Hafta başında 2021 yılında yüzde 11 oranında büyüdüğümüzü öğrendik. Çok yüksek. Peki, sürdürülebilir mi? 2022 büyüme oranı ne düzeyde gerçekleşebilir? Ekonomimiz büyüme oranımızı etkileyecek ne tür riskler ile karşı karşıya?
Büyümeye ilişkin iki ayrı kavrama dikkat etmekte yarar var. İlki herhangi bir dönemdeki büyüme oranı. İkincisi ise bir ülkenin potansiyel büyüme oranı.
Potansiyel büyüme oranı kısaca şu: İşgücünüz ve işgücünüzün beceri düzeyi, fiziki sermaye stokunuz ve kalitesi ile teknoloji düzeyiniz belli bir dönemdeki potansiyel büyüme oranınızı belirliyor. Bugünden yarına bir çırpıda değiştirmeniz mümkün değil bu oranı. Uzun yıllar boyunca gerçekleşen büyüme oranlarının ortalamasını, potansiyel büyüme oranı olarak kabul edebiliriz. Bu durumda, Türkiye için geçerli olan potansiyel büyüme oranı yüzde 4,7 civarında bir yerde. Son yıllarda kurumsal yapıda gerçekleşen büyük erozyon nedeniyle düşmediyse elbette.
Herhangi bir dönemdeki büyüme oranının potansiyel büyüme oranın belirgin biçimde altında kalmasının istenmeyen bir şey olacağı açık. Başta işsizlik olmak üzere önemli sorunlara yol açar çünkü.
Potansiyelinin belirgin biçimde üzerine çıkan bir büyüme oranı da sorun. Enflasyonu yükseltir, daha fazla aramalı ve yatırım malı ithalatı nedeniyle cari işlemler açığını artırır. Bu da daha fazla dış borç demek.
Bir de büyüme oranının potansiyelini bayağı aşmasının arkasındaki ekonomi politikası başka sorunların tohumunu eker. Mesela düşük faizle bol miktarda kredi pompalaması nedeniyle büyüme sıçramışsa, ileride finans sistemi açısından sorunlar oluşacak anlamına gelir: geri dönmeyen kredilerde artış, sermayede erime gibi. Zira hiçbir ekonomi potansiyelinin üzerinde uzunca süre kalamaz. Büyüme önemli ölçüde düştüğünde ise, potansiyelin çok üzerindeki büyüme hep sürecekmiş gibi yapılan yatırımlar, harcanan paralar sorun oluşturur.
Bir ülkenin potansiyel büyüme oranını artırmak bir çırpıda mümkün değil dedim.
Alın mesela işgücünün beceri düzeyini. Nasıl yükselteceksiniz? Tümüyle eğitimle ilgili. Sadece lise-üniversite eğitimi de değil. İşbaşında eğitim, ustalık-kalfalık eğitimi ve benzeri. Öğretmenlerin kalitesi. Derin konular…
Ya da sermaye stokunu ve kalitesini düşünün. Doğrudan fiziki yatırımlarla ilgili. Faizi düşürdünüz diye kimse koştura koştura yatırım yapmaz. Öncelikle yatırım yapılabilir bir ortam olması gerekiyor. Düzgün işleyen bir hukuk sistemi, oyunun kurallarının ikide bir değişmemesi, planlama ufkunun geniş olması (belirsizliklerin çok az olması) gibi.
Yüzde 11’lik bir büyümenin potansiyelimizin çok üzerinde olduğu açık. Son yıllarda potansiyelimizi artıracak bir şeyler yapmadığımız aksine yatırım ortamını kötüleştirdiğimiz de bir o kadar açık. Dolayısıyla girişteki ilk sorunun yanıtı ortada: Hayır, bu büyüme sürdürülemez.
Rusya-Ukrayna savaşının ekonomimiz açısından oldukça önemli riskler yaratacağı ortada. Ama bu savaş olmasaydı da 2022’de büyük sorunlarımız vardı. En önemli sorunumuz şu: İçinde bulunduğumuz durum sürdürülebilir değil. Risk primimiz (CDS) 590 baz puan (savaş öncesi 510).
Bunlar çok yüksek değerler. Mesela Hazine daha geçenlerde uluslararası piyasalarda dolar cinsinden yüzde 7 faiz ile beş yıl vadeli borçlandı. Oysa aynı vadedeki ABD tahvil faizi yüzde 1,9. Aradaki fark çok yüksek.
Ocak ayının enflasyonu yüzde 49; daha da yükselecek. Buna karşılık TCMB politika faizi yüzde 14. Mevduat faizi yüzde 17 civarında. Ocak ayından bu yana kur artışı ise yüzde 3,7 düzeyinde. Yıllık olarak yüzde 24,7’ye karşılık geliyor. Ne faiz ne de kur artışı enflasyon ile uyumlu. Üstelik savaş başlamadan önceki kur artışı çok daha düşüktü.
Salt bu rakamların tutarsızlığı bile ortada bayağı bir sorun olduğunu gösteriyor. Bir önceki yazımda bu konuyu enflasyon açısından ele almıştım. Sürdürülemezlik büyüme açısından da önemli bir sorun. Kur artışı enflasyona mı yakınsayacak yoksa enflasyon kur artışına mı? Önemli bir belirsizlik kaynağı. Uzun vadeli plan yapmak açısından büyük sorun.
Öte yandan sabit ücretlinin alım gücünü düşünün. Ocak ayındaki yüksek enflasyon, yapılan asgari ücret ve memur maaş artışının önemli bir kısmını alıp götürdü. Kur artışının enflasyona yakınsaması demek, bir müddet sonra enflasyonun daha da artması, yani sabit gelirlinin alım gücünün daha da azalması demek. İç talep ve dolayısıyla büyüme açısından sevimli bir gelişme olmayacağı açık. Enflasyonun altındaki faize rağmen.
Kur sıçraması olasılığını bir de döviz cinsinden borçlu olan şirketler açısından ele alın. Bilançoları bozulacak. Bu bozulma onları daha az faaliyette bulunmaya –daha az üretime ve daha az istihdama- itebilecek.
Demek ki kurun sıçraması 2022 büyümesini olumsuz etkiler.
Peki, hangi koşullara bağlı kurun sıçraması? Döviz arzı ile talebindeki olası gelişmelere elbette.
Üç ana unsura bakmak gerekiyor. Birincisi, bir gerginlik ortamında ellerindeki lira cinsinden mali varlıkları dövize çevirip ülkelerine gidecek yabancı finansal yatırımcı çok az kaldı. Buradan döviz talebini artıracak bir gelişme olmayacağını düşünelim. İkincisi, bir yıl içinde 172 milyar dolar tutarında dış borç ödememiz var. Vadesi gelen borçtan daha az borç bulursak döviz talebi artar. Üçüncüsü, elbette cari işlemler açığı. Ne kadar fazla ise o kadar döviz talebi artacak demektir.
İşte savaş bu çerçevede devreye giriyor. Öncelikle daha az turizm geliri ve daha yüksek enerji ithalat faturası. Bir ölçüde, bu iki ülkeye daha az ihracat. Savaşın uzaması durumunda belki başka ülkelere yapılacak ihracatın da olumsuz etkilenmesi olasılığı. Hepsi de cari açığı, yani döviz talebini yükseltecek gelişmeler olur. Risk primimizin yükselmesi de cabası. Bu, borçlanmakta karşılaşılacak zorlukların artması ve daha yüksek maliyetle borçlanmak demek. Yani, döviz arzında sorun olasılığı.
Bir de büyük gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının –özellikle de FED’in- faiz artırma sürecine girecek olmaları var. Bu da daha az döviz arzı riski anlamına geliyor. Savaş bu süreci ötelemez ya da faiz artırımlarının şiddetini aşağıya çekmezse bir de buradan bir darbe yiyecek bizim gibi ülkeler.
Toparlarsam:
Savaşın nasıl evrileceği ve de FED’in faiz politikası bizim elimizde değil.
Ama şu elimizde: Kuru sıçratacak politikalardan uzak durmalıyız. Yani, düşecek büyüme oranımızı suni olarak yükseltmeye çabalamamalıyız. Zira böyle bir politika bir yandan ithalatı yükselterek cari açığı artırır diğer yandan riskimizi yükseltir. İlki daha yüksek döviz talebi, ikincisi ise daha az döviz arzı demek.
Ek olarak arz şoku oluşmaması için de dua etmeliyiz. Hadi maliyetine katlandık diyelim, enerji tedarikinde sorunlar üretim kapasitemizi kısıtlar.
Bu çerçevede bakıldığında 2022 büyümesi için bir tahmin yapmak çok zor. Ama potansiyelimizin altında bir büyüme oranı (yüzde 3 civarı belki) bugünkü koşullar altında makul görünüyor. ‘Bugünkü koşullar’ vurgusuna dikkat. Koşullar değişirse bu tahmin de değişir. Umarım daha düşük bir büyüme için olmaz bu revizyon.
ABD’nin seçeceği 47’inci Başkan, Türkiye’nin 12 Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın çalışacağı 5’inci Başkan olacak. AK Parti…
İçişleri Bakanlığı 4 Kasım sabahı Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk’ü, Batman Belediye başkanı Gülistan…
Karl Marx’ın meşhur sözüdür: tarihte olaylar ilkinde trajedi, ikincisinde komedi olarak tekrarlanır. CHP’li İstanbul Büyükşehir…
ABD’nin Orta Doğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı (CENTCOM) 1 Kasım’da gönderileceği duyurulan ilk B-52 stratejik…
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer'in tutuklanmasını protesto etmek için düzenlenen mitingdeki…
Avrupa Komisyonu'nun üyeliğe aday ülkelerin son bir yıl içindeki gelişmelerini değerlendiren yıllık raporu, 30 Ekim…