Tüm insanlığı pençeleri arasına alan Covid-19 salgınına karşı aşıların beklenmedik süratle geliştirilmesi ve Türkiye dahil birçok ülkede uygulamanın başlaması bir umut ışığı yaktı. Şimdi herkesin umudu aşıların etkisini göstermesi ve insanlığı, içine düştüğü bu çaresizlik duygusundan kurtarabilmesi. Ne var ki şu andaki gelişmeler bu iyimserliği doğrulayacak yöne evirilmiyor.
Salgın Avrupa ve Amerika dahil bir çok ülkede hız kesmedi. Halen üçüncü dalga endişesi yaygınlaşırken aşıların teslimatlarında gecikmeler, virüsün bulaşma riskini artıran mutasyonla ve yeniden kapanma önlemleri ekonomik, sosyal ve siyasi sorunları ağırlaştırmayı sürdürmekte. Bu durum ister istemez bir perspektif yokluğu yaratıyor. Bu da sağlık, ekonomik, sosyal, psikolojik ve siyasi sorunları ağırlaştırarak tüm dünyaya bir yıldan beri egemen olan karamsarlık duygularının dağılmasına haliyle yardımcı olmuyor.
Küreselleşmenin karanlık yüzü
Öte yandan, ne kadar uzun sürerse sürsün, aşıların da devreye girmesiyle salgının her hâl ve kârda belli bir zaman sonra biteceği inancı bu karamsarlığı tamamen dengelemeye yetmiyor. Evet, geçen yüzyıllardan beri dünyada şimdiye kadar çıkan salgınların, ne kadar uzun sürerse sürsün hepsinin sona erdiğini tarih bize gösteriyor. Ama o salgınların tümünün mevzii salgınlar olduğu ve menzillerinin dağları, denizleri hatta nehirleri dahi aşamadığı bazen unutulabiliyor. Unutulan bir başka bir şey de dünyamızı küçük bir köy haline getiren küreselleşme, iletişim ve uygarlığı deniz aşırı kıtalar ötesine götürürken, karanlık yüzünün ise ekonomik krizleri olduğu gibi, virüsleri de okyanuslar ötesine ve dünyanın en ücra köşelerine kadar taşıyabildiği gerçeği.
Kapıdaki büyük krizler
Ama iyimserliğin her şeye rağmen ağır basacağını varsayarak aşıların bizi bu salgından kurtaracağına inansak bile insanlık acaba o zaman rahata, huzura, güvene kavuşacak mı? İşte bu sorunu yanıtı pek belli değil. Halen yaşadığımız Pandemiden sonra, hepimizi nasıl bir dünya bekliyor? Muhakkak ki çözüm bekleyen temel sorunlarımız var. Bunlar arasında ilk akla gelenler, belki de yakamızı tamamen kurtaramayacağımız Covid-19 tekerrür edecek veya benzeri yeni küresel salgınlar yaşanacak. Ama hepsi büyük belirsizliklere gebe çok sayıda başka krizler de kapıda.
Birkaçını sayalım: iklim krizi; enerji krizi; küresel ekonomik, parasal ve sosyal krizler; küresel açlık ve yoksulluk; siyasette ve diplomaside popülist dalgalar; ABD, Çin, Rusya başta olmak üzere, büyük nüfuslu ve kitlesel imha silahlarına sahip ileri teknolojilere hükmeden büyük ülkelerin silahlanma yarışı ve dünya liderlik mücadeleleri; yapay zeka gibi insan kontrolünün dışına çıkması muhtemel bilimsel ve teknolojik gelişmeler; siber tehdit; uzayın derinliklerinin keşfinde kaydedilecek gelişmelerin insanlık için sonuçları; dev internet şirketlerinin parasal ve siyasi güçlerinin siyasal ve stratejik kontrol altına alınamaması; cehalet; hurafecilik; köktendincilik; şiddet ve terör; bireysel silahlanma; bireysel ve toplumsal temel hakların geleceği ve gelecek kuşaklara, çocuklarımız torunlarımıza, nasıl bir dünya bırakacağımızın kaygısı… Listeyi uzatabiliriz. Bu liste aslında bir çoğunu halen yaşadığımız küresel belirsizliklerin envanteri.
Belirsizlik insani ilişkilerin doğasında var
Ancak belirsizlik sözcüğü, üzerinde biraz dikkatlice durmayı hak ettiren bir kavramı ima ediyor. Belirsizlik insanın bireysel yaşamında olduğu gibi, devletlerin iç siyasetinde ve uluslararası ilişkilerin de doğasında olan bir gerçek. Yaşam, belki bir yönüyle de belirsizlik yönetimi. Gündelik yaşamımızda, iç politika alanında veya dış politikada belli düzeni sağlayan öğeler kontrolden çıkınca belirsizlikler doğuyor. Düzenin bozulmaması veya bozulunca düzeltilmesi için harcanan çabalar ise insan yaşamının, iç politikanın veya uluslararası ilişkilerin muhtevasını oluşturuyor. Bu bakımdan belirsizlik kavramı yaşamımızdan peşin hükümlerin ve hesapsızlığın uzaklaştırılması ihtiyacını beraberinde getiriyor. Aynı zamanda kendi hayatımızda, iç ve dış politikada ihtiyatlı, ferasetli ve gerçekçi davranışları teşvik eden bir anlam da taşımakta.*
21. yüzyılda yeni bir dünya düzeni
İnsanoğlu pandemi bittikten sonra kendisini bekleyen ve her biri ciltler dolusu araştırmalara konu teşkil edebilecek nitelikteki bu devasa sorunların büyüklüğü, etkileri ve sınırları üzerinde düşünmeye henüz vakit bulabilmiş değil. Bu sorunların hepsi küresel nitelikte ve yer kürenin geleceğini tehdit ediyor. Birbiriyle irtibatlı bu sorunlara ülkelerin kendi başlarına çözüm bulmaları tabii ki mümkün olmayacak. Çözümler uluslararası düzeyde yeni bir işbirliği ve dayanışma anlayışı gerektiriyor. Bu ise 21. yüzyılda dünyada siyasi, iktisadi, parasal ve güvenlik düzeni kurulması ihtiyacını ima ediyor.
Ne var ki içinde yaşadığımız yüzyılda böyle bütüncül bir anlayışın veya münferit girişimleri hedefleyen eyleme dönük ciddi tartışma belirtilerine henüz rastlanmamakta.
Geçtiğimiz yüzyılın düzeni
Geçtiğimizin yüzyılın siyasi, iktisadi, parasal ve güvenlik düzeninin kurulması, insanlığın ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında, on milyonlarca can kaybına ve inanılmaz boyutlarda maddi ve manevi zararlara sebep olan iki dünya savaşından sonra, 1945’te San Fransisco Konferansı’yla BM ve ihtisas teşekküllerinin yaşama geçirilmesiyle gerçekleşmiş, 1946’da da Bretton Woods para sistemi yürürlüğe konarak Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fara Fonu kurulmuş ve uluslararası parasal ve ticaret düzenin temelleri atılmıştı.
Bu düzen dünyanın topyekun bir sıcak savaşa savrulmasını engellemişse de uluslararası toplumun, mali ve parasal krizlere savrulmasına ve bölgesel sıcak çatışmalar ve gerginlikler karşısında kalmasını önleyememişti. Nitekim insanlık II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, kendini ABD ve SSCB liderliğinde kitle imha silahlarına sahip iki rakip ülkenin liderliğinde iki kutuplu bir nevi dehşet dengesine dayalı kırılgan bir Soğuk Savaş döneminde buldu. İki bloklu bu düzen1991’de SB’nin dağılmasına kadar devam etti. Bu süre zarfında Batı blokunda, Avrupa Konseyi, Atlantik İttifakı, OECD, Avrupa Birliği; Doğu Blokunda Varşova Paktı gibi, bazıları yok olan, bir kısmı da önem ve etkisini kaybeden çok taraflı bölgesel ve alt bölgesel iktisadi, siyasi ve askeri ittifaklar yaşama geçti. Bu gün uluslararasında yaşadığımız istikrarsızlık ve güvensizliklerinin kısmen bir sebebi de, geçen yüzyıl koşullarında ve o zamanın ihtiyaçları ışığında kurulmuş olan ve artık etki ve geçerliliği kesin olmayan bu kuruluşların, doğumlarını gerektiren koşulların ortadan kalkmış olmasına rağmen, bu günün koşullarını göz önünde tutmak yerine, yaşamlarının adeta suni teneffüsle sürdürülmesine çalışılmasından kaynaklanıyor.
Umalım ki insanlık içinde yaşadığımız dönemde, eğer yeni bir istikrar, güvenlik, dayanışma ve işbirliği düzeninin kurulmasına teşebbüs edecekse geçmişin acı tecrübelerinden uygun dersler çıkarabilsin.
—
(*) Du bon usage des incertitudes- Gilles Andreani