Türk basınında fazla yer bulmadı. Ancak AB dışişleri bakanları Türkiye’ye yaptırım konusunda topu 10-11 Aralık’taki devlet başkanları zirvesine atarken insan hakları alanında sicili parlak olmayan ülkelerle ilgili çok önemli bir karara imza attı.
Pazartesi günkü toplantıdan çıkan Küresel İnsan Hakları Rejimi adlı düzenleme bundan sonra AB’ye, dünyanın her neresinde yaparlarsa yapsınlar ağır insan hakları ihlalinde bulunan kişilerle, devlet veya devlet dışı kurum ya da yapılara yaptırım uygulama imkanı getiriyor.
Yaptırım gerektirecek “davranışlar” ise “soykırım, insanlığa karşı suçlar ve diğer ciddi ihlal ve istismarlar” olarak ifade edilmiş. Bu sonuncusunu örneklemek için “kölelik, işkence, yargısız infaz, keyfi tutuklama ve gözaltılar” sayılmış. Türkiye’nin özellikle keyfi tutuklamalardan hedefe gireceği açık.
Bitmedi.
Türkiye, sınırları dışındaki faaliyetleri nedeniyle de yaptırım görebilir
Bu ihlallerin AB’nin ortak güvenlik ve dış politikasının hedeflerine dair “ciddi endişe”ye sebebiyet vermesi de yaptırıma yol açabilecek.
ABD’deki Magnitsky Yasasından ilham alan bu yaptırım rejimini Türkiye’yi düşünerek mi kaleme almışlar demekten insan kendini alıkoyamıyor.
Ermenilerin iddiaları nedeniyle “soykırım” ya da “insanlığa karşı suçlar” ifadelerine takılmak yanıltıcı olabilir. Yukarda da değindiğim gibi Türkiye’yi ciddi sıkıntıya sokacak asıl ifade “keyfi tutuklama ve gözaltılar.” Başta Osman Kavala ve HDP eski eş başkanı Selahattin Demirtaş olmak üzere bu konuda Türkiye’nin AB nezdindeki sicilinin parlak olmadığı açık.
Ancak belli ki ülkeler sınırları içindeki insan hakları ihlalleri nedeniyle değil, sınırları dışındaki adımları nedeniyle de hedef tahtasına konmak isteniyor. Bazı Avrupa başkentlerinin kendi açılarından baktıklarında Türkiye’nin Suriye’den Libya’ya ve genel anlamda Doğu Akdeniz politikalarıyla ilgili “ciddi endişe” duydukları ortada.
Bu arada hemen belirtelim, yaptırımlar üçe ayrılıyor; kişilere dönük seyahat yasağı; kişiler ya da kurumların hesaplarının dondurulması ya da mali fonların verilmesinin durdurulması.
AB çifte standardı iktidarın elini rahatlatır mı?
Türkiye’de iktidar bu yaptırım rejiminin olası etkilerini masaya yatırdığında kuşkusuz elini rahatlatacak pek çok unsur bulacaktır. Bunların başında yaptırımlara oybirliği ile karar verilmesi geliyor. Şimdiye kadar görüldüğü gibi, Türkiye lehine itiraz edecek en az bir ülke bulmak o kadar zor olmayacaktır.
İktidarı rahatlatacak bir başka unsur ise AB’nin çifte standartları. İnsan hakları alanında korkunç bir sicili bulunan Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah El-Sisi’nin Paris ziyareti bu çifte standardı göstermesi açısından daha iyi bir zamanlamayla gerçekleşemezdi.
AB’nin yaptırım rejimini basına açıkladığı aynı gün Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Sisi ile düzenlediği basın toplantısında Fransız silahlarının satışını insan haklarında iyileştirme koşuluna bağlamayacağını çok net bir şekilde ifade etti.
Bununla birlikte bu karar 10-11 Aralık’taki zirvede Türkiye lehine devreye gireceklerin işini zorlaştıracaktır.
Çünkü ibre artık yaptırımdan yana kaymış görünüyor. Şu sıra cevabı aranan soru yaptırımın gelip gelmeyeceğinden ziyade ne sertlikte geleceği.
Silah ambargosu ya da gümrük birliğinin askıya alınması gibi Yunanistan veya Fransa’nın dile getirdiği yaptırımlar gerçekçi olmadığı gibi, bu maksimalist talepler her iki ülke açısından taktik bir manevra olarak kullanılıyor. Çıtayı yukarda tutup, daha azına razı olurken, istedikleri sertlikte olmasa da en azından yaptırım kararı aldırtmayı hedefleyecekler.
Beklentiler bu aşamada, Türkiye’ye yönelik yaptırımların daha “sınırlı-yumuşak” tutulması. Bazı kişilere seyahat yasağı (misal bazı TPAO çalışanları gibi) ya da bazı mallara ek gümrük vergisi getirilmesi gibi.
Bu sonuncusunu “yasal” olarak haklı gösterecek bir durum söz konusu. Zira AB’nin serbest ticaret anlaşması imzaladığı üçüncü ülkelerin mallarının normalde sıfır gümrükle Türk topraklarına girmesi gerekirken, Türkiye bu anlaşmaların kendisiyle istişare edilmeden yapıldığı öne sürerek gümrük vergisi alıyor. Gümrük Birliği’ne aykırı olan bu uygulama nedeniyle AB bazı mallara gümrük vergisi getirebilir.
Ancak Ankara’yı bekleyen asıl tehlike bu görece “kozmetik” kalabilecek yaptırımlara ek olarak zamana yayılmış kademeli ve katmanlı bir yaptırım silsilesinin karara bağlanması. Türkiye AB’nin beklentilerini karşılamadığı sürece, dozu sürekli artan yeni yaptırım tehditleriyle karşı karşıya kalacak.
Yaptırımlar için Biden beklenir mi?
Zayıflasa da yaptırım kararı çıkmama ihtimali elbet var.
Küçük bir olasılık da olsa bazı ülkeler özellikle Fransa’ya ABD’deki yönetim değişikliğini beklemenin daha doğru olabileceğini belirtip, Washington’un da zaten yaptırımlara hazırlandığını hatırlatması beklenebilir.
Bir de tabii zirvenin tek konusu Türkiye değil. Brexit gibi müzakereleri krize girmiş olan bir konu AB için çok daha öncelikli. Diğer konular uzarsa, Türkiye’yle ilgili uzlaşma için vakit kalmayabilir.
Ancak bu aşamada yaptırım kararı çıkmasa da kademeli, zamana yayılmış bir yaptırım silsilesinin martta yapılacak olan bir sonraki zirveye kadar hazırlanması kararı da çıkabilir.
Son bir ihtimal ise şimdiye kadar AB’yle ilgili çelişkili açıklamalar yapan Ankara’nın son anda (o da Yunanistan’dan da gelecek bazı sinyaller olması durumunda) bazı adımları atacağı mesajını vermesi. Zirve öncesi ya da zirve sırasında Almanya Başbakanı Angela Merkel’in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la telefonda yapacağı diplomasi mekiği bir son dakika açılımı getirse de bunun kalıcı bir çözüm olmak yerine geçici bir pansuman görevi görmesi ihtimali çok yüksek.