Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Tayyip Erdoğan’ın AK Parti iktidarını nelerin yıprattığını görmesi için uzaklara bakmaya ihtiyacı yok. Dış güçler, üst akıllar, yeni darbe komploları aramasına da. AK Partiyi yıpratmak için AK Partinin yeni elitleri yeter de artar bile.
Doğru, CHP’nin başı çektiği, İYİ Parti ve diğer muhalefet partilerinin de katıldığı “128 milyar dolar nerede?” kampanyası AK Partiyi sarsıyor. Gelen açıklamalar bırakın muhalefet partilerini MHP, hatta AK Parti tabanında dahi soru işaretlerinin tamamını gideremiyor. Keza muhalefetin kovit salgınının önlenemeyen tırmanışı, işsizlik ve geçim sıkıntısı ve küçük işletmelere, esnafa kaynak bulunamazken Kanal İstanbul gibi devasa bir projeye kalkışılmasına karşı duruşu da halkın zihninde iz bırakıyor.
Ama AK Partiyi asıl yıpratan AK Partililer, toplumun yeni elitleri, AK Parti elitleri.
Elit deyince aklınıza hemen Batı tarzını karikatürleştiren hayatlar gelmesin. Ama ayrıcalıklar gelsin. Toplumun diğer kesimlerinden üstün tutulma gelsin. Devlet ihalelerinden işe girişlere, toplum hayatında öne itilmeye dek kayırmacılık gelsin.
Hemen örneklere geçelim. Hayır, kokain içerken görüntüleri çıkan AK Parti bünyesindeki züppelerden de örneğin Boğaziçi Üniversitesinde yapılanların üniversite camiasında yol açtığı sarsıntılardan da söz etmeyeceğim. Onlar zaten vereceği hasarı verdi.
Daha derin izler bırakma ihtimali yüksek örneklere bakalım.
Gece yarısı kararnamesiyle görevden alınan Ticaret Bakanı Ruhsar Pekcan’dan söz ediyorum. Eşi Hasan Pekcan ile Nanoksia isminde şirket kurmuş ve kendi bakanlığına 9 milyon liralık el dezenfektanı satmış. Dünyanın her yerinde bunun adı yolsuzluktur, suçtur. Ama Bakanlık tarafından yapılan açıklamada, büyük bir pişkinlikle, “piyasa fiyatının altında” alım yapıldığı söyleniyordu.
Bir örnek vereceğim. 30 Ağustos 2001’de Radikal gazetesinde MHP’li Bayındırlık ve İskân Bakanı Koray Aydın ile bir mülakatım yayınlandı. Kardeşinin inşaat malzemeleri şirketi üzerinden Bakanlığa satış yapıldığı iddiaları üzerine şirketi kayyuma devretmeyi düşünüp düşünmediğini sormuştum. Aydın “Bunu engelleyen bir yasa yok. Ben siyaseti bırakınca nasıl geçineceğim?” demiş, biz de bunu manşetten yayınlamıştık. MHP lideri Devlet Bahçeli 1-2 Eylül Kızılcahamam toplantısında “Ya siyaset ya ticaret” deyince de şimdi İYİ Parti yönetiminde olan Aydın, doğrusunu yapıp Bakanlıktan istifa etmişti.
Ruhsar Pekcan’ın normal demokratik işleyişte soruşturulması da gerekir ama kendisi istifaya yanaşmayınca Erdoğan görevden aldı, yerine Mehmet Muş atandı. Pekcan TOBB-DEİK kökenliydi, Muş ise önceki Hazine ve Maliye Bakanı, Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak’a yakınlığıyla biliniyor.
Siyaseti ticaret aracı olarak görmekten çekinmeyen bu örnekler asıl yıpratıyor AK Partiyi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 Nisan’da kovit salgınına karşı yasaklar açıkladı. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu aynı akşam bu yasakları, daha ayrıntılı olarak 81 il valisine gönderdi. Yasaklar arasında cenaze törenleri de vardı. Cenaze törenlerine “Kendisi veya eşinin, vefat eden birinci derece yakınının ya da kardeşinin cenazesine katılmak için veya cenaze nakil işlemine refakat edecek olan en fazla 8 kişinin katılmasına izin verilecek, bunu ihlal edenlere ceza uygulanacaktı.
20 Nisan’da İstanbul’da Eyüp Sultan Camii’nde “Saidi Nursi’nin hayattaki son öğrencisi” olarak duyurulan ilahiyatçı Hüsnü Bayramoğlu’nun cenazesine binlerce kişi katıldı. Bayramoğlu kovitten vefat etmişti. Cenaze namazını, kendisi de kovit geçirmiş olan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş kıldırdı. Yasakları uygulamakla görevli en üst yetkili olan İçişleri Bakanı Soylu ve İstanbul Valisi Ali Yerkikaya da oradaydı.
Kayınpederim kovit nedeniyle vefat ettiğinde yasaklar nedeniyle cenazesini eşim ve ben, iki kişi toprağa verebildik. Tabutuna dokunmamıza dahi izin verilmedi. Doğrusu oydu. Ama Soylu’nun tabutu omuzladığını gördük. Daha önce de ilahiyatçı Muhammed Fatih Saraç’ın fatih Camiinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bütün devlet zevatının katıldığı cenazesi tartışılmıştı. Cenazenin kaldırıldığı gün Sağlık Bakanlığı 346 kişinin kovit nedeniyle vefat ettiğini açıkladı; bir gün önceki rekor sayıdan fazlaydı.
Cenazelerde dahi eşitsizlik, emin olun AK Partiye dış güçlerden daha çok zarar veriyor Sayın Erdoğan.
Zincirdeki son halka, CHP Zonguldak Milletvekili Deniz Yavuzyılmaz’ın ortaya koyduğu Vakıflar Genel Müdürü Burhan Ersoy’un aylık geliri iddiası oldu. Ersoy’un Vakıflar’dan aldığı maaş 14 bin 917 liraydı ama Kuveyt-Türk Bankası Yönetim Kurulu Üyeliği ve kâr paylarıyla 161 bin 928 lirayı buluyordu.
Aralarında Cumhurbaşkanı danışmanları ve bakan yardımcılarının da bulunduğu isimlerin birden fazla yerden gelen maaş ve “huzur haklarıyla” aylık gelirlerinin -bazı durumlarda- 200 bin lirayı bulduğu örnekleri daha önce yazmıştık, bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Kovit nedeniyle dükkanını açamayan esnafa, küçük işletmelere, işini kaybeden emekçilere, kısa çalışma ödeneğinin kaldırılmasına karşı çıkan hem sermaye hem işçi örgütlerine bulunamayan kaynaklar, anlaşılan AK Parti elitlerinin tatlı hayatlar yaşaması için bulunabiliyor. (AK Elitler içinde bir de Bilal Erdoğan’ın sınıf ve dönem arkadaşlarının özel yeri bulunan Kartal İmam Hatip Okulu mezunları diye bir alt kategori var ama oraya şimdi girersek konu dağılacak. Keza Berat Albayrak’ın AK Medyada devam eden elitist etkisine de bu yazıda girmeyeceğim, gerçi eski medya elitlerinin bir kısmı da gayet iyi uyum sağladı AK Elitlere.)
Halkın ciddi kesimi geçim sıkıntısı ve işsizlik tehlikesiyle yaşarken bu elit kesimin devlet imkanları üzerinden birden fazla maaş aldıkları öğrenildikçe AK Partiye halk desteği artıyor mu dersiniz?
AK Parti yükselişte olduğu dönemlerde Erdoğan erkek seçmenden çok oyu kadın seçmenden aldı. Bunun nedeni sadece başörtü değildi. Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a gösterdiği saygıyı seçim meydanlarında halka da sergilemesiydi. Kocaları tarafından horlanan, şiddet gören kadınlar için de bir örnekti Erdoğan.
2011’de kadınlara şiddete karşı Avrupa Konseyi Sözleşmesinin İstanbul’da imzalanıp İstanbul Sözleşmesi adını alması için az çaba harcanmadı.
Ancak Erdoğan, 2019’da belediye seçimlerini kaybedince, özellikle İstanbul’da belli kaynakları kesilen İslâmi cemaat ve tarikatların baskı ve şantajı altında kaldı. Yoksa artık AK Partiye oy vermezlerdi; örneğin CHP-İYİ Partinin Millet İttifakıyla flört eden Saadet’e gidebilirlerdi. Talepleri arasında İstanbul Sözleşmesinden çıkılması da vardı. Bu aslında AK Parti içindeki en muhafazakâr kanat tarafından da bir süredir isteniyordu.
Aile içinden de örneğin kızı Sümeyye Erdoğan Bayraktar ve çevresinden geldiği duyulan itirazlara rağmen, Erdoğan baskılara yenik düştü, Sözleşmeden çekilme kararını ilan etti. Ancak bu durum AK Partiye oy veren şehirli, eğitimli, iş sahibi kadın seçmenin tepkisine yol açtı. Aradan geçen 20 yılda hızlı şehirleşmeyle birlikte kadın seçmen profili de değişmeye başlamıştı.
Erdoğan, şehirli, eğitimli kadın seçmenini böyle soğuttukça da partisini yıpratan odakları aramak için uzaklara bakmasına gerek yok.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle…
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, son günlerde popüler isimlerin tutuklanmasıyla Türkiye'nin gündemine giren yasa…