CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile 17 Aralık akşamı Olay TV’deki Gündem programındaki sohbetimizde son yıllardaki siyasi kutuplaşmanın etkisiyle hiç sorulmayan bu soruyu da sordum.
CHP’nin AK Parti ile uzlaşarak Anayasayı değiştirme ihtimali neydi? Bu Türkiye’de siyaset ve ekonominin rahatlamasının çıkışı olabilir miydi? Yoksa artık köprüler tamamen atılmış, gemiler yakılmış durumda mıydı?
Yanıt verdiğini aktaracağım, kendi yorumumla birlikte ama önce daha güncel konularda verdiği yanıtları özetlemem gerekiyor. Ayrıntıları www.olaytv.com.tr adresinde izlenebilir.
Kovit-ekonomi-yargı
Kılıçdaroğlu olsa kovit konusunda ne yapardı? Diyor ki, hemen Ekonomik Sosyal Konseyi toplarım. Ekonomideki taraflara koronavirüs Covid-19’la mücadele için tıp insanlarının önerdiği sürede tam kapanmanın gerekli olduğunu anlatırım, desteklerini alır ve uygularım.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın sözünü ettiği ekonomik reformun gerçekleşeceğine inanmıyor Kılıçdaroğlu. Merkez Bankasının Erdoğan’ın sözünden çıkamayacağını, tek adam yönetimin ekonomide de geçerli olduğunu söylüyor. ABD dolarını 7 liranın altında tutmak için harcanan 128 milyar doların nereye gittiğinin TBMM tarafından araştırılmasının AK Parti ve MHP tarafından engellendiğini hatırlatıyor.
Yargı reformundan da bir sonuç çıkmayacağını söylüyor. Kılıçdaroğlu, Yargıtay’a atanması üzerinden sadece günler sonra eski İstanbul Başsavcısı İrfan Fidan’ın 101 Yargıtay üyesi tarafından Anayasa Mahkemesine aday gösterilmesini yargının çürümesi olarak gösteriyor. Gösterdiği bir diğer örnek de kendisine hakaret dolu tehditlerde bulunan Alaattin Çakıcı’ya suç duyurusunda bulunmalarına rağmen hiçbir savcının cesaret edip ifadeye “çağıramamış” olması. Yargıyı Erdoğan’ın avukatlarının yönlendirdiğini iddia eden Kılıçdaroğlu reform paketi adı altında Cumhurbaşkanının yargı üzerindeki etkisini artıracağından kuşku duyuyor.
Siyaset-cumhurbaşkanlığı adaylığı
Kılıçdaroğlu TBMM konuşmasında bir AK Parti milletvekilinin müdahalesine “Aday olup olamayacağımı size kim söyledi” deyince tartışma başlamıştı. Erdoğan buna “Çok memnun oluruz” diye karşılık vermişti. Oysa CHP lideri henüz İYİ Parti lideri Meral Akşener başta olmak üzere Millet İttifakı üyeleriyle ortak aday gösterip göstermeme konusunu dahi konuşmadıklarını söylüyor. Şu aşamada bu tartışmadan sonuç çıkmayacak gibi
Kılıçdaroğlu’nun MHP konusundaki çıkışları dikkat çekiciydi. MHP tabanını “yurdunu seven, Atatürkçü” kişiler olarak tanımladı. Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’a kayıtsız şartsız verdiği desteğin oy kaybetmelerine neden olduğunu ve Cumhur İttifakından ayrılma ihtimalinin bulunduğunu öne sürdü.
Muharrem İnce CHP’de kalma kararı vermezse, yollar ayrılmak üzere, öyle anlaşılıyor, tartışılacak bir şey kalmamış.
CHP’li belediyelerde son haftalarda ortaya çıkan taciz haberlerini de sordum. Üstüne gidip suçlananların üyeliklerini askıya aldıklarını, mağdur olduklarını söyleyen kadınlara hukuki ve psikolojik destek önerdiklerini ve iç soruşturma sonucuna göre sürecin partiden çıkarma ve suç duyurusuna gideceğini söyledi.
Gündem dışı ama stratejik soru
Gündemde olmayan ama stratejik soru başlıkta: AK Parti ile CHP bir Anayasa değişikliği konusunda uzlaşabilir mi?
Bunun anlamı ister istemez hem Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin, Erdoğan’ın yetkilerinin bir kısmını TBMM ile paylaşacak şekilde paylaşması hem de Erdoğan’ın başta kalması olur ister istemez.
Şu anda anketler AK Parti’yi 35 civarında gösteriyor diye türlü senaryolar kuruluyor oysa AK Parti 2002’de yüzde 34 küsur ile tek başına iktidar olmuştu.
AK Parti-CHP iş birliğinin ne sonuç getirebileceğini de o zaman görmüştük. 2002-2004 sürecinde Avrupa Birliği uyum reformları adı altında 9 Anayasa değişikliği ve Ceza Kanunu ve Medeni Kanun gibi temel yasa değişiklikleri mümkün olmuştu. Hem de referanduma gerek kalmadan, TBMM’deki oylamayla.
Bugün Meclis’te AK Parti’nin 289, CHP’nin 138 milletvekili var; toplamları 427. Yani -müttefik partileri saymasak bile- Anayasayı Meclis’te değiştirecek çoğunlukta bir toplam.
Hayal mi, çıkış yolu mu?
Kılıçdaroğlu’na sordum. Erdoğan’ın “Her şeyi ben belirleyeceğim” anlayışından vaz geçmesi ve hukukun üstünlüğünü kabul etmesi şartıyla “Gelirlerse neden görüşmeyelim?” dedi.
Hayale kapılmıyorum. Ama geçmişte örneği var. İkibinlerin başındaki uzlaşmayla Türkiye’nin hem siyaset hem ekonomide rahatladığı bir dönem yaşanmıştı. Bu sorunun hem siyaset hem ekonomi karar vericilerinin hem de sivil toplumun gündemine taşınmasında yarar var. Halkın ve ülkenin yararı çatışma ve kutuplaşmanın artmasında değil, sorunlara çözüm için diyalog ve uzlaşmada.
Bugün hayal gibi görünen hedefler, çıkış yoluna dönüşebilir.