Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 17 Ocak’taki Arnavutluk seyahatinden dönüşünde Rusya’nın Ukrayna’yı işgal edeceğine dair yaklaşımları “gerçekçi bulmadığını söyledi. Bu ifadeyi Kırım’ın ilhakını “Rusya Ukrayna’ya çöktü” diyerek tanımlamasıyla aynı yanıt içinde kullandı. Rusya’nın işgale kalkışması için “dünyadaki durumu ve kendi durumunu gözden geçirmesi gerekir” dedi. Bununla Türkiye’nin Ukrayna konusunda NATO kararlarıyla uyum içinde davranacağını da kast ediyordu. Bu konuyu Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile de görüşeceğini söyledi; “savaş kabul edilemezdi”.
Ukrayna dünyanın ve Türkiye’nin 2021’den devraldığı önemli sorunlar arasında.
2021 yılı uluslararası planda birçok hareketlenmelere, dönüşümlere sahne oldu. Küresel çaptaki sınamalar bölgesel ihtilafların da etkisiyle baş döndüren bir tempoda seyretti. Geçen yıl aynı zamanda birçok kritik ikili ve çok taraflı zirveler toplandı.
Pandemiyle mücadele ve iklim değişikliği gibi küresel sınamaların ortaya çıkardığı işbirlikleri kadar, jeopolitik/jeostratejik çekişmeler de gündeme damgasını vurdu.
İki kutuplu dünya politiğinin Soğuk Savaş ertesinde tek kutupluluğa doğru seyretmesi, uluslararası düzende barış, istikrar ve huzur getirmedi. Birinci Körfez Savaşıyla başlayan Soğuk Savaş sonrası dönem, Balkan Savaşlarıyla (Bosna Hersek ve Kosova) devam etti. Ardından ABD ile Avrupa arasında çatlağa neden olan İkinci Körfez Savaşı geldi.
Ortadoğu ve Balkanlar’ı sarsan bu savaşların üzerinden çok geçmeden 2008’de Rusya-Gürcistan savaşı patlak verdi. Nispeten kısa bir sürede dondurulsa da Güney Kafkasya’daki bu çatışma, Batı-Rusya ilişkilerinde ortaya çıkan gerilimin ilk işaret fişeğiydi.
2014 ise küresel ilişkilerde çok kapsamlı sonuçları olan bir kırılmaya neden oldu. Doğu Avrupa’daki dengeler, Rusya’nın Kırım’ı önce işgal sonra da ilhak etmesi ve Ukrayna’nın Donbas bölgesindeki ayrılıkçı güçleri desteklemek suretiyle bu bölgeyi istikrarsız kılması üzerine, telafisi güç olan bir yön ve kapsamda sarsıldı. Suriye-Irak’ta IŞİD’in sahneye çıkıp, teröre dayalı ‘Halife Devleti’ ilan etmesi bu tabloya tuz biber ekti.
Geçmiş dönemlerde Avrupa dahil çok taraflılığı savunan ve ABD’nin tek kutuplu bir düzen oluşturmasını dengeleme çabaları sergileyen ülkeler de kendilerini, temelde üç ana aktörün (ABD, Rusya ve Çin) sahnede başrol aldığı, çok kutuplu ortamın meydana getirdiği ihtilaf sarmalı içinde buldular. İstikrarsızlık döngüsünün çeşitli bölgelerde yol açtığı çatışmaların külfetiyle sınandılar. Hemen tüm dünyada 2014 ertesinde doğum-sonrası depresyon (postpartum) sendromu kök salmaya başladı.
Büyük güçler arası stratejik rekabetin derinleşmesine paralel olarak transatlantik camia içinde de çatlaklar boy göstermeye başladı. 2021 Ağustos’unda ABD’nin öncülüğünde NATO kuvvetlerinin Afganistan’dan çekilirken ortaya çıkan yürek sızlatıcı görüntüler, Eylül 2021 ayında ABD-İngiltere-Avustralya arasında kurulan Çin’e yönelik savunma paktı (AUKUS), hemen ertesinde Vaşington’da yine aynı ay düzenlenen ABD, Hindistan, Japonya ve Avustralya’nın oluşturduğu “Dörtlü Güvenlik Diyaloğu” (QUAD) Zirvesi, ABD-Avrupa ilişkilerine gölge düşürdü. 2021 Haziran ayında Batı bünyesinde gerçekleşen Zirvelerin ortaya çıkardığı olumlu hava bulutlanmaya yüz tuttu.
Rusya, görüş mesafesini azaltan sisli ortamdan yararlanmak fırsatını kaçırmadı. Kasım 2021 ayında, Ukrayna’da yeniden alevlenen krizi vesile ederek, Batı’dan olan taleplerini ortaya koydu. Avrupa’da yeni bir güvenlik mimarisine dair isteklerini sıralayan iki belgeyi kamuoyuna açıkladı. Bunlar, biri ABD’ye, diğeri ise NATO’ya muhatap anlaşma taslaklarıydı. Bu süreçte Biden ve Putin, 2021 Haziran ayında Cenevre’de yüz yüze yaptıkları görüşmeye ilaveten sanal ortamda iki kez daha karşı karşıya geldiler.
Moskova ziyareti sırasında ABD Bakan Yardımcısı Karen Donfried’e elden verilen her iki anlaşma taslağı da, birbirlerine benzer hükümler içeriyor. Aslında taslaklarda öngörülen güven artırıcı önlemlerin önemli bir bölümü AGİT belgelerinde yer alıyor. Rusya’nın bu anlaşmalarla ABD ve NATO’dan taleplerini aşağıdaki üç başlık altında toplamak mümkün:
1- NATO’nun, Ukrayna ve Gürcistan’a İttifaka üye olmasına kapıyı açık bırakan 2008 Bükreş Zirvesi kararlarından geri dönülmesi;
2- NATO’nun, deyim yerindeyse, NATO-Rusya Kurucu Senedinin imzalandığı 1997 yılındaki statükoyu kabul etmesi, Rusya’ya yakın İttifak üyesi ülkelerdeki kuvvetlerin çekilmesi;
3- Batının ve kurumlarının Rusya’nın arka bahçesi (near abroad) olarak gördüğü Kafkasya ve Orta Asya’daki durum ve gelişmelere müdahil olmaması.
Tabiatıyla önerilen bu anlaşmaların imzalanması takdirinde Rusya’nın ortaya attığı talepler NATO ve ABD için hukuken bağlayıcı birer yükümlülük haline gelecek.
Rusya’nın devlet çizgisini yansıtan bu istekleri esasen yeni değil. Öncekilerden dikkat çeken başlıca fark ise, NATO’dan Doğu Avrupa’ya ilaveten Güney Kafkaslar ve Orta Asya’da da askeri faaliyetlerde bulunmamasının talep edilmesi.
Sovyetler Birliğinin 1992’de dağılmasını takiben Rus yöneticilerindeki zihniyetin damga vurduğu sürecin temel taşlarını şöyle özetlemek mümkün:
Soğuk Savaşın bitmesi üzerine Batı dünyası Rusya’yı kendisinin belirlediği bir uluslararası düzenin işbirliğine açık aktörü yapmak üzere harekete geçti. NATO ve AB bu sürecin başında ABD’yle birlikte önemli roller üstlendiler. Güvenlik ve savunma alanında NATO başı çekti. 1997 yılında NATO ile Rusya arasındaki ilişkilerin temeli imzalanan Kurucu Senetle atıldı. Ukrayna krizinin neredeyse olası bir çatışmanın eşiğine geldiği bugünkü durumu anlamak için bu önemli belgenin ilgili hükümlerini kısaca anımsamakta yarar var: tabii Kurucu Senedi bir bütün halinde okumanın gereği saklı kalmak kaydıyla.
* Bütün ülkelerin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve kendi güvenliklerini teminat altına almak üzere yapacakları tercihleri (means) belirlemelerinin doğal haklarını oluşturduğu ilkesine saygı göstermek; keza Helsinki Nihai Senedi ve diğer AGİT belgelerinde hükmedildiği üzere sınırların ihlal edilemezliğine ve halkların kendi kaderlerini tayin hakkına saygılı davranmak.
* NATO mevcut ve öngörülebilir güvenlik ortamında, karşılıklı çalışabilirliği, bütünleşmeyi ve takviye yeteneğini temin etmek üzere (Avrupa’ya) ilave geniş ölçekli muharip kuvvetleri (substantial combat forces) daimî olarak konuşlandırmak yerine, kollektif savunma ve diğer misyonlarını yerine getirmek için 14 Mart 1997 tarihli Bildirisindeki hususları yineler. Buna göre, gerektiğinde kuvvet takviyesine izin verecek yeterli altyapıya dayanacaktır.
* Her iki taraf da bu Senetteki hiçbir hükmün, herhangi iki taraftan birinin bağımsız olarak karar almasını kısıtlamayacağını veya engellemeyeceğini kabul eder. İşbu Senet ne NATO’ya ne Rusya’ya herhangi bir aşamada diğer tarafın eylemlerini veto etmesi imkanını vermez. NATO-Rusya Kurucu Senedi hükümleri diğer devletlerin çıkarlarına dezavantaj oluşturacak birer araç olarak kullanılamaz.
Özellikle 2014’teki Ukrayna krizinin ertesinde Rus yöneticiler, NATO’nun genişleme sürecinde zaman zaman başvurdukları şu savı yeniden ısıtıp, gündeme getirdiler ve mevcut gerilimli ortamda da sık sık bunu dile getiriyorlar: 1990 Ekim’inde iki Almanya’nın birleşmesi öncesindeki süreçte zamanın Almanya Şansölyesi olsun, ABD Dışişleri Bakanı ile İngiltere liderleri olsun Rus lider Mihail Gorbaçov’a NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği taahhüdünde bulundular. O dönemde Batılı liderler ile Gorbaçov arasında yapılan görüşmelerin bu meseleye odaklı yönü üzerindeki tartışmalar halen devam etmekte.
Ancak, kesin olan bir husus NATO bünyesinde bu meseleyle ilgili olarak resmî hiçbir kararın alınmamış olması. Buna dair hiçbir resmî belge bulunmamakta. NATO’nun tutumu 1997 yılında Rusya’yla imzalanan Kurucu Senette ortaya konmuş, Rusya da aynı tutumu benimsemiştir.
Rusya-NATO ilişkileri, 1997 ertesinde serpilip, gelişti. 2002 yılında NATO-Rusya Konseyi kuruldu.
Öte yandan 31 Aralık 1999’da Devlet Başkanlığını üstlenen Putin, Rusya’nın 1994 Budapeşte Memorandumuyla bağımsızlığını, egemenliğini ve toprak bütünlüğünü kabul ettiği Ukrayna’nın ayrı bir devlet olmasını içine sindiremediğini daha 2000 yılında açıkça telaffuz etmeye başlamıştı. Putin’e göre ‘Kırım’ın Ukrayna’nın parçası olması düzeltilmesi gereken tarihi bir adaletsizlikti.’
Putin, 2005 Nisan’ında 1991’de Sovyetler Birliğinin (SSCB) dağılmasını ‘yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi’ olarak niteledi. 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmada NATO’nun, verilen sözlere rağmen Rusya sınırlarına doğru genişlemesinden duyduğu ciddi rahatsızlığı ortaya koydu. 2021 Temmuz’unda yayımladığı uzun makalesinde Ukrayna’nın ayrı ve bağımsız bir ulus olarak varlığını sürdürmesini neredeyse sorgulayan bir anlayış sergiledi. 12 Aralık 2021’de Rossiya-1 televizyonuna verdiği mülakatta, SSCB’nin dağılmasını ‘SSCB olarak isimlendirilen tarihi Rusya’nın çöküşü’ diye niteledi.
Esasen Rusya’nın geçen yılın son aylarında Batıya ilettiği talepler özü itibariyle 2008-2012 yıllarındaki ara dönemde Rusya Devlet Başkanlığını üstlenen Dimitri Medvedev’in 5 Haziran 2008’de Berlin’de açıkladığı Avrupa Güvenliği Antlaşmasında yer verilen önerilerle örtüşmekte.
Medvedev’in NATO’ya, AB’ye, AGİT’e, BDT’ye ve Kollektif Güvenlik Örgütüne eşzamanlı olarak önerdiği yeni Avrupa güvenlik mimarisinde, herkes için güvenliğin bölünmezliği ilkesinin geçerli olması ilkesinden hareketle, Avrupa-Atlantik bölgesini kapsayan kapsamlı bir güvenlik alanı tesis olunması amaçlanmıştı.
Bu bağlamda Rusya, 1975 Helsinki Nihai Senedi ile 1990 Paris Şartını güncellemeyi hedefleyen bir güvenlik mimarisi oluşturulması fikrini ortaya attı. (Bu noktada 15 Aralık 2021 tarihinde Rusya’nın ABD-NATO’ya önerdiği her iki anlaşmada da 1990 tarihli Paris Şartına hiç atıf yapılmaması manidar.)
2008 yılındaki Antlaşma taslağının ABD ile NATO’ya verilen nüshaları arasında farklılıklar olduğu görüldü. Antlaşmanın lafzı ve ruhu, Rusya’ya yakın bölgelerde Rus çıkarlarına, dolayısıyla Rusya’nın ‘nüfuz alanlarına’ saygı gösterilmesi, NATO’nun bu bölgelere doğru genişlememesi gibi bugünkü benzer taleplerin yönelimiyle uyumluydu.
Dikkat çeken diğer bir husus da bu Antlaşma önerisinin Rusya-Gürcistan arasında 1 Ağustos 2008’de patlak veren savaştan önce gündeme getirilmiş olmasıydı.
Medvedev’in yeni güvenlik mimarisine dair önerileri Gürcistan’daki savaşla birlikte havada kaldı. Ancak, bu öneriler Rusya devlet arşivine girdi. Rusya’nın, NATO-Rusya Kurucu Senedi hükümlerinden duyduğu rahatsızlığı gün ışığına çıkardı. Kendisi için tarihi gerekçelere dayandırdığı ‘nüfuz alanları’ peşinde koşma, bu alanlarda Rus hakimiyetini güvence altına alma niyetinin devam ettiğini ortaya koydu.
Zaten Putin bunu açıkça dile getirmekten kaçınmadı: Sovyetler Birliği özünde Rusya’ydı ve bu ‘geniş Rusya’ yeniden tesis edilmeli, ‘Rusya İmparatorluğu’ yeniden ihya olmalıydı. Son yıllarda Rusya’da, “Türk Dünyası” gibi bir “Rus Dünyası” kavramı dolaşıma sokuldu.
Uluslararası hukuk taahhütlerine rağmen Rusya’nın Ukrayna ve Belarus’un özellikle bölgesel konumlarına dair çekinceleri dolayısıyla, Rusya ile Batı arasındaki ilişkiler 2014 yılından sonraki en gergin aşamaya geldi.
Yeni yılla birlikte ABD-Rusya, Rusya-NATO ve AGİT bünyesindeki müzakerelerin 10-14 Ocak 2022 haftasında yapılan ilk turlarından somut bir netice çıkmadı. Çıkması da zaten beklenmiyordu. Çünkü ortaya atılan iddialı Rus taleplerinin Batı tarafından kabul edilmesi mümkün değildi. Buna rağmen ABD-Rusya ve NATO-Rusya diyalog kanallarının yeniden açılması ve görüşmelerin diplomatik kulvarda başlaması önemliydi. Görüşme sürecinin ne yöne evrilebileceğini kestirmekse şimdilik zor görünüyor. Ukrayna odaklı krizin barışçıl yollardan çözülmesinin stratejik rekabetin kızıştığı bir ortamda gerçek bir sınama oluşturduğuna ise şüphe yok. 2022’nin Batı ile Rusya arasında çok hareketli geçecek günlere gebe olduğu kuşkusuz.
2021 yılının sonuna doğru Avrupa-Atlantik coğrafyasında patlak veren Ukrayna odaklı kriz her geçen gün derinleşmekte. Ukrayna sınırı boyunca geniş çaplı askeri yığınak yapan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye başlayacağı yönündeki istihbarat raporları ve haberlerin sayısı artmakta.
Rus yönetimi, krizin aşılmasında esas muhatap olarak ABD’yi ve NATO’yu muhatap kabul ettiğini açıkça belli etti.
Avrupa ölçeğinde ise krizi dondurmaktan başka işlevi pek kalmayan Minsk Anlaşmalarına kimi zaman Donetsk ve Luhanks (Donbas bölgesi) bağlamında atıf yapmakta. Ukrayna krizinin aşılmasına dönük ABD-Rusya ikili temaslarının başlaması ertesinde AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Yüksel Temsilci Borrell basına bir açıklama yaptı. Nüfuz bölgesi oluşturma eğilimine dikkat çekerek ‘Yalta (1945) döneminde değiliz. İki büyük güç arasında nüfuz bölgeleri için sınırlar çizilmesi 2022 yılına ait olamaz’ dedi. Dikkate değer bu ifade Avrupa’da ABD’ye duyulan güvensizliğin yeni bir yansımasını oluşturdu.
Rusya’nın Ukrayna’daki son hamlesi zamanlama olarak Batı camiası içinde çatlakların belirdiği bir döneme denk geldi. Üstelik AB, 2022 Mart’ında önümüzdeki on yılı kapsamak üzere ‘Stratejik Pusula’ belgesini hazırlamakla meşgul. NATO ise 2022 Haziran’ında yine on yıla yönelik ‘Stratejik Konsept’ belgesini kabul edecek. Batı-Rusya ilişkilerinin derin bir krize sürüklendiği bir dönemde söz konusu iki belgede son gelişmelerin izdüşümleri kısa bir süre sonra ortaya çıkacak.
AB ile ilişkilerimizin içerisinde bulunduğu açmaz, NATO’nun güncellenecek Stratejik Konseptinden farklı olarak AB Stratejik Pusula’sına katkıda bulunmamızı zorlaştırıyor.
Ukrayna krizi başta Avrupa’nınki olmak üzere küresel gündemi uzun süre meşgul etmeye aday. Dolayısıyla ‘ağır depresyon’ bölgeden başlamak üzere birçok ülkenin kapısını çalacak. Kriz ilerledikçe üç ana kutup (ABD-Rusya-Çin) arasındaki ilişkilerin ne yöne ve nasıl evrileceğine yakından bakmak zorunlu.
Çin gelişmeleri şimdilik sessizce izliyor. İleride net bir tutum alıp almayacağı belirsizliğini koruyor. ABD’yle olan rekabeti dolayısıyla ne Rusya’yı ne de sıkı ilişkiler tesis ettiği Ukrayna’yı karşısına almak gibi bir lükse sahip değil. İddia edildiği üzere Rusya Ukrayna’yı işgal etmeye girişirse bir tutum sergilemek durumunda kalabilir.
Türkiye açısından bakıldığında, Ukrayna krizi Türkiye-Ukrayna ve Türkiye-Rusya ikili ilişkilerinde sınamalarla dolu bir dönemin kapısını araladı.
Rus üst düzey yöneticiler, geçen yılın son çeyreğinde, Türkiye’yi, Ukrayna’ya İHA/SİHA satışı nedeniyle ‘krizi askerileştirmekle’ itham ettiler. Türkiye-Ukrayna ikili ilişkileri ise özellikle savunma sanayii alanında hızla ilerlemekte. Dolayısıyla, Türkiye için ne yardan ne serden vazgeçme durumu söz konusu.
Washington Post’ta yeni yayımlanan bir yorumda, abartılı ifadelerle Türkiye’nin Ukrayna’ya İHA/SİHA satışının ve Ukrayna’yla bu alanda ortak üretim faaliyeti içine girmesinin Moskova’yı harekete geçiren ana etkenlerden biri olduğu öne sürülmekte.
Dolayısıyla, an itibariyle kriz karşısındaki tutumunu ve Rusya’ya karşı kullanabileceği araçları belirlemeye çalışan Batı’daki kimi çevreler, deyim yerindeyse, ihalenin bir bölümünü Türkiye’nin üstüne yıkma niyetlerini sergiliyorlar.
Halbuki, Rusya elindeki askeri ve imkan kabiliyetleri (elektronik harp, gelişmiş hava savunma sistemleri) sahaya sürdüğünde Ukrayna’nın, Türkiye’den tedarik ettiği İHA/SİHA’ların nasıl bir performans sergileyebilecekleri belirsiz.
Bu insansız sistemler sahada Rusya için hiç kuşkusuz dikkate alınması gereken önemli bir pürüz. Ancak, olası bir çatışmanın sonucunu belirleyecek oyun değiştirici bir etken değil.
Türkiye açısından diğer bir sorunsa, krizin Karadeniz güvenliğine olan etkileri. Geçen yıl Rusya ile Batılı ülkeler çeşitli vesilelerle Karadeniz’de karşı karşıya geldiler. Bu tür bir cepheleşmenin 2022 yılında da gündeme egemen olması olası. Bu yöndeki gelişmelerin Türkiye-ABD-NATO ve Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri etkilemesinin kaçınılmaz hale gelmesi ve Türkiye’yi belli tercihler yapmaya zorlaması kuvvetli bir olasılık. Ukrayna krizinin, Türkiye’nin ABD nezdindeki stratejik önemini artırabileceği öne sürülebilir.
Mevcut kriz karşısında Türkiye’nin elindeki en büyük koz ise, Karadeniz’de gerilimi körüklememek için Montrö rejiminin harfiyen uygulanmasını esas bellemek. Bu arada, Baltıklardan Karadeniz’e kanallar ve nehirler aracılığıyla doğrudan bir su yolu açılmasını öngören Üç Deniz Girişimi de yakından izlenilmeli.
Kriz derinleştikçe ABD’yi temel muhatap kabul eden Rusya’nın, üst düzey kimi Türk yetkililerinin son dönemde yaptığı Rusya-Ukrayna arasında arabuluculuk rolü oynamayı ima eden çağrılarına kulak asmasını beklemek zayıf bir olasılık.
Bu durumda Türkiye’nin hemen kuzey kapısında cereyan eden endişe dolu dönemde mütevazi ölçülerde de olsa krizin çözümünü kolaylaştırıcı bir yönde hareket etmesi daha gerçekçi olur.
Her hâl ve kârda Türkiye uluslararası alanda süregiden kriz yönetim sürecinde aktif destek sağlamaktan kaçınmamalı. Çok taraflı kulvarlarda devam eden gelişmeler içinde yer alıp, olanaklar ölçüsünde katkı vermeli. Bu yolda çaba harcarken kurumsal akla dayalı diplomasiyi hayata geçirmeli, iç politikaya endekslenecek bir tercihten uzak durmalı. Bölgedeki yalnızlığına yeni halkalar eklemekten özelikle kaçınmalı.
Öyle görünüyor ki 2022 yılında Ukrayna’daki gelişmeler, Türkiye’nin başını ağrıtacak dış politika sorunlarının ön sıralarında yer almaya devam edecek.
Fatih Ceylan – Büyükelçi (E), Ankara Politikalar Merkezi (APM) Başkan Yardımcısı
Hasan Göğüş – Büyükelçi (E), Ankara Politikalar Merkezi (APM) Başkan Yardımcısı
Mehmet Öğütçü ve Rainer Geiger Ortadoğu, yıllardır süregelen siyasi istikrarsızlık ve ekonomik çalkantıların izlerini taşıyan…
Yeni yıla girmemize sayılı gün kala, Milli Eğitim Bakanlığı sayesinde çocuklarımızı ve gençlerimizi maazallah kazara…
ABD ordusu bir kez daha Donald Trump’a Suriye resti çekiyor. Başkanlık görevini 20 Ocak’ta devralacak…
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Alparslan Bayraktar, ABD'nin Gazprombank için uyguladığı yaptırımlardan Türkiye'yi muaf tutacağını…
Milli Savunma Bakanlığı (MSB) ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Matthew Miller'ın Suriye'de Türkiye destekli Suriye Milli…
Esad gitti ama bence Suriye için en çetin meydan okuma yeni başlıyor. İsrail, ülkenin tüm…