Estonya sendromunun ne olduğuna geleceğim, önce halimize bakalım, eskilerin deyişiyle “hâli pür melâlimize”, yani “kederli” halimize.
AK Parti yayın organı gibi çalışan gazete ve televizyonlar daha kapanmanın dördüncü gününde, henüz günlük kovit ölüm sayıları 300-350’lerde seyrederken açılma planları yayınlamaya başladı.
Salgın yönetimi, ya da sağlık bakanı yapmıyor kapanmanın son bulmasına dair açıklamaları. Turizm Bakanı Mehmet Ersoy yapıyor. 17 Mayıs’ta günlük vaka sayısının 5 binin altına düşmesini bekliyormuş. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca söylemiyor bunu, Turizm Bakanı söylüyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan “Günlük vaka sayısı 5 bine düşünce” dedi ya… Durumdan vazife çıkarıyor turizm şirket zinciri sahibi Turizm Bakanı Ersoy. Adeta kabine arkadaşı, hastane zinciri kurucusu Sağlık Bakanı Koca’ya arzuhâl yazmış, “Ocağına düştük, 16 Mayıs’ta hiç değilse 4900’e düştüğünü göstersek vaka sayılarının” diye. Neden olmasın? Gazeteci arkadaşımız Şükrü Küçükşahin, koronavirüsten vefat eden kardeşinin ölüm raporuna “doğal nedenler” yazılmasına isyan etti sosyal medyada.
Güven kaybı böyle bir şeydir.
Tıpkı başındaki kişi durmaksızın değiştirilen Türkiye istatistik Kurumu’nun açıkladığı enflasyon rakamları, işsizlik rakamları gibi, gün gelir kimse inanmaz. TÜİK aylık enflasyonu yüzde 1,6 olarak açıkladı, yıllık enflasyonuysa 17,1. Kendi adıma ben bağımsız girişim Enflasyon Hesaplama Grubunun rakamlarını bekliyorum. Merkez Bankası başında, görevden ne zaman alınacağının, yerine “yeni kuzunun” ne zaman konulacağını bekleyen Şahap Kavcıoğlu’nun, kendisine sorulan sorulara, yazılıp hazırlanmış notlara bakarak aynı cevapları vermesi alay konusu oldu. Bakalım 6 Mayıs’taki Para Politikaları Kurulundan iktisat dehası ne karar çıkacak. (Bu arada aylar önce Merkez Bankası yönetimine Cumhurbaşkanı Kararnamesi yoluyla paraşütle indirilen Elif Haykır Hobikoğlu PPK üyeliğine de getirildi, takipteyiz.)
Güven kaybı böyle bir şeydir.
Turizm Bakanı, Diyanet Başkanı sağlık otoritesi oldu
Turizm Bakanının salgın yönetimi konusundaki ağırlığına dönelim. Hindistan’ı kasıp kavuran Covid-19 Hint varyantı bulaşmış İngiliz vatandaşları, İngiltere’de karantinaya girmemek için Hindistan’dan Pakistan’dan “turist” olarak ülkemize gelip buradan İngiltere’ye döndüklerini haberini okuyoruz. Geçenlerde, biliyorsunuz Nijerya, (Brezilya ile birlikte) Türkiye’ye de seyahat yasağı uygulamaya başladı. Bu kafayla devam edersek Türkiye’ye seyahat yasağı, ya da kısıtlaması koyan ülkeler artacak. Ama ne gam? Günü kurtaralım, yarına Allah kerim kafasında ülke yönetimi.
Diyeceksiniz ki Cumhurbaşkanının kendi koyduğu yasağı en başta bozan kişi olduğu ülkeden söz ediyorsun. Sıradan vatandaş cenazesini en fazla 8 kişiyle kaldırabilirken AK Partili Üsküdar belediye Başkanı İsmet Yıldırım’ın koronavirüsten vefat eden babasının cenaze törenini yine bir mini-mitinge çevirdi Erdoğan.
Yine diyeceksiniz ki, kapalı mekânda inananların günde beş vakit bir araya gelip dağıldığı camilerin (güya) kapanmadan muaf tutulması da Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın talimatıyla oldu. Camide toplanan ve Diyanet’in hazzetmediği gruplara cami içinde polisin biber gazı sıkması da Ramazan’da alkol satışlarını patlatan) AK Parti iktidarına denk geldi. Türkiye’nin salgın yönetimi üzerinde Diyanet İşleri Başkanı ve Turizm Bakanının neredeyse Sağlık Bakanı kadar ağırlığı var. Ama geçen yıl bu aralar Türkiye’de en sözüne güvenilir kişiler arasında sayılan Sağlık Bakanı Koca’nın, şimdi beğenilirlik listelerinde adı geçmiyor.
Güven kaybı böyle bir şeydir.
Siz konuları istediğiniz kadar çeşitleyebilirsiniz, maalesef malzeme bol.
Gelelim Estonya Sendromu’na
Tam adıyla Estonya Feribotu Sendromu. Birgün gazetesinde İbrahim Varlı 2019’da, İstanbul seçim tekrarı öncesinde hatırlatmıştı. Konumuzla ilgisini kurduğum için bugün de ben hatırlayayım istedim.
Stockholm Sendromu’nu çoğunuz biliyorsunuzdur. Adını 1973’te İsveç’in başkentindeki bir banka soygunundan alır. Altı gün silah zoruyla tutulan rehinelerden bir kadın soyguncunun tarafına geçer, yakalanınca savunmaya başlar. Âşık olup nişanlısından ayrılır, hapisten çıkmasını beklemeye başlar. Bir yıl sonra Amerikan medya devi Hearst’ün kızı Patricia Hearst silahlı bir öğüt tarafından fidye için kaçırılır, hapsedilir, tecavüz edilir, aç bırakılır ama bir yıl sonra o örgütün üyesi olmuş halde silahlı bir banka soygununda yakalanır. “Celladına âşık olmak” de denen Stockholm Sendromu, insanın kendisini zora sokan koşulların nedenini görmezden gelmesi, ezilmesine rağmen ezene minnettar olması, onu savunmaya başlaması olarak tanımlanıyor.
Estonya Sendromu’nun adıysa 1990’larda konmuş. 1994 yılında Estonya’nın başkenti Talin’den Stockholm’e giden Estonya feribotu batar. Denizcilik tarihinin en büyük facialarından sayılan kazada 137 yolcu kurtulur, 852 yolcu ve mürettebat ölür. İşin ilginci, feribot battığı sırada kıyıya yakın mesafededir. Su almasıyla sulara gömülmesi arasında bir saat kadar süre vardır, yani herkesin kurtulacak zamanı vardır. Ama kurtulanların tamamı, geminin su almaya başlamasıyla gemiyi terk edenlerdir. Ölenlerin tamamıysa, kaptanın “Panik yapmayın, dünyanın en güçlü gemisindesiniz” sözlerine inanarak gemide kalanlardır. Bir saatin ardından dengesi aniden bozulan geminin çok kısa sürede alabora olmasıyla tamamı ölmüştür. Ölenler, kaptana inanmaktan öte, kaptanın kendisini kurtaracağına son dakikaya dek inanmak istedikleri için ölmüşlerdir.
Türkiye’de geminin su aldığını göre göre, kaptanın sözüne inanmak isteyerek itaat eden Estonya feribotu yolcularına benzeyen davranış sergileyen milyonlar var. Bu benzetmede Estonya feribotu Türkiye değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın MHP lideri devlet Bahçeli destekli, AK Parti yönetimi, yolcuları da Cumhur İttifakı seçmen tabanı sayabiliriz.
Stokholm Sendromu’yla, Estonya Sendromu arası bir yerdeyiz. Ali Kayalar’ın dün YetkinReport’ta MetroPoll araştırma şirketi verilerine dayanarak yazdığı yazı, ekonomik krizin artık Cumhur İttifakının, AK Parti ve MHP’nin oy kitlesini de yıpratmaya başladığını, AK Parti iktidarının ayrıcalık sahibi “mutlu azınlığına”, AK Elitlere duyulan tepkinin büyüdüğünü gösteriyor.
Bu görülmesine rağmen su alan gemide kalanların gemiyi ayakta tutacağına da inanılıyor. Bakalım o sendromun adı ne zaman konulur.