Avrupa Birliği’nin mart zirvesinde belirtildiği gibi, 24 Haziran günü yapılan zirvesinde Türkiye-AB ilişkileri tekrar masaya yatırıldı ama sonuçlara bakılırsa belki bir arpa boyu gittik. Bakış açılarının kolay değişmediğini biliyoruz ama dünya bir yandan hızla dönerken hükümetler birçok alanda olduğu gibi bu konuda da geride kalıyorlar.
Zirvede Doğu Akdeniz’deki gerilimin azalmasından duyulan memnuniyet ifade edilirken bunun bir önceki zirve sonuçları kapsamında sürdürülür olmasını beklendiği kaydedilmektedir. Ayrıca Türkiye ile ilişkilerin “aşamalı, orantılı ve geri dönüşümlü bir şekilde” yürütüleceği tekrarlanıyor. Zirve sonuçlarına bakılırsa özetle ilişkilerin geliştirilebileceği üst düzey diyalog alanlar olarak göç, kamu sağlığı, iklim, terörizmle mücadele ve bölgesel konular seçilmiş oluyor. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi için AB’nin Komisyona müzakerelere başlama yönergesi verebileceği belirtiliyor. Bu amaçla teknik görüşmelere başlanılmış olması not ediliyor. Öte yandan, Suriyeli göçmenler için Lübnan ve Ürdün ile birlikte ülkemize yeni bir mali paket hazırlanacağı açıklanıyor.
Son olarak dün Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen 2024 yılına kadar 3 milyar avro aktarılacağını söyledi. Bunları olumlu ama çok küçük adımlar olarak değerlendirebiliriz.
Zirve sonuçlarında her zaman olduğu gibi Kıbrıs meselesine bilinen ifadelerle değinildi. Ülkemizdeki temel haklar ve hukukun üstünlüğü hakkındaki endişelere ise son kısımlarda vurgu yapıldı. Nihayet bildiride bölgesel krizlere Türkiye’nin yapıcı katkılarda bulunmasının beklendiği ifade edildi.
Global İlişkiler Forumu olarak “Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri için Yol Haritası” adlı raporumuzda da belirttiğimiz gibi mevcut dönemde iki tarafın birlikte yürüyebileceği temel konu Gümrük Birliği alanındadır. Burada sorunlar iki aşamalıdır. Bir yandan Gümrük Birliği’nin işleyişinden kaynaklanan mevcut sorunların çözülmesi, öte yandan Gümrük Birliği’nin güncellenmesi söz konusudur.
Ne yazık ki bunlara AB tarafından bazı koşullar kondu. Halbuki 18 Mart 2016 mutabakatında herhangi bir şart yoktur. İki tarafın da lehine olacak ticari ve ekonomik bir gelişme siyasete kurban gitmek üzeredir. Önce 15 Temmuz darbe girişiminden sonra temel hak ve özgürlükleri kısıtlayıcı, hukukun üstünlüğünü zedeleyici nitelikte atılan adımlar öne sürülerek bu alanda herhangi bir ilerleme olmayacağı AB tarafından vurgulandı, daha sonra ise Doğu Akdeniz’deki faaliyetler nedeniyle gelişme olmayacağı açıklandı.
Şimdi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de herhangi bir “olumsuz hareketi” olmadığı için AB bunu “mükafatlandırıyor”.
Tabii bunların dışında Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni tüm AB üyelerine uygulamaması da arka planda engelleyici bir faktördür. Nitekim Zirve bildirisinde her zaman olduğu gibi “tüm üyelere etkin bir şekilde uygulanmasının sağlanmasına” vurgu yapılıyor.
Yani Güney Kıbrıs Rum Yönetimine (GKRY) uygulanması isteniyor. Aksi takdirde teknik görüşmeler tamamlansa bile bu konuda bir adım atılmaması durumunda gelişme beklenmemelidir. Raporumuzda buna da değiniyoruz ve öncelikli olarak Gümrük Birliği’nin (tanıma olmadan) GKRY’ye de uygulanmasının Türkiye tarafından değerlendirilmesi üzerinde durulmasını öneriyoruz. Zira AB’nin beklentisi Türkiye’nin bu koşulu yerine getirmeyeceği yönünde olup, böyle bir hamle iki önemli alanda ilerleme sağlanmasına imkân verebilecektir.
Gümrük Birliği, ayrım gözetilmeksizin AB’nin tüm üyelerine teşmil edilir ve dış politikadaki yumuşama devam ederse Gümrük Birliği’nin güncellenmesini engelleyen temel gerekçeler de kalkacaktır. Böylece Türkiye’nin, Gümrük Birliği’nin, 2015’te tarafların birlikte kabul ettikleri Yol Haritasında belirtilen alanların yanı sıra, “Yeşil Mutabakat” ve “Dijital Ekonomi”yi de kapsayacak şekilde güncellenmesi için AB Konseyi’nin Komisyon’a müzakere yetkisini vermesini istemesi imkân dahiline girebilecektir.
Bu arada Gümrük Birliği’nde Türkiye’den kaynaklanan ve yıllardır çözümlenemeyen mevcut bazı sorunların giderilmesine yönelik adımların atılması da sürecin başlatılması için uygun ortamın yaratılmasına hizmet edecektir. Aynı şekilde Gümrük Birliği’nin uygulanmasında AB’den kaynaklanan ve uzun zamandır üstesinden gelinemeyen (Türk kamyonlarının AB ülkelerinde geçişlerinde kotalara bağlı olarak sınırlandırılması gibi) sorunlara çözüm odaklı bakışla yaklaşılması güven sağlamak için önemli adımlardır.
Gümrük Birliği’nin Kıbrıs Rum Kesimi’ni de kapsayacak şekilde genişletilmesi, Konsey’in 2006 yılında sekiz faslı bloke etme kararının gerekçesini de ortadan kaldıracak ve böylece katılım müzakerelerinin yeniden başlatılmasının önünü açacaktır.
En başta da GKRY’nin tek başına 2009 yılında engellediği fasıllar arasında olan 23. (Yargı ve Temel Haklar) ve 24. (Adalet, Özgürlük ve Güvenlik) fasılların açılması istenebilir. AB Türkiye’yi insan hakları, ifade özgürlüğü ve hukukun üstünlüğü konularında sürekli eleştirmektedir. Hatta bu eleştirilerini bazı alanlarda taahhütlerini yerine getirmemek üzere bahane etmektedir. Bu fasıllardan biri açılsa, karşılıklı olarak ilerleme sağlanabilecek ve en azından Türkiye’nin samimiyeti görülecektir. Zira AB çevrelerinde ayrıca, Türkiye’nin bunların açılmasını istemediği şeklinde zaman zaman yalan haberler çıkmakta, olumsuz bir algı daha yaratılmaktadır. Aslında Türkiye baştan beri bu fasılların açılmasını talep etmektedir.
Zirve bildirisinde ne yazık ki temel eksikliklerin devam ettiğini görüyoruz. Türkiye’nin bir aday ülke olduğuna hala değinilmemektedir. Esas üzerinde durulması gereken konu yine Raporumuzda vurguladığımız gibi ülkemizin aday çizgisinden ayrıştırılarak, AB tarafından üçüncü ülke muamelesi yapıldığının daha açık bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Bu yaklaşımın devam etmesi halinde durumun kanıksanması ve ilişkilerin her iki tarafın çıkarlarına ve ortak menfaatlerine zarar verecek şekilde istenmeyen bir yöne evrilme tehlikesi vardır.
İlişkileri düzeltilmesi amaçlanıyorsa bunun ancak iki tarafın adım atmasıyla olduğunu bilmek gerekir. Sadece Türkiye değil, AB’nin de adım atması gerekir.
Örneğin Zirve bildirisinde ne yazık ki 18 Mart mutabakatında yer alan ve halen askıda tutulan Gönüllü İnsani Kabul Planı’nın uygulamaya geçirilmesi konusunun bahsi dahi geçmemektedir. AB bunu unutturmaya çalışmakta ve mutabakatta sadece kendi önceliklerini vurgulamaktadır. Bizim her vesileyle vaatlerini hatırlatmamız lazım.
Doğu Akdeniz’de gerilimin azalmasından söz edilirken bunun tek taraflı olmayacağı da bilinmelidir. Tahrikler olmazsa gerilim kendiliğinden giderilecektir.
Zirve sonuçlarından alınan mesaj Türkiye’nin son altı aydır dış politikada uygulamaya başladığı yumuşamanın devam edip etmeyeceği konusunda AB’nin emin olamadığıdır. Yine de bir yıl öncesine oranla böyle bir açılımı eksik ve yetersiz de olsa olumlu görmek gerekir. Ancak son beş yıldır ne kadar mesafe kaybettiğimiz de belirgin bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Başta da söylediğimiz gibi küresel boyutta hızlı değişim olurken AB ile Türkiye’nin de buna ayak uydurmaları gerekir. İki tarafın da birbirlerine bakış açılarını değiştirip daha cesur adım atmalarının zamanı gelmiştir. Her düzeyde artan diyalog ve AB ile Türkiye’nin birlikte hareket etmeleri, gittikçe çoğalan güç merkezleri ile sınır tanımayan sorunlarla baş edilmesine katkıda bulunacaktır. Avrupa’nın geleceğinin her iki tarafa da ait olduğu unutulmamalıdır.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…
Nobel ödülüne layık görülmesi hepimizi gururlandıran (ve bir GS Lisesi mezunu olarak benim de özellikle…
Kamuoyunda etki ajanlığı ya da etki casusluğu yasası olarak bilinen yasa önerisi, ikinci defa TBMM’de…
İsrail’in önceki Dışişleri Bakanı İsrael Katz kafayı Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a küfretmeye takmıştı, cevabını vermek de…
DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, son günlerde popüler isimlerin tutuklanmasıyla Türkiye'nin gündemine giren yasa…