İlk bakışta bürokrasi kavgası CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 16 Ekim’de bir videoyla bürokratları 18 Ekim, yani bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan kabinesinin “illegal isteklerine” imza atmama çağrısıyla başlamış görünüyor. Kılıçdaroğlu’nun sözleri tam olarak şöyle.
• “Siz Erdoğan ailesinin değil, bu devletin şerefli memurlarısınız. Kâmil akla gelmeniz için, Kılıçdaroğlu abinizin, amcanızın bu size son çağrısıdır: 18 Ekim Pazartesi itibarıyla bu düzenin illegal isteklerine verdiğiniz tüm desteğin sorumluluğu size de ait olmaya başlayacaktır. ‘Emir almıştım’ diyerek bu kirli işlerden sıyrılamazsınız. Size kanun dışı ne yaptırılıyorsa pazartesi itibarıyla durun. Bu illegal paralel sistemlerden elinizi eteğini çekin.”
Buna Cumhurbaşkanı Erdoğan 17 Ekim’de, Afrika seyahatine çıkmadan önce sert karşılık verdi, Kılıçdaroğlu’nun devlet memurlarını tehditle suçlayıp itaatsizliğe çağırdığını söyledi. Erdoğan’ın sözleri de şöyle:
• “Bürokrasiyi özellikle seçilmiş hükümete karşı çıkmaya davet etmek vesayet çağrısından başka bir şey değildir. Kılıçdaroğlu’nun kamu görevlilerine yönelik bu tehdidi aynı zamanda açıkça bir suçtur. Sen nasıl olur da bu ülkenin memurlarını tehdit edersin? Şimdi bir de tarih veriyor. Haydi bakalım göreceğiz ne yapacağını. Bay Kemal bu alan boş değil. Bütün bunların haklarını savunan bir iktidar vardır.
Erdoğan’ın bu sözlerinin hükümet yanlısı medyadan iki gazetecinin sorusuna yanıt olarak kağıttan okuduğu ve zaten bir akşam önce AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’in söyledikleriyle hemen hemen aynı olduğu ayrıntısına girmeyeceğim. Bu sorunun özel olarak sordurulduğu görüntüsü dahi Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’nun bürokrasi çıkışından rahatsızlığını gösteriyor.
Ama bu kavganın arka planında iki yılı bulan birikim var.
Dönüm noktası yerel seçimler
Dönüm noktası 2019 yerel seçimleri oldu. Kılıçdaroğlu ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli karşısında ittifak kurması işe yaradı. CHP İstanbul ve Ankara başta olmak üzere önemli büyükşehir belediye başkanlıklarını aldı. Bu Erdoğan’ın 2002 seçimlerinden beri sürdürdüğü yenilmezlik görüntüsüne hasar verdi. CHP’li belediyeler, AK Partinin tahmin ettiği gibi başörtülü çalışanlara dokunmadı ama AK Parti desteğinde cömertçe sağlanan imkânlarını kesmeye başladı. Önce Ankara’da Mansur Yavaş, sonra İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer belediyelerin ihaleleri canlı yayınlamaya başlaması halkta destek bulunca, Erdoğan da AK Partili belediyelerden aynısını yapmalarını istemek zorunda kaldı.
O süreçte bürokrasi ve aslında genel olarak kamu sektöründe bazı rahatsızlıklar ortaya çıkmaya başladı. AK parti döneminde zenginleşmiş, çoğu inşaat ve ticaret erbabı yatırımcıya ek olarak üç, beş maaş alan bürokratların, siyasetçilerin ortaya çıkması bir “yeni mutlu azınlık”, ya da “AK Elit” algısını yaygınlaştırdı. Kovit salgını ekonomideki sıkıntıyı derinleştiriyor, hayat pahalılığı ve geçim sıkıntısı AK Parti ve MHP tabanını da etkiliyor ama AK Parti yönetimine yakın küçük bir zümrenin bundan etkilenmediği, şatafata devam ettiği görülüyordu.
Kamu bürokrasisindeki sızıntılar da bu dönem ortaya çıkmaya başladı. Kimi vicdani nedenlerle, kimi de ilerde iktidarın değişmesi ihtimalini göze alan kamu çalışanları sayesinde hükümet kontrolü dışındaki medya ve muhalefet partileri adaletsizlikleri daha yüksek sesle dile getirmeye başladı. Anketlerde AK Parti ve MHP’nin gerilemeye başlaması, kamu çalışanlarının bir kısmında geleceğini sağlama alma eğilimine yol açtı. Zaten Erdoğan’ın az önce bir kısmını verdiğim konuşmasında özellikle şikâyet ettiği iki nokta CHP’li belediyeler ve anketler oldu; bu konuların aklını kurcaladığı belliydi.
Siyaset kulisinde konuşulanlar
Kılıçdaroğlu’nun 16 Ekim’de bürokrasiyi tehdit diliyle uyarması 15 Ekim’de Merkez Bankasına sürpriz gidişinin hemen arkasından yapıldı.
Siyaset kulisinde bu çıkışların zıt yorumları oldu. Kimi Kılıçdaroğlu’nun bu bürokrasi çıkışıyla Merkez Bankası ziyaretiyle sergilediği olumlu etkiyi tersine çevirdiğini, CHP liderinin devlet kurumlarının başıyla doğrudan görüşme taleplerine de bundan böyle olumlu yanıt alamayacağı görüşünde. Kimiyse tam tersine bunu bir sinyal olarak alan, özellikle orta bürokrasinin, muhtemel bir iktidar değişikliğinde de yerini koruma gayretine girebileceği tahmininde bulunuyor.
İşin başka boyutunda İYİ Parti lideri Akşener’in bugünlerde şehirlerin ilan panolarında duran “Projeye değil, ranta karşıyız” sloganı var. Kılıçdaroğlu -tabii seçimde Erdoğan’ı yenip işbaşına gelirlerse-bürokrasiye “Bize düşmanlık yapmayana dokunmayacağız” mesajı veriyorsa, Akşener de iş çevrelerine benzeri bir mesaj veriyor. Akşener’in bu sözü ikili anlam taşıyor. Birincisi, Erdoğan’ın “Muhalefet projelere karşı” söylemine karşı-söylem üretme, iş dünyasını, özellikle inşaat ve enerji müteahhitlerini korkutmama amacı. İkincisiyse, iş çevrelerine “Artık yumurtalarınızı aynı sepete koymayı bırakın” mesajı; bu da AK Parti ve MHP’ye iş dünyasından gelen destekleri etkileyebilir.
Kılıçdaroğlu’nun bürokrasi çıkışı, Erdoğan’ın nasırına basıp yanlış yaptırmayı da amaçlıyor. Erdoğan’ın ilk yanıtı sert olsa da şimdilik dudağını ısırdığını gösteriyor. Ama Kılıçdaroğlu’nun, adeta 18 Ekim tarihini milat sayarak -tabii iktidara gelmesi halinde- saati işleteceğini söylemesi daha önce pek örneği görülmemiş hamlelerinden biridir. Sonuçlarını uygulamada ve anketlerde göreceğiz.
Bir de İmamoğlu etkeni
Bir başka boyut ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu’nun daha önce -Yavaş’ı da kast ederek- “Bir dönem daha belediyede kalsınlar” demesine rağmen, Cumhurbaşkanı adaylığı kampanyası algısına yol açan yurt gezileri. Bunun en son örneğini hafta sonu görüldü. İmamoğlu’nun, görünüşte ressam Ahmet Güneştekin’in resim sergisinin açılışı için Diyarbakır (ve Elazığ’daki) gövde gösterisi, muhtemelen Kılıçdaroğlu’nun Merkez Bankası ve ardından bürokrasi çıkışları olmasa daha geniş ilgi toplayacaktı.
Bu durumu da iki şekilde yorumlamak mümkün. Birincisi, İmamoğlu’nun Kılıçdaroğlu ne derse desin, Cumhurbaşkanlığı adaylığını aklına koyduğu yorumudur. Böyleyse, bu hem Kılıçdaroğlu’nun CHP içindeki durumunu hem de CHP-İYİ ilişkilerini, Millet İttifakını etkiler. İkinci yorum ise İmamoğlu’nun pop-star etkisi üzerinden CHP’nin uzun yıllardır sesini çıkaramadığı, duyuramadığı doğu ve güneydoğudaki seçmen, özellikle Kürt seçmenle köprü kurma fırsatı bulduğudur. Bu görüşe göre, neticede Kılıçdaroğlu o uyarısında dahi İmamoğlu, ya da Yavaş aday olamaz dememiş, kimin aday olacağını Millet İttifakı içindeki anlaşmaya, özellikle Akşener ile anlaşmasına bırakmış, tartışmayı kesmek istemiştir. Tabii İmamoğlu’nun en azından tartışmanın yeniden canlandığını, aday olma ihtimalinin gündemden düşmesine izin vermek istemediğini söyleyebiliriz. “İstanbul’da yapabildiğimizi Türkiye’de de yapabiliriz” sözü her iki duruma da uyuyor.
Kılıçdaroğlu’nun çıkışlarının arka planına bakarken İmamoğlu ve Akşener etkilerini yok saymak olmazdı. Karmaşık bir tablo, evet, ama bugünlerde ne değil ki zaten?