Erdoğan içi çay dolu “çevre dostu” torbaları Cumhurbaşkanlığı otobüsünün üzerinden aşağıya atarken, sunucu “Cumhurbaşkanımız size en iyi bildiğiniz şeyi ikram ediyor” diye anons ediyordu.
Neredeyse bir haftada iki sel felaketi yaşayan Rize’ye gerçekten de en iyi bildiği şeyler layık görülmüştü: Biraz kadercilik, biraz “fırça”, biraz vaat, biraz çay.
Felakete Kıbrıs arası mı?
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 15 Temmuz’daki selden sonra da bölgeye gitmişti ama Erdoğan yoktu. Oysa can kaybı açısından ilk felaket daha büyüktü.
Ama malum, Cumhurbaşkanı’nın 15 Temmuz programı doluydu. 16’sında cuma namazını, Cumhurbaşkanlığı sitesinde yazan adıyla Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde kıldı. Yine sembolik bir yerde kılınacak bir sonraki cuma namazına kadar o program boşalmayacaktı. Felaketten iki gün sonra rotada Erzurum vardı, arkaya müzisyenler dizildi, “Türkiye’nin her yerinden” gençlerle buluşuldu. Belki aralarında Rizeliler de vardı. Cumhurbaşkanı 19’unda da Kıbrıs’a uçtu. Doğa beklemedi, Erdoğan “memleketim” dediği Rize’ye gidene dek sel, bölgeyi bir kez daha vurdu.
Cumhurbaşkanı’nın her felaket bölgesine gitmesi gerekmiyor elbette. Hatta kimi durumlarda bölgedeki faaliyetlere zaten bakan ziyaretleri dahi protokol yükü bindirirken cumhurbaşkanı ziyaretleri bunu daha da katlıyor. Ancak Rize’ye ilk selde gidilmemesinin, orada uzun uzun halka hitap edilmemesinin nedeninin geçen haftanın Kıbrıs meselesine ayrılması olduğu da görülüyor. (Hoş, Kıbrıs ziyaretine de bir mesaj kargaşası damgasını vurdu ve Kıbrıs halkının iradesini hiçe saymak pahasına da olsa AB’ye “tokat gibi” cevap vermek yerine, yine ada halkının iradesi hiçe sayarak hatta mevcut yönetimi fark etmeden de olsa aşağılayarak, mevcut “gecekondu” yerine saray inşaatı vaat edildi ama Rize’ye dönelim).
Kimin imtihanı?
Cumhurbaşkanı Rize’de kaderciydi çünkü felaketlere bir kez daha “imtihan” dedi,“sabretmek” dedi, “Türkiye eski Türkiye değil” dedi. Cumhurbaşkanı Marmara Üniversitesi’nde okurken bu kadar çok imtihandan kalsaydı okulu bitiremezdi.
Felakete imtihan derseniz, daha geçen yılki İzmir depreminden (BBC anlatıyor) tutun da hızlı tren kazasına (BirGün anlatıyor), pek çok olayda olduğu gibi mağdurlardan sabır beklemekten ötesine gidemezsiniz. Gerisi, acıları bizzat yaşayanlar çok daha iyi biliyor ki boş laftır.
Rizeliler, 19 yıldır iktidarda olan hemşerilerinden bir de fırça yedi: “Ne olur, şurada, şu yamaçlarda beş kat, 10 kat binalar yapmayın.”
Ne yani, hükümet ve bölgedeki bürokratlar Rize ve çevresinde yatay mimari politikaları uygulamaya çalışıyor ancak Erdoğan’ın muhalefet liderlerine haddini bildirmelerini beklediği Rizeliler söz dinlemeyip durmadan yamaçlara inşaat mı dikiyordu!
Erdoğan HES demedi ama profesörler yıllardır diyor
Erdoğan’ın Güneysu’daki konuşmasının Cumhurbaşkanlığı sitesindeki dökümü 1947 kelime. Bir kez dahi HES demedi. Oysa, Prof. Dr. Doğan Kantarcı’ya göre durum hiç de yamaçlardaki evlerden ibaret değil. Sözcü gazetesinden Özlem Ermiş Beyhan’ın konuştuğu Kantarcı’ya göre “Doğu Karadeniz’de birbiri ardına çok fazla HES yapıldı. Derelerin dengesini bozdular. HES yaparken bir bentten diğer bente suyu nakletmek için yapılan kanalların kazı materyalleri yamaçlara atıldı.”
Enerji Bakanı Fatih Dönmez’in mayıs ayında verdiği bilgiye göre ülkede 697 HES var. TMOBB, geçtiğimiz yıl sadece Orta ve Doğu Karadeniz’de 246 HES olduğunu açıklamıştı.
Kantarcı’ya göre, gelecek yıllar için planlanan ağaç kesimleri dahi şimdiden yapılıyor: “Kesim oranı yüzde 30 olmalıyken yüzde 60’lara çıkarıldı.”
Aynı haberde Prof. Dr. Doğanay Tolunay ise “Dere yatağına toplu konut yaparsanız sel kaçınılmaz oluyor. … Peki bu yağış neden afete dönüşüyor diye baktığımızda sorun şu: Yol yapılırken kazı fazlası dere yatağına boşaltılıyor. Taş ocağı yapılırken hafriyat dere yataklarına boşaltılıyor. İkizdere’deki taş ocağı ile ilgili de bu gündeme geldi” diyor.
(İkizdere, selin vurduğu Güneysu’ya arabayla bir saat, kuş uçuşu çok daha yakın. Artık haberlerde çok sık görmesek de köylüler, Cengiz İnşaat’ın liman inşaatında kullanılmak üzere açacağı taş ocağına karşı direnmeye devam ediyor. Çünkü canları gibi sevdikleri ağaçların kesilmesine izin vermek istemiyorlar. Sorumluluk sahibi medya kuruluşlarının gündemine ise bu ara İkizdere’den ziyade, Muğla İkizköy’deki Akbelen Ormanı var. Akbelen’de ağaç kesen Orman Bakanlığı; Limak ve IC İçtaş’ın madenlerine kömür yetiştirmek için ağaçların kesilmesine yine köylüler karşı çıkıyor.)
Karadeniz Sahil Yolu dereleri tıkadı
Karadeniz halkının imtihanı toplu konutlar, taş ocakları ve elektrik santralleriyle de bitmiyor. Neredeyse 1500 kilometrelik Karadeniz Sahil Yolu, yani D-010, 2007 yılında açıldı ama inşaatı parça parça devam ediyor. Erdoğan, 2007’deki açılış töreninde “dünyanın en uzun sahil yolu” olacağını söylediği projenin Batı Karadeniz’deki bazı bölümlerinin açılışını 14 Temmuz’da, yani Rize’yi vuran felaketten bir gün önce yaptı.
Yolu, açılıştan iki sene sonra, 2009’da sel vurdu, Giresun’un merkezi tahrip oldu. Ertesi yıl, Rize’nin Gündoğdu beldesinde, yağmur suyu yolu aşıp denize ulaşamadı, sel ve heyelanda 12 kişi öldü. Ertesi yıl sel Rize merkezini vurdu. 2012’de yolun metrelerce uzunluğunda bir kısmı çöktü, fotoğrafları hatırlayanlarınız vardır. 2015’te Artvin Hopa’daki selde sekiz kişi yaşamını yitirdi. 2016’da Trabzon Beşikdüzü’nde su yine yolu aşamadı, selde iki kişi öldü. Bunlar sadece bir çırpıda akla gelen felaketler. CHP Genel Başkan Yardımcısı Ali Öztunç’a göre sadece Rize’deki sel felaketlerinden son 21 yılda 83 kişi yaşımını yitirdi.
Geçen sene, bu yılki felaketlerle hemen hemen aynı tarihlerde sel Rize Çayeli’ni ve Artvin Yusufeli’ni vurmuş, altı can almıştı. O dönem, sellerin sebebinin HES ve otoyollar olduğunu Bianet haberleştirmişti. Habere göre, “Karadeniz’de gündemde oldukça fazla yer tutmuş iki yol projesi var. Biri 1800 metrede yüzde 70 eğimde yaylaları birbirine bağlamayı planlayan Yeşil Yol, diğeri de Samsun’dan Sarp’a kadar Karadeniz’e dolgu üretilen Karadeniz Sahil Yolu. Biri dereleri hafriyatla doldururken diğeri de derelerin yolunu kesiyor.”
Yine aynı haberde Limak Holding’in yapımını üstlendiği baraj için ilçedeki sulanabilir tarım arazilerinin yüzde 70’inin baraj suyu altından kaldığını okumuş, inşaatı süren baraj nedeniyle 17 köyün sular altında kalacağını öğrenmiştik.
Avrupa’da iklim krizi, Karadeniz’de kader
Erdoğan, Rize’de ”Allah dünyayı bir mizan, ölçü ve denge üzerinde yaratmıştır. Bu dengenin kaybolması durumunda felaketler, sıkıntılar, zorluklar kaçınılmaz olur. Denge olarak bozulunca rahmet olarak gördüğümüz yağmur adeta bir afete dönüşür” dedi.
Denge sorumsuz inşaatlala, insan aktivitesiyle bozuldu. Geçtiğimiz hafta, Gazete Oksijen, ülkenin yüde 60 kadar bir kısmının maden arama ve çıkarma alanı olarak ayrıldığını yazdı. Elbette ülkenin yüzölçümünün yarısından çoğu maden olmayacak ama TEMA’nın çıkardığı 15 il haritası gösteriyor ki nerede maden bulursanız kazın; doğal park, orman, kritik bölge, ayı, kuş, bal, ceylan, tabiat, gelecek demeyin denmiş.
Tüm bunlara sessiz kalan inşaatçı, madenci, barajı medya Erdoğan’ın sözlerinde keramet aramaya pek meraklı, malum. Kıbrıs’taki U dönüşünü bile bize “çok önemli bir konuşma” diye yutturmaya çalıştılar. Şimdi Erdoğan’ın son ifadelerini de “Cumhurbaşkanı ilkim krizine dikkat çekti” diye yorumlayabilirler!
Geçtiğimiz hafta özellikle Almanya ve Belçika’yı vuran seller gerçekten de iklim krizi düzleminde tartışıldı. Dünya ısındıkça hareketsiz kalan havanın yağışların aynı yerde daha uzun süre kalmasına neden olduğu yazıldı. Erdoğan hükümeti ise durumun aciliyetini kabullenip önlem almak yerine karbon salımını artıracak ya da karbonu emen ağaçları kesmekle meşgul. Paris İklim Sözleşmesi’ni meclisinden geçirip anlaşmaya taraf olmayan ülkeler listesinde Eritre, İran, Irak, Libya ve Yemen ile birlikte sadece Türkiye kaldı. Üstelik bu iklim krizi inkarcılarının arasındaki en büyük kirletici, sanayisi daha gelişmiş olması nedeniyle Türkiye. Hükümetin tavrı, Uluslararası Enerji Ajansı’nın Türk başkanı Fatih Birol, 2050 itibarıyla net sıfır karbon salımı hedefine ulaşmak için petrol ve gaz aramalarına şu an son verilmesi gerektiğini söylerken, fosil yakıt aramalarında gaza basmasından belli.
Belli ki Erdoğan hükümeti içinde şehir ismi geçen anlaşmaları sevmiyor; İstanbul Sözleşmesi, Paris Anlaşması, Montrö… İlk imzayı kendisi atmış olsa da..
Cumhurbaşkanın Rize gezisi böyle geçti… Evliya Çelebi ile ilgili çok bilindik bir anekdot var; hatırlatalım. Büyük seyyah, rüyasında “Şefahat Ya Rasûlallah” yerine yanlışlıkla “Sefahat Ya Rasûlallah” diye dua eder, hayatı seyahatle geçer. Erdoğan ve partisi, Özal’dan kalma “İcraat Ya Rasûlallah” sloganıyla yola çıkmıştı ancak en tutarlı icraatı “İnşaat Ya Rasûlallah” oldu. Doğadan “şefaat” dilemenin yolu, çayın başkentinde insanlara “çevre dostu” torbalarla çay atmak değil, bu yıkıcı politikalardan derhal vazgeçmek.
NOT:
-Sözcü gazetesinin linkteki haberinden Rize’de Erdoğan konuşmadan önce otobüsün üzerinden tek tek isimleri anons edilip halka alkışlatılan protokol listesine ulaşabilirsiniz.
– Geziyi izleyen gazeteci İsmail Saymaz, ayağının tozuyla hem dağıtılan çay hem de Rizelilerin sorunlarıyla ilgili önemli bilgiler paylaştı.