Sağlık Bakanı 25 Kasım akşamı, nihayet Türkiye’deki vaka sayısını açıkladı. Açıklananan sayının enfeksiyonların ancak bir bölümünü yansıttığını düşünüyorum. Ancak bu açıklama bile, sağlık iletişiminin temel bir ilkesini doğruladı. Tehdidin büyüklüğünü açıklamanız insanların bu tehditten korunmak için davranışlarını değiştirmelerinin ilk adımıdır. Kendi çevremde bile birçok insanın bu “yeni bilgi”doğrultusunda planlarını değiştirdiklerini gözledim. Oysa ben en az birkaç aydır yakınlarıma hızlı bulaşma olduğunu, kendilerini sakınmalarını söylüyordum. Yine de otoritenin doğruladığı bilginin etkisi daha büyük oluyor. Yakın çevrelerinde salgını izleyip uyaran halk sağlıkçıların olmadığı ve hükümetin dediklerine içtenlikle inanan çok sayıdaki vatandaş için, Bakanlığın attığı bu ufak adım bile bireylerin olumlu yönde davranış değiştirmelerine katkı sağlayacak diye düşünüyorum.
Vaka sayılarının aniden açıklanması karşısında, şimdiye kadar iktidarın birçok noktada yanlışta inat etmesine alışmış olan kamuoyu, komplo teorilerine savruldu. Dünya Sağlık Örgütü’nün ülkelere vaka sayılarına göre aşı kotası vereceği ve bu yüzden vakaların açıklandığı söylentisi yaygın bir şekilde ortada dolaştı. Benim bildiğim DSÖ’nün böyle bir açıklaması yok, tersine, ilk ağızda her ülkede sağlık çalışanlarından başlayarak, nüfusun yaklaşık yüzde yirmisini oluşturan risk gruplarına ulaşmayı hedefliyor. Bulaşma hızı vb ile ilgili kaygılar daha sonraki dönemlerde öne çıkabilir diye düşünülüyor. Bence bu söylentiler, muhalefet edenlerin, kendi güçlerine inanmamaları, değişikliğin ancak yurtdışı baskılardan gelebileceğini sanmaları gibi Türkiye’ye has bir tuhaflığı yansıtıyor. Basitçe, söylediklerinizin hiç bir işe yaramadığını düşünüyorsanız, niye bunları söylüyorsunuz diye sormak istiyorum. Bence salgın yönetimi, işler çığrından çıktığı, daha da çıkacağını en sonunda kavradıkları, toplumdan yükselen eleştirilerin dozu yükseldiği için, istemeye istemeye inadından biraz, ama biraz, vazgeçti. Tıpkı yakınlarda ekonomide olduğu gibi. Bu ilk adım olumlu. Ama yeterli değil, dolayısıyla yapılanları dikkatle izlemeye ve yanlış gördüklerimize hepimizin hayrı için itiraz etmeye devam etmek gerek.
Vaka sayılarının ilan edildiği basın toplantısından saatler önce yazdığım yazıda üç şeyin önemli olduğunu söylemiştim Vaka sayılarının, il il açıklanması. Verilerin bilim insanlarına açılması ve bilime dayalı yöntemlerle tedbirlerin saptanması. Tedbirlerin etkili olması ve açlık sınırındakilerin korunması için küçük esnafın, gündelikle yaşayanların ve işsizlerin maddi olarak desteklenmesi.
Sağlık Bakanının, başladığı yolda devam etmesi gerekli. İlk yapılması gereken, vaka sayılarının illere göre dağılımının, hem de Mart ayındaki rakamlardan başlayarak Bakanlığın resmî sitesine konulması için talimat vermek. Bu salgının gidişatını saptamamız, vatandaşın ve yerel yöneticilerin kendi yerleşim birimlerindeki bulaşmanın durumunu anlaması ve gerçeğe uygun tedbirler geliştirmesi için kaçınılmaz. Bugüne kadar bu talep çok dillendirildi, duymazdan gelindi.
Tartışmanın taraflarının çok iyi bildiği gerçeği de açıkça yazayım. Salgının başından beri verilerin illere ve daha küçük yerleşim birimlerine göre verilmemesinin tek bir nedeni var: çuval küçülünce mızrağı sığdırmak daha güç olur diye düşünüldü. İl bazındaki enfeksiyon sayısını da ölüm sayısını da özellikle nispeten küçük illerde birçok insan biliyor. Resmî sayılar bunlara uymazsa itirazlar çok çabuk ortaya çıkardı. Bu yüzden bugüne kadar, Dünya Sağlık Örgütünün tavsiyelerine, ve birçok uzmanın, sağlık meslek örgütlerinin, hatta yerel yöneticilerin ısrarlı taleplerine rağmen bu sayılar kamudan gizlendi. Ne işe yaradı? Sadece geciktik. Sonuçta resmî ülke toplamları, bir ilin sayılarını geçince, yani bulaşma iyice hızlanınca gerçekler ortaya çıktı. Huyu olduğu üzere gerçek ortaya çıktığına göre, artık sayıların da il il kamuyla paylaşılması gerekir.
İkincisi ve en önemlisi aldığımız tedbirlerin işe yarar olması gerekli. Bu konuda başka ülkelerin deneylerinden ve bilimsel araçlardan faydalanmamız lazım. Pandemi ilan edileli yedi ay gibi bir süre geçti, ama daha şimdiden, hangi önlemlerin ne kadar işe yaradığını analiz etme gayretinde çalışmalar var. Bunlardan prestijli Nature dergisinde yayınlanan bir analize göre en etkili yöntemler, sırasıyla:
Büyük toplantıların yasaklanması, topluma yönelik aktif iletişim, özellikle kırılgan topluluklara destek (gündelikle yaşayanlar, evsizler vb) bunları izliyor. Biz ilk altı önlemden (2) ve (4) numaralı olanları uygulamaya aldık, (1) ve (5) numaraları ise vatandaşın insiyatifine bıraktık.
Sağlık Bakanı 25 Kasım akşamı aldıkları tedbirlerin etkisini izleyip, duruma göre daha sert kısıtlamalara geçebileceklerini söyledi. Aynı toplantıda şunları da söyledi: “Ağır hasta sayımız Ağustos ayından bu yana 8-9 katına çıktı”. “İstanbul başta bir dizi büyük ilde son bir hafta içinde bulaşma hızımız yüzde elli ila yetmiş arasında arttı.” “ İstanbul’da, İzmir’de ve birkaç ilde daha yoğun bakım yataklarımızın yüzde yetmişi dolu. Geriye kalan yüzde otuz da diğer acil durumlar için kullanılıyor.” Bu diğer acil durumlarda boşluğu ben doldurayım: kalp krizleri, beyin kanamaları, trafik kazaları, şeker komasındakiler, durumu ağırlaşan kanser hastaları vb.
Şimdi, hiç başka verilere bakmadan, Bakanın söyledikleri üzerinden bir kaba hesap yapalım. 17 Kasımda ilan edilen tedbirlerden işe yaradığını bildiğimiz iki tanesi, okulların kapanması ve restoranların, paket servise geçmesi. Bunların etkisi olup olmadığını ancak Aralık’ın ilk haftası içinde görebileceğiz. Daha doğrusu, bakanlıktan bazı yetkililer görebilecek. Çünkü bizlere halen doğruluğundan şüphe duyduğumuz bir Türkiye toplam vaka sayısı veriliyor.
Başlangıç (25 Kasım) sayımız 100 olsun. Bakanın verdiği bulaşma oranlarının alt sınırı olan yüzde elliyi kullanalım, okulları kapattığımız ve restoranlarda toplu yemek yiyenleri engellediğimiz için. Aralık’ın ilk haftası bittiğinde bugün 100 olan vaka sayımız 225 olacak. Bugün yüzde yetmişi Covid hastalarıyla dolu olan yoğun bakımlarımızın doluluk oranı ne olacak? Ya da kalp krizi geçirenleri mi, yoksa Covid’li hastaları mi acilde sedyede bekleteceğiz? Acaba hepsine yetecek kadar sedye olacak mı?
Haftalardır bunun için kapanma, kapanma, kapanma diyoruz. Sağlık Bakanlığı hâlâ bekleyip görmekten dem vuruyor. Bekleyip görme vaktini çoktan geçtik. Onun zamanı, Eylül ayıydı, bilemediniz Ekim’in ortalarıydı. Atalet içinde geçirdiğimiz zamanlar. Bekleyip göreceğimiz şeyler kabus senaryosu. Şunu unutmayalım, kapandığımız sırada da önceki haftalarda virüsü almış insanlar yoğun bakımlara akmaya devam edecek. Memleketin her köşesine çoktan yayılmış ve yarısından çok daha fazlasını saptayamadığımız belirtili, belirtisiz seyreden virüsün önünü kesmenin başka yolu yok. Bence yönetim şimdiden ihtiyaç sahiplerine nakdi yardımı nasıl dağıtacağı konusunda yerel yönetimlerle koordinasyon toplantılarına başlamalı ki, Nisan ayında PTT önlerinde gördüğümüz rezalet yaşanmadan insanlara destek ulaşsın.
İçişleri Bakanlığı'nın tartışmalı bir kararla Tunceli ve Ovacık belediye başkanlarını görevden alarak yerlerine kayyum ataması,…
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…