Hepsini son birkaç gün içinde yaşadığımız Sezen Aksu, Sedef Kabaş, Gülşen (Bayraktar) gibi örnekler, artık bu tür saldırı ve itibarsızlaştırma kampanyalarının sadece hükümetin gündemi ekonominin kötü görünümünden saptırma çabasının ötesine geçtiğini gösteriyor.
Gündemi saldırgan psikolojik harekât ve propaganda yöntemleriyle saptırma çabası var elbette, ama bu saldırılar artık can güvenliği, ifade özgürlüğünün baskılanmasından kadın düşmanlığına dek pek çok kötülüğü içeren tehlikeli bir karışıma dönüşmeye başladı.
Gazeteci Sedef Kabaş’ın bir tvit ve Tele-1’de söyledikleri nedeniyle 22 Ocak sabaha karşı ikide evinin basılarak gözaltına alınması, aynı gün Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla tutuklanması bir örnek. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Sezen Aksu’nun bir şarkısındaki sözlerine atfen “dil kopartmaktan söz etmesi bir başka ve vahim bir örnek. Buna da “görevimiz” diyor Erdoğan. Cumhurbaşkanının Anayasal görevi nefret ve şiddet söylemiyle halkın bir bölümünü diğerine kışkırtmak değil, ülkenin birlik ve beraberliğini korumak değil mi? Tel tel dökülüyor değerler.
Evet gündem saptırma ama onun çok daha fazlası
Şarkıcı Gülşen Bayraktar’ın sahne kostümü her renkten erkek üstünlüğü sancaktarına dert oldu. Beğenmezseniz bakmayın. Konserine gitmeyin. Size ne?
Erkekliği zorbalık sanan kafalara “kimseye ait değilim, kendimim” diye öyle bir karşılık verdi ki, anlamaları bile zor; bu bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Kadınların ne giyeceğine karışılmayacak ve kimseninkine karışılmayacak, sadece “benim bacıma” değil.
Erdoğan ve MHP destekli AK Parti hükümeti halkın maruz kaldığı ekonomik çöküntüyü konuşmasını istemiyor.
Bunun için elindeki en önemli silah olarak gördüğü din-inanç unsurunu kullanmak, muhalefeti bu alana çekmek istiyor.
Sezen Aksu’nun “Şahane Bir şey Yaşamak” şarkısını alalım. Beş yıl geçmiş üzerinden. Daha önce de cumhuriyet düşmanı, hilafetin geri gelmesinden yana beyanları bilinen Ankara Melike Sultanı Camii İmam Hatipi Halil Konakçı’nın çıkıp bunu nefret söylemiyle anmasına dek dikkat de çekmemiş.
Sezen Aksu “Dilimi ezemezsin, beni öldüremezsin” diye bir cevap yazmış 21 Ocak gecesi, 22 Ocak’ta yayınladı.
Muhalefeti kışkırtıp gündem saptırma çabasının ötesine geçen tehlike var burada.
Geliyoruz.
Tuzaklar ters tepiyor, farkında değiller
Muhalefet içinden bu saptırma tuzağına düşen yok mu? Çok. Ama tuzak tuzaktır.
Sedef Kabaş Çerkes Atasözü diye “Öküz saraya çıkarsa kral olmaz, ama saray ahır olur.” diye tvit atmış diye hedefte. Beğenmiyorsanız Sedef Kabaş’ı izlemeyi bırakırsınız, olur biter. Hemen Cumhurbaşkanına hakaret soruşturması açılmış. Daha gözaltındayken aHaber’in Kabaş’ı saatler boyunca nefret ve saldırı hedefi haline getiren yayını neyin intikamı? Neyin ezikliği?
Şunu da söyleyeyim. Kabaş’ın normal koşullarda birkaç saatte sönüp gidecek alıntısı Erdoğan’ın göze girmek hevesindeki propaganda cin fikirlilerince açılan “#haddinibil” kampanyası sayesinde milyonlara yayıldı. Sezen Aksu’nun şarkısını milyonlarca kişi dinledi. Milyonlar Gülşen’in boş bir pop şarkıcısı olmadığını öğrendi.
İşin içinde başka işler de var.
Dindarları safta tutmak için dinbazlara başvuruluyor
Nevşin Mengü’nün FOX TV’deki Orta Sayfa programımızda paylaştığı kulis haberine göre, basın danışmanlarının gazetecilere Cumhurbaşkanının sözlerini sansürletmiş olmaları rastlantı değil. Cami cemaatinden birisinin cep telefonundan yayıldı. Dijital çağda, gazetecilere baskıyla haber engellemek bir yere kadar. Belki bu ifade özgürlüğü alanını da kısıtlamak için cami girişlerinde cep telefonlarını toplamak için İçişleri Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı el ele verir.
Neticede Müslümanlık AK Parti’nin tekelinde değil. Dinin siyasete bu raddede alet edilmesinden memnun olmayan dindarlar da var. Cami cemaatinde her siyasi görüşten insan olabilir.
Yaşadıklarımız bir ifade özgürlüğü sorunudur da.
İktidar blokunun elinde oya tahvil edilecek fazla bir şey kalmadı. Zafer müjdesi verdikten sadece birkaç hafta sonra yağmur gibi yağdırdığı zamları “Daha fazla da yapabilirdik, anlayış gösterin, sabredin” söylemiyle savunmaya geçmiş durumdayken geriye din-iman istismarı kalıyor. Oyunu kendi iyi bildiği alana çekmek istiyor.
Dindarları siyaseten safta tutmak için dinbazlara başvuruluyor.
Ama bu aynı zamanda kadın düşmanlığının, Cumhuriyetin, Atatürk’ün Türkiye toplumuna en büyük armağanlarından olan kadın-erkek eşitliğini yüz yıl sonra hala hazmedememiş olmanın, geriye dönüş özleminin, gerici sancısıdır.
Saptırma tuzağı, kadın düşmanlığı ve azgın azınlık
Bu propaganda kampanyalarının sürdüğü günlerde boşanmış kadınların (ve çocukların da) nafaka hakkını kısıtlama girişimlerinin gündemde olması da rastlantı değildir. YetkinReport’ta Filiz Pehlivan ayrıntılı olarak yazdı.
Konda araştırmasına göre boşanmış ve ekonomik olarak zor durumdaki kadınların nafaka hakkına karşı çıkan, ama sesleri herkesi bastıran bir azgın azınlık var. Asıl mesele nafaka parası değil. Boşanmak isteyen kadını caydırmaktan, birden fazla kadınla evliliğin yükümlülüklerinden kaçmaya, kadını hukuken eşiti görmemeye dek nedenleri var. Bu azgın azınlıktır, Cumhurbaşkanına bir zamanlar ilk imzayı atmakla gurur duyduğu, kadına şiddete karşı İstanbul Sözleşmesinden oy şantajıyla çıkarttıran.
Bir sonraki hedefleri kadını olması gerektiği gibi hukuken erkekle eşit tutan Medeni Kanundur, yazın bir kenara.
Ekonomik krizle toplumun diğer alttakileri gibi iflahı kesilen dindarları safta tutabilmek için medet umulan dinbazlar da bunlardır.
Cumhuriyete, laikliğe, eşitliğe, sosyal hukuk devleti fikrine bağlı insanlar tuzağı görüyorsa, tuzağa da düşmeyecek, ama tuzağa düşmeyelim diye enseyi de karatmayacak, başka yolu yok.
Erdoğan’ın davaları: ağanın lafı üstüne laf söylenmez
Muhalefet partileri tepki vermekte gecikti. Ancak Erdoğan’ın “dil koparma” tehdidi ve Kabaş’ın tutuklanması ardından açıktan konuşmaya başladılar.
Bu, Erdoğan’ın tartışmayı din-iman zeminine çekme taktiği karşısındaki tedirginliklerini de gösteriyor. Dikkatli olmakta haklılar ama burada hak ve özgürlüklerden söz ediyoruz.
Cumhurbaşkanın hakaret kapsamına sokarak eleştirileri caydırma alışkanlığına Kabaş olayıyla “üstüne alınarak hakaret sayma” da eklenmiş bulunuyor.
12 Eylül 1980 askeri darbesiyle yönetime el koyan Kenan Evren kaç hakaret davası açmış biliyor musunuz? 340. Onu izleyen Turgut Özal 250, Süleyman Demirel 158, Ahmet Necdet Sezer 163. Abdullah Gül kendinden öncekilerin toplamına yaklaşmış 840 davayla. Erdoğan’ın 68 bini geçmiş durumda.
Erdoğan öteden beri kendisine laf söylenmemesini saygı zanneden pederşâhi, erkek egemen kültürün somut örneklerini sergiliyor. Saygıyı “Ağanın lafının üstüne laf söylememe” olarak kabul ettiği için de sevgiyle sağlayamadığı yerde korkuyla sağlamaya çalışıyor.
Sonra Cumhurbaşkanı hızını alamayıp “dil koparmaktan” söz edince danışmanları panik halinde Cumhurbaşkanını da sansürlemeye çalışıyorlar.
Dedik ya, tel tel dökülüyor her şey.