Mareşal Fevzi Çakmak Türkiye’nin kurtuluş ve kuruluş yıllarının asli karakterlerinden. Hem Millî Mücadele döneminde hem de Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümüne kadar yanında yer almış, çok partili hayata geçiş yıllarında da rol oynamış.
Çakmak Osmanlı Devleti’nde Erkan-ı Harp Reisliği, yani Genelkurmay Başkanlığı, ardından Harbiye Nazırlığı, yani Savunma Bakanlığı yaparken Anadolu’ya geçmiş. Zaferden ve Cumhuriyet’ten sonra siyaseti değil mesleğini tercih etmişi 1924’te kurulan Genelkurmay Başkanlığını üstlenmiş. Orduyu siyasetten uzak tutma hassasiyeti, cumhurbaşkanlığı tartışmaları sırasında “Bu işe askeri bulaştıranı vururum’’ diyecek kadar ileri gitmiş. Bu cümlesi ile belki de Atatürk’ten sonra Cumhurbaşkanı olması mümkün iken kendi siyasi yolunu tıkayıp, İsmet İnönü’ye yol açan tarihi bir şahsiyet Mareşal Çakmak.
Eşi Fitnat Hanım’ın deyimiyle sıkılıp bunaldığında Evliya Çelebi’nin seyahatnamesini okuyan, alışkanlıklarına bağlı, mütevazı bir insan. Atatürk’ün paşam diye hitap ettiği Çakmak bugün kendisini siyasal İslamcı, muhafazakâr demokrat diye tanımlayanların özellikle tanıması gereken bir devlet adamı. Çünkü uzun yıllar boyunca muhafazakâr kesimler, Çakmak’ın dindar kişiliğini, güçlü inanca sahip olmasını sanki laik Cumhuriyete karşıymış gibi yansıttılar halka.
Fevzi Çakmak 12 Ocak 1876’da İstanbul Anadolukavağı’nda bir asker çocuğu olarak doğdu. Babası Çakmakoğullarından Topçu Albayı Ali Sırrı Bey, annesi Varnalı Müftü Hacı Bekir’in kızı Hesna Hanım’dı. Her ikisi de dindar, siyasi konulardan uzak sessiz ve sakin aile hayatını tercih eden insanlardı.
Dindar, İttihatçı ve laik
Bugün Türkiye’deki siyasi İslamcıların en çok öne çıkardığı konular arasında Sultan İkinci Abdülhamit ve onun İttihat ve Terakki tarafından tahttan indirilişi vardır. Son derece dindar, Osmanlı’ya bağlı bir aileden gelen Fevzi Çakmak da dindardı, ama aynı zamanda İttihatçıydı. Siyasal İslam’ın en çok üzerinde durduğu konuların başında Abdülhamit Han’ın tahtan indirilmesi gelir. Çakmak ileride Abdülhamit hakkında şunları söyleyecekti:
• “Kalbimin heyecanla çarptığını, müstebid padişaha karşı dedemin teşebbüs ettiğine benzer bir harekete atılmak ve muvaffak olmak arzusu ile gönlümün yandığını bugün bile hatırlıyorum. Abdülhamit Han’ın tahtan indirilmesi lüzumuna ben de kuvvetle kani olmuştum.”
Atatürk’ün Çakmak’a yazdığı acı bir mektup, bu iki başarılı askerin nasıl bir gönüldaşlık içinde olduklarını yansıtır. Albay Mustafa Kemal Çanakkale Savaşı’nda Anafartalar Grup Komutanı olarak görev yaparken, Fevzi Çakmak’ın kardeşiyle birlikte savaşıyordu. Savaşta şehit düşen kardeşinin (Üsteğmen Mehmet Nazif) haberini mektupla ona bildiren Mustafa Kemal olmuştu. Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhan Sayılır’ın Çanakkale Savaşları’nda şehit olan subaylarla ilgili yaptığı araştırmalar kapsamında ortaya çıkan bu mektup hem acıyı hem de nezaketli bir üslubu yansıtırken, savaş ortamında mücadele azmi ve inancını da anlatıyordu.
Mustafa Kemal’in gözü arkada kalmıyordu
Mondros Mütarekesinin imzalanmasından bir gün sonra 1 Kasım 1918 günü İttihat ve Terakki Partisi’nin olağanüstü kongresi toplandı. Bu partinin son kongresiydi. Kongre sürerken Enver, Cemal ve Talat Paşaların yurtdışına kaçtıkları haberi hem Kongrede hem de yurtta büyük yankı uyandırdı. Artık İttihat ve Terakki Partisi’ne üye olmak vatan hainliği ile eş tutuluyordu.
O dönemde Sultan Vahdettin tarafından da desteklenen başkanlığını Damat Ferit’in yaptığı Hürriyet ve İtilaf Partisi, İttihat ve Terakki’nin karşısındaydı. Böyle bir siyasi atmosfer içinde denge siyaseti güderek, tartışmalı alanlardan uzak durmanın gayreti içerisinde olan Fevzi Paşa’nın, Nilüfer Hatemi tarafından hazırlanan günlüklerinin siyaset adamı olmak ile devlet adamı olmak arasında ki farkı anlayabilmek açısından okunmasını tavsiye ederim.
Mustafa Kemal’in zaman zaman karşılaştığı, mektuplaştığı, birbirini takip eden atamalarla halef-selef olarak birlikte çarpıştığı Fevzi Çakmak’a güveni, Cumhuriyet’le birlikte en hayati görevlerden olan Genelkurmay Başkanlığı’nı ona emanet etmesinde görülebilir. Böylece laiklik, askerin siyasete karışmaması gibi ilkeleri yaşama geçirirken gözü arkada kalmıyordu.
Savaşla sınanmış dostluk
Bu güven boşuna değildir. Fevzi Çakmak Paşa, Mondros Mütarekesi ardından İtilaf devletlerine teslimi kararlaştırılan silah ve mühimmatın Anadolu’ya ulaşmasında önemli rol oynamıştı. Ülkenin durumunu anlayan, felaketi gören birisinin, düşmanın gözleri önünde onların isteklerine aykırı olarak hem de Osmanlı’nın önce Genelkurmay Başkanı, ardından Savunma Bakanı olarak (yardımcısı İsmet İnönü idi) bu eylemde bulunması üzerinde bugün herkesin düşünmesi gerekir.
Alev Çoşkun’un “Samsun’dan Önce Bilinmeyen 6 Ay” kitabını okumanızı tavsiye ederim. Burada Mustafa Kemal’in Şişli Halaskar Gazi Caddesi’ndeki 250 no’lu evde kalırken Samsun’a çıkıştan danıştığı en önemli 7 kişiden bahsedilir; bunlardan birisi de Fevzi Çakmak’tır. Çakmak o tarihte Genelkurmay Başkanı olduğu için eve direkt olarak gitmemiştir ama başka yerlerde görüşmüşlerdir.
Millî Mücadele döneminde Ankara’ya geçen Fevzi Çakmak’ın ailesi yaşadıkları evden, İngilizler tarafından atılmış, eşi ve çocukları sokakta kalmışlardı. Sonunda İzmit’e geçtiler eşi Fitnat Hanım İzmit Hat komiseri Remzi Bey’i bulup kendisinin Çakmak’ın eşi olduğunu söylemesi üzerine “Siz gerçek eşi olsanız benim haberim olurdu” cevabını almıştı. Gerçek anlaşılınca aile Ankara’ya nakledilmişti. Bugün Kurtuluş Savaşını küçümsemeye kalkan siyasi İslamcıların, Çakmak gibi bir şahsiyetin ailesi için dahi yardım, ayrıcalık, iltimas istememiş olmasından çıkarması gereken dersler vardır.
Çatısı akan rutubetli bir ev
Meclis’in Atatürk’le birlikte Mareşal unvanı verdiği iki Kurtuluş Savaşı kahramanından biri olan Çakmak’a ait son ve belki de en önemli not Atatürk’ün evine yaptığı ziyaret ile ilgili.
Mustafa kemal bir gün Çakmak’ı evinde ziyaret eder. Fitnat Hanım İstanbul’dadır ve o zaman Genelkurmay Başkanlarının ayrı lojmanları yoktur, Çakmak kendi evinde oturmaktadır. Oturma odasının tavan kısmında bacadaki akıntıdan dolayı nemlenmeyi görür görmez “Paşam buranın hali nedir? Şefik Paşa (Fevzi Çakmak’ın damadı) neden burayı tamir ettirmedi? Bu rutubet son derece rahatsız edici ben sizi burada bırakamam” diyerek onu evden almış ve evi tamir ettirmiştir.
Şimdi İslami yaşam şeklini kendisine ilke edindiğini söyleyip devlet imkânlarıyla lüks içinde yaşayanlar, 1944 yılına kadar Genelkurmay Başkanı olup yaş haddinden emekliye ayrılan ve Türkiye’de muhafazakâr, hatta İslamcı kesimin örnek aldığı Çakmak’ın dindarlığı kadar bu yönünü de örnek alırlar mı?
Ne dersiniz?