İstanbul Atatürk Kültür Merkezi, AKM, on üç yıl sonra, onca siyasi kavganın ardından hatırı sayılır bir debdebe ile açılınca, koşarak gittim ve bu yeni merkezi gezip turlamak isteyen meraklı kalabalığa ben de karıştım. Alışılmadık biçimde konser yokken de kapıları açık tutulan büyük salona girip koltuklara oturdum, sahneye baktım, fuayede dolandım, sergileri gezdim ve kültür sokağı adını verdikleri alanda kitapçıya, kafelere girip çıkarak biraz vakit geçirdim. Ve yeni AKM’yi gayet beğendim. Çağımızın ihtiyaçlarına uygun bir kültür merkezi olmuş. Bundan sonra burada çokça zaman geçireceğimizi, kültür sanat izleyicileri olarak merkezin tadını çıkartacağımızı düşünüyorum.
Ama öte yandan, hatırlarımızın yok edilen mekanı eski AKM’yi de onun nasıl ve ne sebeplerle yıkıldığını da unutmayacağız. Bu konuda hafıza tazelemenin şart olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle her aşamasına şahitlik ettiğim, haberini yapıp üstüne yorumlar kaleme aldığım AKM’nin AK Parti dönemi tarihini, yani yıkım-yapım hikayesini hatırlatmak istiyorum.
Eskiyen AKM yıkılsın mı yenilensin mi?
Bu hikayeye 2005 yılında, dönemin Kültür Bakanı Atilla Koç’un yaptığı açıklamayla başlayabiliriz. Koç “AKM’nin ekonomik ömrünü tamamladığını ve yıkılıp yenisinin yapılmasından başka çare olmadığını” açıklayınca tartışmalar başladı. 1969’da açılan, bir yıl sonra çıkan yangının ardından 1977’ye kadar kapalı kalan kültür merkezi, o yıldan sonra ciddi bir yenileme görmemişti. Havalandırması, ısıtma sistemleri, sahne teknolojisi eskiyen yapının depreme dayanıklılığı da tartışma konusuydu. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da dile getirdiği, Kültür Bakanı’nın savunduğu görüş, eski ve demode binanın yıkılmasından başka çare olmadığı yönündeydi. Yeni AKM, çağdaş bir mimariye, yanındaki otoparkı da içine alacak daha geniş kullanım alanlarına sahip olacaktı. Ancak, AKM’nin kültürel mirasın bir parçası, Cumhuriyet’in simgesi olduğunu savunanlar bu fikre şiddetle karşı çıktı.
Başta tiyatrocular olmak üzere sanatçılar AKM’nin önünde eylemler yaparak yıkılmaması için tartışmayı uzun süre canlı tuttu. AK Parti’ye yakın çevreler ise AKM’nin ‘çirkin’ bir bina olması dahil bütün karşı tezleri destekliyor, konu Türkiye’nin kendini yeni gösteren fay hattının önemli bir unsuru olarak gündemden inmiyordu.
Aynı dönemde İstanbul, 2010 Avrupa Kültür Başkenti olma sürecine girmişti. 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın Ekim 2007’de açıklanan yasa taslağında, ‘AKM’nin yıkılıp yeniden yapılması’ hükmü yer alıyordu. Bu arada ilginç bir şey oldu, yani yasa taslağının açıklanmasından bir ay sonra yani Kasım 2007’de İstanbul 1 Numaralı Koruma Kurulu, AKM’yi Birinci Grup Kültür Varlığı olarak tescil etti. Ne de olsa eski Türkiye hala ayaktaydı ve idareye direnebilecek bağımsız kurumlar varlığını sürdürüyordu. Koruma Kurulu’nun bu kararıyla artık AKM’nin yıkılması kanunlara göre imkansız bir hal alıyordu. Nitekim, hükümet de daha fazla direnmedi. Meclis’ten geçen İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı Hakkında Kanun, AKM’nin ‘yıkılmasından’ değil, ‘yenilenmesinden’ söz ediyor ve bu işin sorumluluğunu 2010 Ajansı’na veriyordu.
2008 yılı AKM’nin nasıl yenilenmesi gerektiği tartışmalarıyla geçti. Bu arada 16 Mayıs 2008’de İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası’nın verdiği son konserin ardından, AKM yenilenmek üzere kapandı.
Kültür-Sen’den ticarileştiren yenilemeye itiraz
Tartışmalar sürerken AKM’nin mimarı Hayati Tabanlıoğlu gibi başarılı bir mimar olan oğlu Murat Tabanlıoğlu projeye sahip çıktı. Tabanlıoğlu Mimarlık, AKM’nin genel hatlarıyla korunduğu, teknolojik olarak yenilendiği bir proje hazırladı. Projenin en önemli yanı, AKM’nin eski usül, konserden konsere açılan bir mekan olmaktan çıkarılıp, güncel bir kültür merkezi gibi işletilecek olmasıydı. AKM’nin sergi salonu, küçük sahnesi, kitapçısı ve eski boyahanenin yerine yapılacak şık bir restoranı olacaktı. En büyük kıyamet işte bu restoran yüzünden koptu!
Kültür-Sen uzlaşmayı yerle bir etti.
Herkesin üstünde uzlaştığı yenileme projesi, Koruma Kurulu, Kültür Bakanlığı gibi kurumların onayından geçti ve 2010 Ajansı 5 Haziran 2009’da ihale açıp işe başladı. Zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, AKM’nin 2010 sonbaharında yeni sezona yetiştirilebileceğini söylüyordu. Bu arada aceleyle binanın içinde de çalışmalar başlamıştı. Tam ihale sonuçlanıp, inşaat resmen başlayacakken şaşırtıcı bir gelişme yaşandı. İstanbul Bölge İdare Mahkemesi, Kültür-Sen’in başvurusunu değerlendirmiş ve mevcut yenileme projesinin binanın özgünlüğünü bozacağına karar vermişti. Ne de olsa yapı 1. Derece tescilliydi ve mahkeme kanunlara uygun karar veriyordu. Bu kararı memnuniyetle karşılayan Kültür Sen’in başkanı Yavuz Demirkaya da o zaman Radikal’e şunları söylemişti:
“Bu projenin, AKM’yi ticari bir mekân olarak kullanmak fikri üzerinden değiştirmenin, daha da kötüsü özelleştirmenin yolunu açmak anlamına geldiği açıkça gözlenmektedir.”
Evet, solcu bir STK olarak Kültür-Sen muhalif refleksi elden bırakmamış, kendi anlayışına göre AKM’nin kapitalistleşmesine karşı çıkmıştı. İşte bu ‘tutucu’ tavır o zorlu uzlaşmanın da sonu oldu. Başbakan Tayyip Erdoğan adeta bunu bekliyordu ve bir daha AKM’nin yenilenmesi için adım atılmasına izin vermedi.
Erdoğan’ın rüyası otoparklı AVM, Taksim Camii, Kışla
Mahkeme kararı üzerine 2010 Ajansı projeyi yeniledi, o ‘restoran’ı projeden çıkarttı ama iş bir türlü başlayamadı. Ajans, işi Kültür Bakanlığı’nın üstüne attı, Kültür Bakanlığı hiç üstüne almadı ve yenileme projesi sürüncemede kaldı. İktidara yakın olan Hıncal Uluç o günlerde Sabah gazetesindeki köşesinde ‘Başbakan Tayyip Erdoğan isterse AKM açılır, istemezse açılmaz,’ diye yazmıştı. Erdoğan en baştaki projesinde ısrarlıydı. AKM’yi yıkıp oto parkla birleştirerek yeni AKM yapmak istiyordu. Sık sık Erdoğan ile ters düşme pahasına, kültür dünyasıyla iktidar arasında köprü olmaya çalışan Ertuğrul Günay ise işin peşini bırakmıyordu. 2011 yılında ‘biraz sponsorluklar bularak’ AKM’yi açmak istediğini söyledi. Aranan sponsor 2012’de bulundu, Sabancı Holding yenileme için 30 milyon lira bağış yapmayı kabul etti, Bakanlık ile bir protokol imzalandı.
Ama AKM yine de kurtarılamadı. Çünkü yine beklenmedik bir şey oldu: Gezi Direnişi.
AKM için ihale açılmış yenileme başlamıştı. Bu sırada Gezi Direnişi patlak verdi. Herkesin hatırlayacağı gibi Taksim bir süreliğine adeta ‘devletin olmadığı yer’e dönüştü. Meydana hakim AKM’nin devasa cephesi ise Erdoğan karşıtı afişlerle kaplandı. İşte bu aşamada önce Kültür Bakanlığı’ndan gelen bir faks talimatıyla inşaatın durdurulduğu duyuldu. Ardından Erdoğan ‘Taksim Kışlası’nı da AKM’yi de yeniden yapacaklarını, birkaç çapulcunun lafına bakmayacağını’ açıkladı. Ve her şey durdu; yenileme olmayınca Sabancı’nın sponsorluğu da anlamını yitirdi. Gezi Direnişi’nin ardından bir süre polis karakolu gibi kullanılan, zamanla içindeki her şey hurdacılara satılan ve dört duvara dönüşen AKM, 2018’de tamamen yıkıldı.
Cumhuriyet döneminin simgesi Taksim
29 Ekim’de açılan yeni AKM eski binanın modernist cephesiyle benzer bir görünüme sahip. O cepheyi beğenmeyip ‘çirkin’ diye eleştirenler her halde şimdi bu yapının ne kadar güzel olduğunu yazıyordur. Ama bu göz kararı beğenilerin ötesinde bir anlamı var tabii ki olan bitenin. Geçen yıllar içinde AK Parti yeni siyasi zaferler kazandı, gücünü pekiştirdi. Bu arada biraz da AK Parti karşıtlığından beslenen AKM taraftarı gösteriler kesildi, gücünü yitirdi. Bir dönem iktidar karşıtı gösterilerin en dinamik unsuru olan tiyatrocular, ödenekli kurum çalışanları yıldı, bıktı ve protesto sahnesini neredeyse tamamen terk etti. Elbette ki bunda toplum üstünde artan baskının da etkisi oldu. Neticede artık ne protestocu var ne de hayır diyen güçlü bir toplumsal itiraz. İşte bu ortamda eski AKM tamamen yıkıldı, gitti. Türkiye’nin laik ve modernleşmeci çevreleri için kabul edilmesi zor bir sahneydi; AKM yıkılıp yerini derin bir inşaat çukuruna bırakırken tam karşısında Taksim Camii yavaş yavaş yükseldi. Erdoğan’ın içinden çıktığı Milli Görüş hareketinin, Türkiye’de İslamcı siyasetin belki 50 senelik rüyası da böylece gerçekleşmiş oldu.
Malum, Beyazıt Osmanlı’dır, Taksim ise Cumhuriyet. Bu nedenle Taksim Meydanı, Cumhuriyet’in ilk yıllarından itibaren bir siyasi savaş alanıdır aynı zamanda. Ülkeyi yönetenler, ülkenin siyasi kültürel ikliminde etkili olanlar burada iz bırakmak, kendi varlıklarını görünür kılmak için büyüklü küçüklü adımlar atar. Atatürk Anıtı’ndan başlayıp, Gezi Parkı’na, oraya dikilen ve sökülen heykellere, 1960 İhtilali’nin simgesi Süngü Heykeli’ne, Tarlabaşı Caddesi’nin açılmasına, İstiklal Caddesi’nin yayalaştırılmasına, 1 Mayıs mitinglerinden o mitinglerin şiddetle yasaklanmasına ve bu meydanda can veren insanlara, siyasi tarihimizin simgesi bir alan Taksim. Erdoğan da bu nedenle Taksim’deki projeleri çok önemsiyor. Nihayetinde İslamcıların yarım asırlık hayali Taksim Camisi’ni de, AKM’yi yıkıp yerine kendi döneminin simgesi olan bir kültür merkezini de yapmış oldu. Siyasi ömrü vefa ederse Taksim Kışlası’nı da yapacağını söylemek bir kehanet olmaz.
Hatıralarımızın, kimliğimizin parçası AKM
Eski AKM’nin yıkılmasının bizler açısından politik anlamı kadar hatta ondan daha önemli kültürel bir anlamı var. O da hatıralarımızın bir simgesini yitirmiş olmak, bir tür bellek kaybına uğramak. AKM’nin yıkılmasını hararetle savunan AK Parti destekçisi arkadaşlarımızı bilmiyorum, ama buranın korunmasını savunan sanatçı ya da değil hepimizin ortak kaygısı hatıralarımızı ve o hatıralardan beslenen kimliğimizi koruma refleksiydi. Yüzbinlerce benzerim gibi AKM’nin önünde arkadaşlarımla, sevgilimle buluşmuş, gişelerinde kuyruğa girip bilet almış, büyük salonda Pina Bausch gösterisini hafızama kazımış, sabah 11.00 konserleriyle klasik müziği tanımış, sinema salonunda unutulmaz filmler izlemiş, Aziz Nesin Sahnesi’nde Tanrı oyununa bayılmış, sergi salonunda Fluxus ile tanışmış, Bedri Baykam’a hayret etmiş, Ömer Uluç’a hayranlık duymuştum. Geniş fuayesinde Taksim’i seyredip sigara içtiğimi (o zaman böyle şeyler vardı), vestiyer kalabalığında tanıdıklarla şakalaşmalarımı, geç kaldığım bir konserde ikinci balkon girişine ulaşmak için merdivenleri koşa koşa çıktığımı dün gibi hatırlıyorum. O yapı hala ayakta olsaydı kim bilir koyu renk lambrilerine, geniş eski merdivenlerine ve tabii ki büyük salonun görkemine baktıkça daha neler hatırlardım. İşte bu nedenle AKM’yi seviyordum. Bir de onun kulislerinde vakit geçirmiş sanatçılara sormalı, kim bilir neler neler anlatırlar.
Bir toplumun hafızasında bu kadar yer edinmiş simge binalar yıkılmaz, onarılır ve gelecek nesillere aktarılır. Bu evrensel bir kural. Fakat Türkiye’de siyaset bir kez daha kültüre baskın çıktı. AKM yenilenip güncel ihtiyaçlara uygun hale getirilebilecekken sırf siyasi bir simge olarak yıkıldı ve bambaşka bir yeni kültür merkezi yapıldı. Bu daha büyük, daha modern yapı tabii ki İstanbul’un bir başka köşesinde de yapılabilirdi ve biz onun da tadını çıkartırdık. Zaten İstanbul’un böyle gelişmiş konser ve opera salonlarına, kültür merkezlerine ihtiyacı şimdi bile dinmiş değil. İnanmayan operacılara, festivalcilere, konser düzenleyenlere bir sorsun.
Dolayısıyla, yeni AKM’de vakit geçirirken tüm bunları aklımda tutacağım; bu kültür merkezinin nasıl ve neden yapıldığını unutmayacağım. Kentin kültür meraklısı insanlarından biri olarak, benim için yapılmış bu yapıdan yararlanacak oradaki sergileri, konser ve tiyatro gösterilerini tabii ki izleyecek, tadını çıkartacağım.
Yeni AKM, vakit geçirilecek bir yer
Başta da söylediğim gibi yeni AKM de gayet güzel bir kültür merkezi olmuş.
Şimdiden AKM’nin simgesine dönüşen kırmızı kubbesiyle büyük salon, yani yeni adıyla Opera Salonu iki bin kişilik. Mart ayına kadar teknik eksikliklerinin tamamlanması için kapalı. Tiyatro Salonu adlı diğer büyük konser mekanında opera ve bale gösterileri yapılıyor. Biraz daha küçük Çok Amaçlı Salon’da ise Devlet Tiyatroları perde açıyor, devlet orkestraları konserler düzenliyor. Bir başka çok amaçlı salonda heykeltraş Tankut Öktem sergisi, Tiyatro fuayesinde ünlü sanatçıların kostümleri, Müzik Platformu’nda ünlü besteciler ve Türk müzik enstrümanları sergileri var. Galeri’de ise Haldun Dostoğlu’nun küratörlüğünü üstlendiği ‘Yeniden’ sergisi var. AKM temalı bu sergide bir dönemin genç sanatçılarının taptaze işleri sergileniyor. 28 Kasım’da sona eren bu serginin yerine başka bir telden çalan Anadolu Uygarlıklarından adlı seramik sergisi daha sonra da Birlikte Varolmak adlı bir uluslararası çağdaş sanat sergisi geliyor. Yani galeri programı Şubat sonuna kadar belli ve duyurulmuş, bu iyi.
AKM’nin Kültür Sokağı adını verilen bölümü eski otopark alanından arkadaki Atatürk Kitaplığı’nın önüne kadar uzanıyor. Burada bazı sergi mekanlarıyla birlikte şu sıralar yerli yapımlar gösteren Yeşilçam Sineması adlı sinema salonu, bir Divan restoran, bir Kahve Dünyası bir tasarım dükkanı bir de D&R kitapçısı var. En aşağıdaki kahve dünyasının önünde geniş bir boş alan özellikle güzel havalarda vakit geçirmek için ideal bir yer.
En göz alıcı mekanlardan biri ise Kütüphane. Kat kat yükselen rafları, açık renk ahşap dekorasyonu ile çok göz alıcı. Vakko’nun kurduğu ve yıllardır Nakkaştepe’deki Moda Merkezi’nin içinde bulunan büyük kütüphane buraya taşınmış. Kreatif Endüstriler Kütüphanesi adıyla oluşturulan koleksiyon 15 bin mimarlık, tasarım, moda, dekorasyon, sanat kitabından oluşuyor. Çoğu İngilizce ve başka yabancı dillerde, neredeyse hepsi değerli kitaplar. Dolayısıyla raflar arasında gezinip karıştırması çok zevkli. Ama tam da bu nedenle bu kütüphanenin sürdürülebilir olacağını hiç sanmıyorum. Fazla uzman işi bir koleksiyon ve bir gün kitaplar yıpranıyor diye açık raf sistemini kaldırırlarsa bütün cazibesi gider ve kimse kolay kolay kapısını açmaz.
Şimdilik durum bu, ve uzunca bir süre için Türkiye’nin yeni bir AKM tartışmasına gireceğini sanmıyorum. Ve umuyorum ki yıllardır herkesin hayal ettiği gibi burası haftanın her günü uzun saatler boyunca yaşayan, canlı, çağdaş bir kültür merkezi olarak yaşamını sürdürsün.