Tartışma internet üzerinden televizyon yayıncılığı yapan MedyaScope sitesinin Amerikan Chrest Vakfı’ndan yayıncılık desteği aldığının haber olmasıyla başladı. MedyaScope kurucusu, gazeteci Ruşen Çakır, bunu zaten kuruluştan bu yana internet sitesinin künyesinde saydam bir şekilde duyurduklarını, yıllardır her şeyin yasal sınırlar içinde yapıldığını söylediyse dinletemedi. Sedat Peker videolarıyla yıllardır baş tacı ettikleri kimi gazeteciler nedeniyle hasar alan, bunun üzerine bir de TRT atamalarındaki Pelikan Grubu etkisi ortaya çıkan AK Parti propaganda yapılanması fırsatı kaçırmadı. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan zaten bir süredir dijital medyayı zapturapta almak istiyordu. İletişim Başkanı Fahrettin Altun, kontrolleri altında olmayan medyadaki yabancı fon varlığını “beşinci kol”, yani nüfuz casusluğu faaliyet sayarak yeni yasanın yolda olduğunu söyledi.
Özeti bu.
Gelelim ayrıntılarına.
Birincisi, Türkiye’deki faaliyetlere dış kaynaklardan bütçe, ya da fon kullanma konusunda bir yasak yok. Bu tür yasakların olduğu ülkeler var; Suudi Arabistan, Kuzey Kore, İran, Çin gibi. Türkiye dış fon kısıtlaması, özellikle de ABD ve Avrupa Birliği ülkeleri başta Batı’ya fon kısıtlaması getirirse oralardan Türkiye’de, sadece medya değil ama AK Partili belediyeler dahil pek çok projede kullanılan kaynaklar kesilebilir.
İkincisi, fon kullanımı tamamen Türk makamlarının yetki ve bilgisi altında, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nın kayıtlarında. Eğer bugüne dek yasal olmayan bir durum var da soruşturulmamış ise yetkili makamların kusuru var demektir. Burada saydamlık ilkesi öne çıkar. Sorun, eğer fon kullandığını gizliyorsa ortaya çıkar.
Tarihi biraz kurcalayalım mı?
Üçüncüsü, öteden beri Türkiye’de medyada dış fon kullanımı vardır. Örneğin, Türkiye’de siyasi İslamcılığın ideologlarından sayılan Mehmet Şevki Eygi’nin 1960’larda Bugün gazetesini, İskenderpaşa Cemaati lideri Mehmet Zahit Kotku’dan aldığı, iddialara göre Suudi Arabistan’dan, Rabıta’dan gelen 400,000 lira (2020 rayiciyle 3,4 milyon lira) ile çıkarmıştı. Kendi ifadesiyle sabit. Meraklısı İçin Darbeler Kitabı’nda yazdım: Eygi ve Bugün gazetesi 1968’de öğrenci olayları yeni başlamışken milliyetçi-muhafazakâr kitlelerin “cihat” diye kışkırtılıp ABD 6’ıncı Filo’sunu protesto eden gençlerin üzerine salınarak yaşanan “Kanlı Pazar” hadisesinde pay sahibi olmuştur.
Uğur Mumcu’nun 1993’te katledilmeden önce yazdığı kitabına da adını verdiği “Rabıta”dan gelince dış fon sayılmıyor mu o paralar yoksa? Sadece medya da değil. Atatürkçülük mangalında kül bırakmayan Orgeneral Kenan Evren önderliğindeki 12 Eylül 1980 darbesi ardından Diyanet’in yurtdışındaki imamlarına Rabıta’nın maaş vermesi yabancı fon sayılmıyor mu? On dokuz yıldır ülkeyi yöneten AK Parti hükümeti bir ara da Alman vakıflarını casusluk yatağı sayıyordu. Kapatsın ve engellesin diye söylemiyorum, tutarsızlığı vurgulamak için söylüyorum: Hangisini kapattı, Türkiye’de fon vermesini engelledi?
Dördüncüsü, belli ki daha yeni vakıf isimleri, başka listeler de ortaya dökülecek? Bir amaç caydırıcı olmak, bu görülebiliyor. Peki, sizce bu vakıflar, 2019 seçimlerinde AK Parti elinden çıkan belediyelerden kaynak aktarımı kesintiye uğrayan AK Parti medyasına da destek verseydi, biz bugün bu tartışmaya tanık olur muyduk? Biraz “Hani bana?” kokusu almıyor musunuz burada? Hatta “Ona verme, bana ver” kokusu? Yarın bir gün belki o vakıflar da Türkiye’den kimlerin başvurduklarının ama “partizan olmayan yayıncılık” sözü veremedikleri için fon verilmediğini açıklar. Kim bilir?
Medyanın bastırılması operasyonu
Ve beşincisi, Erdoğan ve AK Parti’nin en geç Haziran 2023’te yapılması gereken seçimleri kaybetmeye tahammülü olmadığı, dolayısıyla Türkiye’yi dikensiz gül bahçesine çevirmek için vites yükselttiği anlaşılıyor. Yazının başında hükümet yanlısı medyanın Sedat Peker videolarıyla hasar aldığını, medya üzerinde Pelikan Grubu kontrolünün TRT Yönetim Kurulu atamalarıyla doruğa çıktığını hatırlatmıştık.
Öte yandan 2020 başından bu yana Erdoğan’ın -sadece sosyal medya değil- bütün dijital medyayı hizasında tutma projesi vardı. Erdoğan bunu neden istiyor? Çünkü köklü medya kuruluşlarının, önce Sabah, aTV, sonra Milliyet, NTV, Star, nihayet Hürriyet, Kanal-D, CNN Türk’ün yandaş sermaye tarafından alınmasının hiçbir işe yaramadığı geç de olsa görüldü.
Ama o arada binlerce meslektaş işinden oldu; ya çıkarıldı ya dayanamadı gitti. Umdukları belki de işinden olanların mesleği de bırakmasıydı. Bırakmadılar. Bazı meslektaşlarımız mesleklerine yabancı basın kuruluşlarında devam ettiler. Habercilik sınır tanımayan bir meslektir. Önce, hükümet çizgisindeki düşünce kuruluşu SETA bu meslektaşlarımızı yabancıların çıkarlarının “uzantısı” olmakla suçladı. Şimdi de bu çıktı.
Hükümet yanlısı medya okunmuyor, izlenmiyor. Bunu görüyorlar. Bunun sorumlusu olarak parti çizgisindeki medyanın habercilik yapmamasını değil, kontrol dışında kalan medyanın haber yapmasını görüyorlar. Onu engellemeye çalışıyorlar.
Bunları ne YetkinReport sitesi ne YouTube yayınlarımda fon kullanmayan bir gazeteci olarak söylüyorum. Mesleklerini sürdürmek, doğru bildiklerini, araştırmalarını kamuoyuna aktarmak amacıyla fon kullanan meslektaşlarımı da kınamadan söylüyorum: Yasalar çerçevesinde fon kullanmak suç değildir. Fon kullanımının gizlenmesi ve amacı dışında kullanılması ayrı konudur.
Şimdi medya üzerindeki baskının daha da artmasına yol açacak yasal düzenlemeleri yabancı fon varlığını neredeyse casusluk faaliyeti gibi sunmayı deniyorlar.
Oysa tarih ve tabiat gösteriyor ki akacak su yolunu bulur. Sonsuza dek durdurmak mümkün değildir.