Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın 25 Kasım’da açıkladığı korona virüs Covid-19 tablosu bir anda ne kadar vahim bir durumda olduğumuzu resmi planda da ortaya çıkardı. Türkiye bir anda dünyada en kötü durumda görünen ülkeler sıralamasına düştü. Durumun böyle olduğunu Türk Tabipler Birliği (TTB) aylardır söylüyordu. Koronavirüs salgınında bulaşma, hasta ve vefat sayılarının açıklanandan kötü olduğunu büyükşehirlerin belediye başkanları söylüyordu.
Korona gerçeğinin hükümetin açıkladığı gibi olmadığı kuşkuları yazıldıkça, söylendikçe AK Parti hükümeti öfkeleniyordu. Öfkeyi dile getirense daha çok Erdoğan’ın ittifak ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli oluyordu. Daha bir gün önce İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu şehrindeki bulaşıcı hastalık kaynaklı vefatın Bakanlığın açıkladığı toplam ülke rakamından fazla olduğunu söyledi diye bozgunculukla suçlanmıştı. Bahçeli daha önce de TTB’ye teröristlik ithamında bulunmuştu.
Gerçeklerin dile getirilmesini sesinizi yükselterek bir yere kadar engelleyebilirsiniz.
Koca’nın gecikerek de olsa “açık” hasta ve vaka sayılarını ilanı, adını koyalım ki gerçeklere teslim olmaktır.
Korona önlemlerine korkutarak hazırlama
Peki, neden şimdi? Erdoğan hükümeti korona gerçeğine neden daha önce, yaz aylarında ortalık alev alev yanmaya başlamışken değil de şimdi teslim oldu?
Bakan Koca, itiraf gibi açıklamalarında korona yayılmasının Kurban Bayramı (31 Temmuz-3 Ağustos) sonrasında hızlandığını söyledi. Hükümet bütün uyarılara rağmen, kendisi de turizm şirketleri sahibi olan Turizm Bakanı Mehmet Ersoy’un ve inşaat-AVM lobisinin özel çabalarıyla “her şey serbest” moduna geçmişti. Yayılmadaki bütün suç maske takmayı ihmal eden vatandaştaydı.
Erdoğan için de önemli olan dükkanların açık tutulmasıydı. Böylece ticaret odalarının, turizm dernek ve birliklerinin başkanları, üyelerine “İşte bastırdık, Cumhurbaşkanımız açık tutuyor” diyebiliyordu. Erdoğan dükkân kapatan, sokağa çıkma yasağı koyan lider olmayacaktı.
Ama dükkanlar siftahsız kapanmaya başladıktan sonra ve esnaf hükümetten para yardımı istemeye başladıktan sonra işin rengi değişti. Nitekim İstanbul’da esnaf dernekleri, eğer işçiler gibi tartaklanarak dağıtılmazsa, 27 Kasım’da taleplerini dile getirecek bir mitinge hazırlanıyor.
Şimdi Erdoğan hükümeti esnafın, tüccarın ve küçük sanayicinin gözünü, gerçek tabloyu açıklamak zorunda kalma pahasına korkutarak “tam kapanma” uygulamasına geçmenin psikolojik zeminini hazırlamaya çalışıyor.
Kasanın boş olduğu anlaşılınca
Aslında Erdoğan’ın gerçeklere teslim olması Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal’ı görevden alıp yerine Naci Ağbal’ı atamasıyla başladı denebilir. Ancak kitlelere bu ayrıntılar duyurulmadığı için korona ilk büyük örnek olarak görünüyor. Düşünsenize Pelikan medyası Cumhurbaşkanının damadı Berat Albayrak’ın istifasını 27 saat haber yapamadı.
Reuters “dört ayrı kaynağa dayanarak” Erdoğan’ın ancak damadını çağırmadığı toplantılar sonucu kasanın tamtakır kalmak üzere olduğunu anladığını, başka deyişle damadı tarafından da kandırıldığını yazdı. Öte yandan, mevzuatın başkan vekilliğini Hazine ve Maliye Bakanı üstlenir demesine rağmen, Türkiye Varlık Fonu (TVF) Başkan Vekilliğini Bakan Lütfi Elvan değil, hâlâ Albayrak’ın yaptığı görülüyor. Bu durum acaba Elvan’ın oralarda olan bitenden haberi olmadığı için sorumluluk almak istememesinden mi kaynaklanıyor, Erdoğan’ın Albayrak’tan TVF’de açık varsa kapatıp işten çıkarılacakları çıkarıp öyle devretmesini istemesinden mi, yoksa reform söylemine karşın kasanın anahtarının aile içinde kalmasını istemesinden mi?
Yakında o da ortaya çıkar. Ankara’da Pandora’nın kutusu açılmış, içindekiler ortaya saçılmaya başlamış gibi bir hava var.
Cumhur İttifakında Arınç travması
Hükümet kanadından derin haber çıkaran gazetecilerden Hadi Özışık 25 Kasım akşamı önemli bir kulis bilgisi verdi. Buna göre Bülent Arınç, Cumhurbaşkanıyla görüştükten sonra istifasına karar vereceğini söyledikten sonra yüz yüze değil, telefonda görüşebilmişti. Arayan Erdoğan olmuştu, yarım saat konuşmuşlardı. Arınç istifa etmek istemiş, Erdoğan da “Peki” demişti.
Öyle anlaşılıyor ki bu görüşme yapıldığı sıralarda Bahçeli MHP grubunda “ahmak” gibi sözlerle Erdoğan’dan Arınç’ı göndermesini istiyor, sıraya CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun hapsedilmesi talebini koyuyordu. Özışık’a göre, Erdoğan’ın istifa hakkında bir gün sonra konuşmasının nedeni, kamuoyunun (siz bunu AK Parti tabanı diye de okuyabilirsiniz) Arınç olayı hakkında merakını gidermek, spekülasyonlara meydan vermemek içindi.
Erdoğan grupta kızgınlığının Arınç’ın Habertürk yayınında HDP’li Selahattin Demirtaş’ın “Devran” kitabının okunmasını önermesi olduğunu duyurdu. Bağımsız yargıyı göreve çağırdığına göre, Arınç hakkında yakında terörizmi övmek suçlamasıyla soruşturma açılması beni şaşırtmayacak.
Acaba Arınç’ın arkasından neredeyse teneke çalmaya başlayanlar bir gün kendilerine de aynı muamelenin yapılabileceğini düşünmüyorlar mıdır? Tramva budur. Bu travmadır.
Korona, kapanma ve reform beklentisi
Korona gerçeğinin kabulü aylardır AB’den gelen şeffaflık eleştirilerini de haklı çıkarmış oldu. Nuriye Ortaylı gibi halk sağlığı uzmanları Selva Demiralp gibi iktisatçılar aylardır kesintili kapanma yerine tam kapanmanın hem sağlık hem ekonomiye iyi geleceğini yazıyorlardı. Arada kaybedilen canlar ve aylar oldu, ekonominin “her şey serbest” ile toparlanamadığı görüldü ve şimdi tam kapanmanın eşiğindeyiz.
Erdoğan’ın sözünü ettiği reformlara gelince. Bazı bilgiler gelmeye başladı, teyit ettikçe yazacağım. Ama ilk işaretler ülkedeki hukuk ve ekonomi yapısından çok AK Parti-MHP ortaklığının süresini uzatmaya yönelik önlemlere işaret ediyor.
Oysa Erdoğan bir yandan zamana karşı yarışa girmiş durumda. Düne kadar İslam düşmanlığı ile, Nazilikle, Hıristiyan Kulübü olmakla suçladığı Avrupa Birliğinde (AB) yer almak istediği dönüşünü yaptı. AB’yse 10-11 Aralık tarihlerindeki liderler zirvesinde Türkiye’yi yeniden gündemine alacak. Ondan önce, 1-2 Aralık tarihlerindeyse NATO Bakanlar Kurulu toplanıyor, Doğu Akdeniz, Libya gibi gündem maddeleri masada.
Sorunlar birikiyor. Takvim sıkışıyor. Erdoğan partisinden alkış talep eder oldu.