“Kontrollü normalleşme” arayışlarının yine gündemde olduğu şu günlerde, uzmanlaşmanın ve liyakatin “yine” askıya alındığını ve tek sesin, “ekonomi ve siyasetin tek sesinin” bütün alanlarda karar verici olduğunu gözlemliyoruz. Bu bile iletişimin gereksiz görüldüğünün, önemsizleştirildiğinin göstergesi değil mi? “Siz ne anlarsınız ki rektörünüzü seçeceksiniz? Siz mi anlayacaksınız başarının ne olduğunu? İller arası farklılık yapalım; ama onu bile ben bilirim, ben! Benim valim, benim sağlık müdürüm, benim il eğitim müdürüm, benim okul müdürüm, benim savcım!”
İletişimin çok önemli olduğunu, “iletişim kurma”nın, yani karşımızdaki ile bir şekilde “anlaşmanın”, toplumsal ilişkilerimizi düzenleyen, belirleyen, geleceğini kuran, dolayısıyla toplumsallığımızı ve toplumsal olarak varoluşumuzu kanıtlayan en önemli şey olduğunu, “kitabi” olarak hemen hepimiz biliyoruz. Ancak belki son yirmi yıldır pratik içinde öğrenerek fark ettim ki iletişimsizlik tam da bu “anlaşma noktası”ndan başlıyor çünkü “iletişim kurmak”, hele hele “diyalog içinde olmak” kavramlarından bile çok farklı şeyler anlıyor ve bekliyoruz.
İletişim deyince de hemen aklımıza dil geliyor: Evet dil üzerinden haberleşiyoruz, anlaşıyoruz. Ama durun bir: Dilimizi iyi kullanma ile ilgili sorunumuz var; Türkçeyi iyi bilen “kullanıcı” sayısı o kadar az ki. Bu yetmiyor gibi, durun, iki: Başka dilleri öğrenmeye çalışıyor ve dünya ile onlar üzerinden haberleşmeye çabalıyoruz; evet ama bu konuda da yeterli olduğumuzu söyleyemeyiz. Malum, ana dilini iyi bilmeyen, ikinci dilinde iyice tökezler. Durun durun; üç: İletişimden çoğu kişi “bildirişim” anlıyor; yalnızca kendisinin konuşma hakkı olduğunu düşünüyor; karşısındakine emirler yağdırıyor; giderek en ağır durumunda, “ağız atışması” yaşanıyor. Ama durun, daha bitmedi. Sayısı da önemli değil artık; içinde bulunduğumuz koşullardaki iletişimin en önemli ögesine geldik: Beden dili… Beden dilimizi kullanamıyoruz!
Bir primat olarak bütün hayvanlar gibi insan teki de doğumundan yaklaşık bir yaşına, yani içinde bulunduğu topluluğun dilini öğrenene kadar, beden dili ile anlaşıyor: Bebekler, anne ile uzun birlikteliklerinde geliştirdikleri iletişimi geliştirerek, tıpkı kedi-köpek gibi karşısındakinin davranışlarını yoğun biçimde takip ediyor, koku ve dokunma ile gerçekleştirdikleri ilk temaslarını, beden ögelerini ve uzuvlarını kullanarak, yani gülümseyerek, ağlayarak, kıkırdayarak, bağırarak, sadece bakarak, ya da el kol hareketleri yaparak, başka yere bakarak, ilgilenmeyerek benzeri davranışlarla iletişimde bulunuyorlar. Dil bir kez öğrenilmeye başlandıktan sonra, öğrenme ve ilgili alanlarına yönelik öğretim-eğitim ortamında, yani 20’li yaşların başına kadar, “dil ağırlıklı öğrenim’”sanırım baskın çıkıyor.
Baskın çıkıyor ki eğitim içinde “beden dili”nin yeri ve önemi unutuluyor.
“Uzaktan eğitim”e zorlandığımız noktada, tipik akademik tartışmalar bütün ülkelerde yaşandı: “Uzaktan eğitim” mi demeliydik, “uzaktan öğretim” mi? “Uzak erişimli ders yapmak” mı demeliydik, yoksa ‘”açık erişim” mi? Derken yüz yüze “normal” ders yapma zamanlarında da “açık öğretim” türü ders sunan program, bölüm ve fakülteler, tartışmaya dahil oldular. Senkron/asenkron dersler; mükemmel hazırlanmış “interaktif” laboratuvar testleri; “unutulmaz” ve “zamanlar üstü” anlatımlar… Bütün dünyada gerçekleşen bu tartışmaların uzmanları ortaya çıktı: Çünkü uygulayageldikleri programların avantajlı ve kötü yanlarını hemen sunabiliyorlar, bu ortamda yapılan “ders”lerin sunum teknikleri, ölçme, değerlendirme ve benzeri sistemleri konusunda fikir ve yargı geliştirebiliyorlardı. Açık öğretim, uzaktan erişim, açık üniversite kavrayışları çerçevesinde eğitim veren pek çok kurumun “ön aldıklarını sanarak” devreye girmeleri, eğitim olanak ve alışkanlıklarını değiştirmekte hep birlikte ne denli muhafazakar, dar görüşlü ve ağırkanlı olunduğunu da kanıtladı. Çünkü tümü de değişen konjonktürü ve “beden dili”ni unutmaktaydı. Üstelik günümüzde, uzaktan yapılan “etkili iletişim ve beden dili” kursu sayılarının arttığını da görünce, bu oksimoron karşısında insan sormadan edemiyor: Farkındalığın çivisi mi çıktı?
Çok doğaldır, bir yılını dolduran Covid-19 salgını koşullarında ilk tartışma konusu “mimari tasarım” ve genelde “tasarım-planlama” eğitiminin, “uzaktan erişimle’” yapılıp yapılamayacağı idi. Örnek durumu, içinde bulunduğum “mimarlık eğitimi alanı”ndan vereceğim: Salgının getirdiği kapanma kararı ufukta belirmeden, Şubat 2020 içinde bir dizi toplantı düzenlenerek “mimarlık alanında eğitimin uzaktan erişimli” yapılabileceği kanısına varıldı ve teknolojik altyapı işletildi. Yerel gündemdeki gelişmeler yanı sıra, dünyadaki eğilimler de gözlenerek, başka türlü kaygı ve araçların varlığı sorgulandı. Bunlardan biri, Avrupa Mimarlık Okulları Birliği’nin hızla paylaştığı deneyim özetiydi.[1] Avrupa’da da mimarlık okulları eşzamanlı biçimde “uzaktan erişimli” eğitime geçtiler ama tasarım eğitiminde en büyük sorun “büyük resmin eksikliği” olarak belirtildi.
“Büyük resim”den kasıt şudur: Tasarım eğitiminde gerek ara sunuş jürilerinde (diğer alanlardaki değerlendirme sınavı), gerekse final jürisinde (diğer alanlardaki final sınavı) olağan ortamlarda yüz yüzelik söz konusudur. Öğrenci ya tek başına, ya da grup arkadaşlarıyla ortak biçimde projesini, yani problem tanımından başlayarak getirdiği çözümü, kendisine tanınan 10 ila 15 dakika içinde sunar; tartışma jüri üyelerine ve akranlarına, ayrıca jüriyi izlemekte olan herkese açılır. Doğaldır ki bu noktada, öğrenci tarafının dili, anlatımın neresinden başladığı, işbölümünü nasıl yaptığı, süresini nasıl değerlendirdiği, hangi proje paftasında kaç saniye-dakika harcadığı, sonra nasıl ilerlediği, benzeri “süreç değerlendirme notları” ortaya çıktığı gibi; problemini nasıl tanımladığı, bu tanımın, diyelim ki, antroposen çağındaki ve ülke güncel-yerel politikalarındaki önemi, kendisinin nasıl çözüm ürettiği, bu çözümün mantığı ve düşünsel yoğunluğu, kendisini ifade etmedeki beceri oranı benzeri “tasarım/tasarlanmış ürün nesnesi değerlendirme notları” da kayda geçer. Burada, iletişim aşamalarının her anında “beden dili” belirleyicidir.
“Büyük resim”, bu çerçevede çok değişik ölçeklerde kurulabilir. “Uzaktan erişimli ortamda” öğrencinin paftaları arasında akışkan geçiş ve bütünü anlamak, yüz yüze ortamdaki kadar hızlı sağlanamaz. Ayrıca öğrencinin pozisyonunu hem akranlarıyla hem de konular üzerinden, karşılaştırılabilir biçimde nasıl kurduğu kavranamayabilir.
Tasarım eğitiminde 150 yıldır kullanılarak artık bir kalıp haline gelen “stüdyo eğitimi”, nedense içinde bulunulan mekanla ilgili bir konuymuş gibi kavranır ve tartışılır. Oysa önemli olan şudur: Öğrenci, tasarımla ilgili problem üzerine düşünüp kendi problemini bulup/icat edip çözüm yollarını ararken, akranları ve rehberlerinden alacağı ipuçları ile heyecanlanacak; bilgi ve beceride mesafe kazanırken, kendisini küçük de olsa “dünyasına” yerleştirecek; bu sırada akran karşılaştırması yapacak ve kendisine “rol model”ler benimseyerek ilerleyecektir. Burada içinde eylenen mekan, akışkan, sanal bir mekan da olabilir ama aşağıdaki koşulları nasıl sağlayacağız?
Öğrencinin her an herkesle kapsamlı etkileşime girerek kendini yenilemesini ve yeniden kurmasını “öğrenmesini” beklemekteyiz. Böyle bir iletişimde, “büyük resim” kadar yadsıdığımız “beden dili”nin de önemi çok büyüktür.
Bu, yaşamın doğasına aykırıdır. Öğrenci, bazen arkadaşının yan bakışından, bazen rehber öğretmeninin küçümseyici bir maket dokunuşundan, göz kırpışından, bazen bir çizim paftasına ya da makete yapılan incelikli/hoyrat davranıştan bir inceliği, bir teması, bir duruşu, bir konumu, bir göreceliği, bir yumuşaklığı, bir eleştiri becerisini, bir kabullenmeyi öğrenecektir. Yıllar önce öğrencilerimizden birisi, rehber olarak hocalarının kullandıkları sözcükler üzerinden bir Mimarlık Bölümü haritası çıkarmıştı. Bu haritaya bakıldığında, hocalar, hocaların beklenti düzeyleri ve farklılıkları öğrenildiği gibi, üst üste gelen yıllarda öğrencilerin tekrar eden özellikleri, ısrarlı cahillikleri ya da vurgulu tercihleri kadar, değişen kuşakların farklılaşan alışkanlıkları ve yeni beğenileri de anlaşılmaktaydı.
“Uzaktan erişim” yoluyla her düzeydeki eğitimin telafi edilebildiğini söyleyenlere, yani kendimize bir nottur bu: Yüz yüze eğitimin “beden dili” bölümünü gerçekten iyi biliyor muyuz? Yeniden anlamaya çalışmaya hazır mıyız?
[1] “EAAE Başkanı Oya Atalay Franck: “Eksiğimiz Büyük Resim”, Arkitera, Judit Solt ile Görüşme: Türkçesi: Ali Cengizkan; 30 Nisan 2020, https://www.arkitera.com/haber/eksigimiz-buyuk-resim/
Şam Ravda Meydanı, 15 Aralık 2024, Türkiye’nin Şam Büyükelçiline 12 yıl aradan sonra, ay yıldızlı…
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…