Türkiye’de 2020’den 2021’e siyasetteki değişim ne kadar farklı olabilir? 24 saatte herşeyin değişebileceği demokrasilerde çare ya da çaresizlik tükenir mi?
Siyasette düzen, düşünsel tutarlılık ya da bir ideolojik çerçeve temelde bir kestirilebilirlik dengesi sunabilmek için önemlidir. Lider ve partiler kafalarına geleni gündeme sürdüklerinde niye kendi çıkarlarına uygun bir iş yapmamış olurlar? Tahmin edilebilir olmamak siyaseten bir avantaj değildi. Çünkü tahmin edilebilir olan rakipler seçmene daha kolay hitab edip oylarını daha kolay devşirebilirler. O halde siyasette bir dünya görüşü, bir ideoloji sahibi olmak, bununla tutarlı argümanlar ile siyaset yapmak seçmen karşısında siyaseten bir kazanç yaratır. Siyaset tahmin edilebilirliği sever yani. İdeolojiler genelde bu tutarlılık dengesini bozmamak uğruna statükoyu besleyen kurumsal dinamikler yaratıp düşünsel kurallarına uymayanları dışlar ve onları toplumsal baskı altında tutar.
Bu çerçeveye kendinizi kaptırırsanız toplumsal değişim yoktur ve olamaz sanabilirsiniz. Oysa elbette bu doğru değil. Toplumlar değişiyor ve tabi bu değişim de hiç durmuyor.
Değişimi engelleme çabası
Ama siyasette iktidarlar ve ideolojileri sık sık değişimi yadsıma eğilimine girerler. Hatta değişimi kısıtlamak için değişimin öncülerini kontrol altında tutmaya çalışırlar. Kontrol becerilemezse, ki çoğu zaman becerilemez, o zaman değişimi geciktirmek için onun öncüleri geciktirilmeye çalışılır. Bu elbette derin bir konu. Ama binlerce yıllık tecrübe toplumsal değişimin önüne geçmenin mümkün olmadığını artık öğretmiş olmalı.
Türkiye toplumsal yapısı da değişmektedir. Ancak bu değişimi dünden bugüne ya da 2020 den 2021’e görmek mümkün olmayabilir. Örneğin, 2035’den bugünlere bakıldığında basit gelebilecek değişim ve değişimin yönü bugün için bir muammadır. Siyasetçiler de bizim görebildiğimizi görebilmekle birlikte onların siyasi çıkarları temelde iki yöne evrilir. Bir grup için değişim bir tehdittir ve yok varsayılabildiğince statüko ayakta tutulabilir. Bu grup için statükonun getirisini değişimden fazladır. Diğerleri için ise değişimin rüzgarına kendini kaptırıp bu rüzgarı ardına alarak rekabette kazanç sağlamak öne çıkar.
Her iki grupta da bu stratejilerde başarılı olduğu kadar başarısız olan siyasetçiler bulmak mümkün.
Muhafazakâr taban dinden uzaklaşıyor mu?
Türkiye’de muhafazakar siyasetin böyle bir değişim rüzgarına kapılmış olduğu iddiası tam da böyle bir iddiadır. Taban dinden uzaklaşınca ellerinde olmadan bu siyasi kadro da değişecek ve daha liberal özgürlükçü bir ideolojik düşünsel temele göçecektir. Beklenti ya da iddia aslında budur. Bu iddianın bir ufak çeşitlemesi de muhafazakar lider kadronun düşünsel değişiminin kendi tabanı kadar hızlı olamadığından hareketle desteklerini kaybedecekleri beklentisidir. Rüzgarın yönünün liberal değerlerden yana mı olduğundan, lider kadronun değişime uyum sağlayı sağlayamayacağından, tabanın gerçekten dinden uzaklaşıp uzaklaşmadığından emin olamıyoruz. Bana sanki anlamlı bir uzaklaşma yok gibi geliyor.
Değişim rüzgarının en hızla estiği sahillerdeki bazı siyasi kadrolar da değişimi red etme eğiliminde olabiliyorlar.
Pandeminin kırıp geçirdiği ekonomi üzerine bir gündem oluşturmak yerine milliyetçi söylemin keskin uçlarında dans etmeye ya da benzer bir mantıkla tank-palet fabrikasını çekiştiren muhalefet gündemi de örnek verilebilir. Rüzgar ne kadar kuvvetli de olsa bu tür bir muhalefetin sudaki hızlı yelkenleri yakalaması mümkün olmamaktadır.
2021 siyasette değişime gebe olabilir mi?
Olabilir. Ama değişim için, bu değişimi okuyup, bu rüzgarın çırpıntılı sularında hedefe kitlenmiş bir yelkenlinin dümenine geçebilecek bir siyasi kadro gerekir. Bu kadro iktidarın statükocu eğilimleriyle değişimden besleneceğine ona karşı çıkmayı ya da tekneyi rüzgara sürerek durdurmayı tercih edebilir. Bu elbette rüzgarı durdurmayacağı için ancak Türkiye’ye vakit kaybettirecektir. Bu şekilde değişimin çalkantısı sürebilir ve pandemi neslinin ardından bir nesli de ekonomik ve sosyal çalkantılara feda etmek zorunda kalabiliriz.
Pandemi ve ekonomik kriz nedeniyle dümende kontrolü yeni bir kadro da sağlayabilir elbette. Ama bu kadro geleceğini milliyetçi seçmeni ürkütmemekte görünce değişimin yönünü ve hızını hissedemeyecektir.
Patinaj ve vakit kaybı tehlikesi
Milliyetçi gündemin Türkiye’nin sorunları karşısında ne önerdiğine bakıldığında bu söylem ile ancak bir söz düellosu yapılabileceği ve bunun da yol kat etmekten çok lastik yakan bir patinaj sebebi olacağı görülecektir. Ekonomik ve sosyal değişim milliyetçi söylemin yakalayamadığı bir rüzgar. Eğer yeni kadrolar bu değişim rüzgarı ile yelkenlerini doldurmak istiyorlarsa en başta bu milliyetçi itiraz koalisyonunun gündeminin dışına çıkmaları gerekir.
Aralık 2021 sonuna geldiğimizde hala erken seçimlerin 2022’de olması gerektiğini, ya da ülkenin böyle bir krizi daha önce hiç görmemiş olduğunu ve bundan kötüsü olamayacağından 2022’nin mutlaka daha iyi olması gerektiğini konuşuyor olabiliriz. Öyle bir Aralık 2021 görürsek ve ben yine toplumsal değişim üzerine yazarsam değişime karşı mı durmuş olurum? Arkası yarın değil, bir yıl sonra yani…