AK Parti Genel Kurulu, kongresi 24 Mart’ta. Genel Kurul, Cumhur İttifakının geleceği bakımından da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın siyasi geleceği bakımında da önem taşıyor. Sadece o da değil. 18 Mart’taki MHP Kurultayı da aynı çerçevede önemli. Kulis bilgilerine bakılacak olursa, MHP kongresinin AK Parti kongresinden önce yapılması da Erdoğan ile MHP lideri Devlet Bahçeli arasında konuşulmuş. Bir siyaset mühendisliği var yani. Üstelik siyaset mühendisliği sadece bu alanda değil, seçim yasasından siyasi partiler yasasına, yeni Anayasa tartışmalarına dek her alanda kendisini hissettiriyor. Ancak Erdoğan AK Parti iktidarını olabildiğince sürdürmek istese de yekpare, homojen hale getirmek istediği AK Parti bünyesinde çatlaklar artık saklanamaz halde.
Bu çatlaklar, AK Parti gibi neredeyse yirmi yıldır tek başına iktidarda olan bir partiyi sarsacak şiddette şimdilik görünmüyor. Ama çatlaklar hem siyasi hem ideolojik boyutta ve dolayısıyla Erdoğan’ın dikensiz gül bahçesi hayaliyle çelişiyor.
Önce çatlaklara değinelim, sonra siyaset mühendisliği çabalarına.
Berat Albayrak çatlağı
Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanlığını bırakmasıyla yalnızca mali piyasalar değil AK Partililer üzerinden de bir yük kalkmış gibi oldu. Nitekim bir süre adı anılmaz oldu. Ancak Erdoğan’ın etrafındaki dar grup, muhalefetin Albayrak’ı günah keçisi yapmasının Erdoğan’ı yıpratmaya başladığını söylemeye başladı. Bu çerçevede aile içi gelişmelerin ne kadar rolü olduğunu tam olarak bilmek mümkün değil. Ama Erdoğan bir noktada Albayrak’ın aslında çok başarılıyken, damadı olması nedeniyle gadre uğradığını söylemeye başladı.
Bu yalnızca yeni ekonomi yönetiminin (Albayrak’ın bıraktığı noktada 8,5 lirayı geçmiş olan) ABD dolarını 7 liranın altında tutarak döviz rezervlerini artırma planını bozmakla kalmadı. Aynı zamanda partide de rahatsızlığa yol açtı. Bu arada TÜİK ve Varlık Fonu başına getirilen isimlerde Albayrak etkisi konuşulmaya başlandı.
Albayrak’ın yeniden kabineye dönmesinden çok AK Parti yönetimine veya Cumhurbaşkanlığına getirilmesi konuşuluyor. Kongre öncesi bu söylentilerin ağırlıkla AK Parti bünyesinden çıkması da bir iç-tepkinin işareti. Üstelik AK Parti bünyesinde “Saadet etkisiyle” kaşlar çatılmaya başlamışken.
Saadet kaynaklı çatlaklar
Erdoğan, AK Parti İstanbul İl Başkanlığını Bayram Şenocak’tan alarak Osman Nuri Kabaktepe’nin -tek aday olarak- seçilmesini sağladı. Şenocak, Albayrak’ın desteğine sahipti ve 2019’da belediyenin CHP’li Ekrem İmamoğlu’na kaybedilmesinden sorumlu tutulanlardandı. Ancak Erdoğan ile gençlik yıllarında Necmettin Erbakan’ın talebeleri olarak Millî Görüş dava arkadaşlığı yapmış olan Kabaktepe, Saadet’ten AK Parti’ye henüz üç yıl önce katılmıştı.
AK Parti örgütünün, Erdoğan’ın Millî Görüş abilerinden, Saadet Partili Oğuzhan Asiltürk ile sürpriz görüşmesini izleyen günlerde gelen bu değişiklikten ittifakla memnun olduğunu söylemek zor. Dahası, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, Asiltürk’ün parti adına konuşma yetkisi bulunmadığını söylemesi, ardından Erbakan’ı anma programına CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nu da davet etmesi ve onun da katılması oldu.
Saadet bir yandan da -CHP’yle taban tabana zıt düşerek- kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesi konusunda da AK Parti içindeki en muhafazakâr damarı kaşıyor. Bunun etkilerini Ayasofya imamı Mehmet Boynukalın ile AK Parti TBMM Grup Başkan Vekili Özlem Zengin arasındaki tartışmada görmek mümkün.
Kadın hakları kaynaklı çatlaklar
Son tartışmanın nedeni kadına şiddet ve kadın cinayetleriydi. Samsun’da İbrahim Zarap’ın boşandığı kadını çocuğunun gözü önünde dövmesine AK Parti Milletvekili Rümeysa Kadak “sessiz kalmama” tepkisi verdi. AK Parti Milletvekili Hülya Atçı Nergis’in “daha fazla erkek cinayeti var” sözleriyle çatlak görünür hale geldi. Oysa Cumhurbaşkanının eşi Emine Erdoğan’ın da kadın cinayetlerinden rahatsızlığını açıkça ifade ettiği biliniyordu.
Tartışma sürerken, Erdoğan’ın “yeni Anayasa” önerisini takiben “Anayasa’da İslam olsun” çıkışı yapmış olan Ayasofya imamı Mehmet Boynukalın, “sürekli kadın cinayetlerinden bahsetmenin kadını erkeğe düşman etmeyi amaçladığı” iddiasıyla bir dizi tvit yayınladı. Boynukalın, yönetmenin erkeği hakkı olduğunu vurgulamasıyla da biliniyordu. Kadın cinayetlerinin böyle küçümsenmesine AK Partili Özlem Zengin “herkes kendi işini yapmalı” yanıtını verdi. Bunun üzerine sosyal medyada “AK Parti içindeki feministlere” karşı başlatılan kampanya, AK Parti’ye yakın İstanbul 2’inci Barosundan Fatih İstiklal Emre’nin “Bacım bıktık sizden. Müslümanları temsil etmiyorsunuz” tvitiyle zirveye ulaştı.
AK Parti, Kongre öncesi tarikat-cemaat etkisine açıldıkça kadının siyasetteki yeri tartışılmaya başlıyordu.
Gelelim siyaset mühendisliğine
Erdoğan, AK Parti Genel Başkanı şapkasıyla kovit salgınına rağmen hızlandırılmış il ve ilçe kongreleriyle partide ciddi bir yeniden yapılandırmayı, 2014’te ilk Cumhurbaşkanı seçildiğinde başlattığı dönüşümü 24 Mart’ta tamamlamak istiyor. Bu dönüşüm AK Parti’nin “dava partisi” değil, “lider partisi” olmasıyla sonuçlanacak mı? Daha doğrusu “dava artık liderdir” partisi olmasıyla…
Erdoğan’ın Türk siyasetinde nadir rastlanan karizması ve siyasi gücüne rağmen, partisinin iktidarda geçen yirmi yılda oluşan federatif yapısını üniter hale, yekpare ve homojen hale getirmek kolay görünmüyor. Üstelik çatlaklar artık görünür hale gelmişken. Erdoğan seçim rekorları kırdığı dönemde kadınlardan daha fazla oy alıyordu. Partisi içindeki açık kadın düşmanı söylemle, sağ-laikleri ve sol-liberalleri giderek daha çok yabancılaştıran tarikat söylemiyle aynı oy düzeylerini yakalaması zor. Hem de CHP ve İYİ Partinin belediyeler sayesinde kent yoksullarıyla bağ kurabildiği bir sönemde.
O nedenle olsa gerek, zamanında Turgut Özal’ın, Süleyman Demirel’in, Bülent Ecevit’in başvurduğu ve onlara bir hayrı dokunmamış olan siyaset mühendisliği yöntemlerine meylediyor.
Yeni Anayasa, yeni seçim yasası
Erdoğan’ın yeni Anayasa hamlesi, MHP’nin İYİ Parti lideri Meral Akşener’e karşı başlattığı “Fosforlu” kampanyası ve Akşener’in verdiği sert cevapla hasar aldı. Ama hasar almamış olsaydı da bir siyaset mühendisliği hesabına dayanıyordu.
AK Parti ve MHP’nin Anayasayı halkoylamasına götürmek için gereken 22 milletvekilini bulmak için izlenecek yöntemler, 1970’lerde Ecevit’in Güneş Motel olayını, ya da 28 Şubat sürecindeki milletvekili transferlerini hatırlatıyor. Erdoğan’ın Bahçeli’yi ikna etmeye çalıştığı basına yansıyan seçim yasası hamlesi ise 1980’lerde Turgut Özal’ın ANAP’ı iktidarda tutma çabalarını.
Seçim barajı yüzde 7’ye düşürülürse HDP’ye ve İYİ Parti’ye daha az oy gider, böylelikle AK Parti ve MHP’ye daha çok oy verilirmiş. Buna MHP sıcak bakabilirmiş ama MHP de Kürtçü ve Şeriatçı partilerin avantaj sağlayacağı endişesiyle “daraltılmış bölge” sistemine geçmeye sıcak bakmıyormuş. Oysa AK Parti’nin CHP’nin daha az milletvekili çıkartması için bu tür bir değişikliğe ihtiyacı varmış.
Ve bütün bunlar, ülke siyasetini de ekonomisini de gerdikçe geren yüzde 50+1 sistemini muhafaza edebilmek için…