Dönemin başbakanı Bülent Ecevit’ten Uğur Mumcu’nun katilinin yakalandığı haberini ilk alan ve duyuran gazeteci olmak benim için gerçekten önemli olmuştu. “Haberler kesin, katil yakalandı” derken Ecevit’in sesi sevinç doluydu.
Zanlı, dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın gözaltına alındığını açıkladığı dokuz şeriatçı militan arasındaydı. Mumcu’nun avukat kardeşi Ceyhan Mumcu bu açıklamalar üzerine “Tantan’a güveniyorduk, faillerin yakalanması sürpriz olmadı” derken, eşi Güldal Mumcu susuyordu.
Kendisini sevinç ve umut dalgasına kaptırmayan tek kişi Güldal Hanım olmuştu.
Zanlılara, 11 Mayıs sabahı Ankara’da, Uğur Mumcu’nun 24 Ocak 1993’te bombalı bir suikastla öldürüldüğü Gaziosmanpaşa’daki evinin önünde yaptırılan tatbikat sonrası, yetkililer cinayetin açığa çıktığından artık emin olduklarını söylüyorlardı. Polis kaynaklarının muhabirlere ayrıntılarıyla anlattığı gibi, işte arabayı ters park etmişler, ama yedi yıl aradan sonra ‘zanlılar bunu fark etmişlerdi’. Demek ki onlar yapmıştı.
Güldal Mumcu olay yeri tatbikatın yapıldığı gün işlerin pek de söylendiği gibi gitmediği kanısındaydı. Tatbikattan sonra, öğle saatlerinde konuştuk kendisiyle.
Güldal Mumcu’nun haklı çıkan kuşkusu
“Bunları yazmak istiyorum” dedim. “Siz bilirsiniz” dedi.
“Umutlu olmak istiyorum, ama henüz umutlu söyleyecek kadar bilgi sahibi değilim” diyordu Tantan aramış, bilgi vermiş, “Olumlu gelişmeler var. Biraz sabredin” demişti.
Güldal Hanım şöyle devam ediyordu: “Daha önce de birkaç kez katilin bulunduğu söylenmişti. Dosya mahkemeye çıksın. Cinayetin önünde kim var, arkasında kim var, tetikçisi kim bir görelim. Dosyayı görmeden umutluyum diyemem. Biz gerçeği istiyoruz. Gerçek her ne ise, onu istiyoruz.”
Güldal Mumcu’nun bu sözlerinden sonra hem kamuoyu hem hükümetteki hava dönmeye başlamıştı. DGM Başsavcısı Cevdet Volkan ve soruşturma savcısı Hamza Keleş’in Başbakan Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan’a gidip ‘polisteki sızıntının işlerine engel olduğu’ şikâyetinden sonra Ecevit de Tantan da daha temkinli konuşmaya başlamış, sonra konuşmaz olmuşlardı.
Ecevit 12 Haziran’da Diyarbakır’dan Ankara’ya dönerken gazetecilerin “Size yakalanma konusunda yanlış bilgi mi verdiler?” sorusu üzerine şunları söylüyordu:
“Yakalandıklarında ‘Ben işledim’ deyince, ilk refleks bunu doğru kabul etmek oldu. Ama bazıları yanlış çıktı. Kim bilir, belki de birileri başkaları adına yükleniyor.”
Yargı katilin kim olduğunu saptayamadı
Dava 7 Ocak 2002’de sonuçlandı. ‘Tevhid-Selam’ örgütü üyesi oldukları açıklanan sanıklardan Ferhan Özmen, Necdet Yüksel ve Rüştü Aytufan, sadece Uğur Mumcu değil, Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok’un da öldürülmesinden sorumlu bulunmuş, ama cinayetten değil, Anayasayı silah zoruyla değiştirmeye çalışmak suçundan -o zaman henüz kaldırılmayan- idam cezasına çarptırılmıştı.
Ama sanıklardan kimin Mumcu’yu, kimin Üçok’u, kimin Aksoy’u öldürdüğü yoktu kararda. “Umut Operasyonu” da fiyaskoyla sonuçlanmıştı.
Uğur Mumcu’nun katili hâlâ belli değildi, Güldal Mumcu haklı çıkmıştı.
Güldal Mumcu yıllar sonra, CHP milletvekili olarak TBMM Başkan Vekilliği görevinde bulunduğu 2012 yılında “İçimden Geçen Zaman” başlığıyla bir kitap yayınladı. Bu kitapta sadece, İçişleri bakanı ve Adalet bakanı olarak görev yapmış olan ancak o sırada 1996 Susurluk davasından aldığı mahkûmiyet nedeniyle cezaevinde olan Mehmet Ağar’ın cinayetle ilgili olarak kendisine söylediği “Tuğla çekilirse duvar yıkılır” sözüne yer vermekle kalmıyordu. Yıllar içinde savcılar, hakimler, emniyetçiler ve siyasilerle yaptığı görüşmelere de yer veriyordu.
Kozmik Oda’da Mumcu mu arandı?
Örneğin DGM Savcısı Eyüp Coşkun “Saldırının bir komşu ülkeden kaynaklandığına dair izlenim edindik, bunu da dosyaya koyduk” demişti. Sözü edilen komşu ülke İran’dı. Zaten Tevhid ve Selam örgütünün de İran Devrim Muhafızlarının dış operasyonlar birimine bağlı Kudüs Gücü’nün hayalet örgütlerinden biri olduğu iddiası vardı. Yıllar sonra bu iddiayı (İsmet Berkan ile birlikte) devletin üst düzey bir güvenlik yetkilisine sorduğumuzda, “O konuda hesap kapandı diyebiliriz” demiş, başka ayrıntı vermemişti.
2019 yılında, Ergenekon’dan Çıkış kitabı üzerine gazeteci İpek Özbey ile konuşan önceki Genelkurmay başkanlarından İlker Başbuğ, 2009’da Bülent Arınç’a suikast iddiası soruşturmasında Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki Kozmik Oda’nın aranmasına neden izin verdiği soruları karşısında şunları söyleyecekti: “Bugün olsa odayı yine açardım. Burada Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve Uğur Mumcu cinayetleriyle ilgili bilgi arandı. Biz Kozmik Oda’yı açmasaydık, ‘Bu cinayetlerin arkasında Türk Silahlı Kuvvetleri var’ denecekti.”
1993 yılı devamında ve sonrasında
Uğur Mumcu cinayetinden üç hafta kadar sonra, 17 Şubat 1993’te Jandarma Komutanı Eşref Bitlis, üzerindeki gölge hâlâ dağılmamış bir kaza sonucu hayatını kaybetti. 17 Nisan 1993’te Özal’ın vefatı bugün hâlâ bizzat ailesi tarafından tartışma konusu yapılıyor. 24 Mayıs’ta 33 silahsız erin PKK militanlarınca kurşuna dizilmesiyle baltalanan ilk diyalog süreci, 2 Temmuz’da Sivas’ta 35 kişinin öldürülmesiyle sonuçlanan Madımak katliamı, 5 Temmuz’da çocuklar dahil 33 köylünün PKK-TİKKO militanlarınca kurşuna dizildiği Başbağlar katliamı hep 1993 yılı içindedir. Sonrasında faili meçhul cinayetler dönemi başladı, 1994 ekonomik kriziyle yeni bir sarmala girildi.
O zamandan bu zamana dek hükümetler, devlet, açtığı yolsuzluk dosyalarıyla, Rabıta, devlet içinde tarikatların yükselişi, kaçakçılık ve PKK gibi dosyalarla gündemi sarsan gazeteci büyüğümüz Uğur Mumcu’nun katillerini bulamadı. Bulmadı mı, bulamadı mı ayrı konudur, ama katil ya da katilleri hala bilmiyoruz. Tıpkı öncesinde ve sonrasındaki çoğu cinayet gibi.
Güldal Mumcu 28 yıl sonra maalesef hala haklı.
- NOT: Bu yazının orijinali Beşiktaş Belediyesi’nin Uğur Mumcu anısına 24 Ocak 2021’de hazırladığı sayfada yayınlanmıştır, bu linkten ulaşılabilir.