Macaristan’da 3 Nisan’da yapılan seçimler 2023’te Türkiye’de (ve Polonya’da) kurulan muhalefet koalisyonu için bir örnek olacaktı. Ülkeyi baskıcı bir rejimle yönettiği suçlamaları altında seçime giren Başbakan Viktor Orban’ın Fidesz Partisinin karşısında altı muhalefet partisi (Herkesin Macaristan’ı -MMM adı altında) güç birliği yapmıştı. Ortak aday daha önce Orban’a rağmen seçim kazanmış Budapeşte belediye başkanı değil, üzerinde anlaşma sağlayabildikleri Hodmezövasarhely şehri belediye başkanı Peter Marki-Zay idi. Orban üst üste dördüncü defa girdiği seçimi açık farkla, yüzde 53 oy oranıyla kazandı. İlk açıklaması “Aydan da Brüksel’den de görülebilecek kadar açık bir zafer” oldu; açıkça Avrupa Birliğinin (AB) muhalefete verdiği desteği kastediyordu. Muhalefet ittifakı yüzde 35’te kalmıştı. Nitekim muhalefetin seçim sloganı da “Putin mi, Avrupa mı?” idi.
Seçim öncesi yapılan anketler muhalefetin oy oranını tutturmuş görünüyordu, ortalamada yüzde 36 tahmin etmişlerdi. Ama 41 olarak tahmin ettikleri Orban’ın Fidesz’inde fena yanılmışlardı.
Ne olmuştu da seçim öncesinde Orban’a oy vermeyeceğini söyleyen seçmen ona dönmüştü?
Ukrayna krizi, aday seçimi, güven
Türkiye ve Macaristan’ın koşulları çok farklı kuşkusuz. Örneğin Macaristan Türkiye gibi ciddi bir ekonomik krizden geçmiyor. Ancak muhalefet kazansaydı, bu durum, altılı ittifak örneğinden hareketle örnek gösterilecekti. O nedenle Macaristan sonuçlarını tahlil etmekte yarar var.
1- Ukrayna Krizi Orban’ı zayıflatmadı, güçlendirdi. Muhalefet krizin başında Ukrayna’dan yana Rusya karşıtı tavır aldı. Orban ise denge siyaseti izledi ve AB-NATO hattının ötesine geçmedi. Böylece son ay içinde aleyhinde esen AB rüzgârı aleyhinde duruldu.
2- Orban seçimlere giderken muhalif medyayı bastırmaya, bastıramadığını satın almaya başladı. Seçim yasalarını değiştirdi. Muhalefetin seçim yasalarının adil olmayacağı propagandası geri tepti ve bir kısım muhalif seçmenin sandığa gitmemesine yol açtı.
3- Yakın zamana dek muhalefetin Budapeşte’nin Orban’a rağmen seçim kazanan (yabni “Bir hikayesi olan”) Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karacsony’yi aday göstereceği beklentisi vardı. Ancak altı partinin üzerinde uzlaşabildiği aday Marik-Zay oldu. “Seçilebilecek” değil, “üzerinde uzlaşılan” aday tercihi muhalefete oy kaybettirdi.
4- Orban’ın neredeyse tamamını kontrol ettiği medya üzerinden yürüttüğü LGBTQ-karşıtı ve AB siyasetini ona bağlayan propaganda sonuç verdi. Budapeşte’de geriye düşen Fidesz, taşra oylarıyla kazandı.
Türkiye’deki durum: kriz yetmeyebilir
Karşılaştırmak gerekirse, durum şöyle :
1- Türkiye’de muhalefet Ukrayna Krizinde başından itibaren dengeci siyaset istedi ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Montreux (Montrö) Boğazlar Sözleşmesine sahip çıkıp denge siyaseti izlemesini (27 Mart toplantı bildirisinde görüldüğü üzere) dolaylı da olsa destekledi.
Ancak Erdoğan’ın Rusya-Ukrayna görüşmelerini Antalya’da başlatıp İstanbul’da devam ettirmesi, Vladimir Putin-Volodimir Zelesnky görüşmesinin de Türkiye’de yapılması ihtimalinin ortaya çıkması, uluslararası planda Türkiye ve Erdoğan’ın etkisini yükseltti. Sadece dış politikayla seçim kazanılmaz, ama Ukrayna Krizinin Erdoğan-karşıtı havayı kırdığı görülebiliyor.
2- Türkiye’de Erdoğan-karşıtı havanın güçlenmesinin iki temel neden var. Birincisi 2010’dan bu yana kademeli olarak yükselip 2017’de Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle tek adam yönetimine ve oligarşik yapıya doğru evrilen yönetim tarzı. İkincisi de 2013-2021 arası izlenen dış politika ve 2018 seçimlerinden itibaren izlenen ekonomi politikası nedeniyle içine sürüklendiğimiz ekonomik kriz.
Ancak siyaset bilimci Seda Demiralp’in işaret ettiği üzere, ekonomik ve siyasi krizler tek başına iktidar değişikliği getirmiyor; muhalefetin seçmene kendisinin düzelteceğine dair güven vermesi de gerekiyor.
Seçilebilecek aday sorunu
3- Türkiye’de nüvesini CHP ve İYİ Parti’nin Millet İttifakı ile oluşan alt partili muhalefet bloku, siyaseten ne yapmak istediğini Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem Bildirgesiyle ilan etti. AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakının buna yanıtı seçim sistemini değiştirmek oldu. Muhalefet Blokunun 27 Mart toplantısıyla ağırlığı iktidarın seçim kurallarını değiştirmesine karşı önlem geliştirme ye verme kararı, durumun ciddiyetinin farkında varmaya başladıklarını, hükümetin ekonomik başarısızlığının tek başına iktidar getirmeyeceğini nihayet anladıklarını gösteriyor. Muhalefetin henüz alternatif ekonomi programı da bulunmuyor.
4- Türkiye’deki siyasi bölünmüşlük medyada etkisini gösteriyor. Muhalif medya da iktidar medyası gibi adeta yankı odasına dönmüş durumda; her iki taraf da kendi şarkısını dinliyor. Sosyal medya da öyle, herkes kendi tercihine kulak veriyor. Şair İsmet Özel’in “Hangi dünyaya kulak kesilmişse öbürüne sağır” durumu var. Burada devlet kanalı TRT’nin iktidarın propaganda aracına dönüşmesi kilit rol oynayabilir.
5- Muhalefetin en önemli sorunları arasında seçilebilecek adayın saptanması geliyor. Bütün partilerin üzerinde anlaşabilecekleri, herkesin içine sinen aday, seçilebilecek aday olmayabilir. Kitlelerin, Bekir Ağırdır’ın vurguladığı üzere “Bir hikayesi olan” aday etkeni de bunun içindedir. Kürt seçmenin oyunu alabilecek bir aday ortaya çıkarılması da en önemli etkenler arasındadır. Sanırım “kazanabilecek aday” muhalefetin önündeki en önemli sorunudur.