavala’ya var da Demirtaş’a yok mu?
Osman Kavala yıllardır uydurma gerekçelerle hapiste tutuluyor. Gezi protestolarını onun örgütlediği iddiası yüksek yargıdan dönünce, bu defa neredeyse aynı iddianameyle, yine uydurma bir casusluk suçlamasıyla tutukladılar.
Şimdi onu tutuklatan savcı ve hâkimlerin bir daha terfi alamaması için dosyalarının Hâkimler ve Savcılar Kuruluna istendiğini okuyoruz. Daha önce Fethullahçı savcı ve hâkimler de iktidarın yolunu temizlerken göz bebeğiydi. Şu anda hapiste olmayanları kaçak, aranıyor.
Kavala, batı dünyasında Türk yargısındaki adaletsizliğin simgesi oldu. Onu bırakırsak, yakamızı bırakılar diye düşünenler olabilir. Peki ya Selahattin Demirtaş? O da yıllardır tutuklu olarak hapiste. Sadece o değil… Çok sayıda siyasetçi var aynı durumda. Gazetecileri yok yere tutuklayıp, aylarca hapiste tutup tahliye etmek adeta bir cezalandırma yöntemi oldu.
Erdoğan’ın sonunda korona gerçeği altında ekonomik sorunları kabul edip, ABD’de Joe Biden’ın seçildiği ortamda değişecek dünya siyasi coğrafyasını da hesaba katarak reform sözü vermesi güzel.
Tutması önemli tabii.