Türkiye 21. yüzyıla Kürt meselesini konuşarak girmişti. Geçtiğimiz 20 yılda Kürt meselesinin normalleşmesinden yeniden şiddet sarmalına girmesine dek pek çok dönüşüme tanıklık ettik. Normalleşmeyi ve çözüm sürecini Türkiye’nin geleceği için elzem gören bir siyasi söylemden Kürt meselesinin yeniden güvenlikleşmesine çok kısa bir dönem içinde geçildiğine şahit olduk. Peki bu sarsıntılı ve çokça engebeli siyasi yolda Türkiye’nin Kürt meselesine bakışı nasıl değişti?
Barış Vakfı için meslektaşlarım Ayşe Betül Çelik ve Mehmet Gürses ile hazırladığımız ve geçtiğimiz hafta kamuoyu ile paylaşılan rapor bu engebeli siyasi tarihe ve siyasal partilerin tutumlarına odaklanmak yerine, KONDA verilerini kullanarak, geçtiğimiz on yılda Kürt meselesinde kamuoyunun nasıl değiştiğine odaklanıyor.
Kürt meselesi bugün daha çok Kürt seçmenlerin oy davranışları üzerinden gündemde. Nitekim muhalefet ve iktidar arasındaki farkın kapandığı bir dönem bu. Hem muhalefet bloğu hem de iktidar için seçim yarışında öne çıkabilmenin yolu da Kürt seçmen ile ilişki kurabilmekten geçiyor. Ama bu zor bir siyasi görev. Bir yandan siyasal partilerin Kürt seçmenin taleplerine yanıt vermesi ama öte yandan da Türkiye ortalamasına hitap edebilmesi ve bu iki seçmen grubunun taleplerini/arzularını bir araya getirmesi gerekiyor. Üstelik bunu 2015 seçimleri sonrasında olağanüstü bir biçimde güvenlikleştirilmiş bir siyasal alanda yapmak daha da zor.
Bir yandan Kürt meselesi seçimler (ve Kürt seçmen) üzerinden siyasi partilerin gündemine gelmiş durumda ama öte yandan veriler gösteriyor ki Kürt sorunu Türkiye’nin gündeminde çözülmesi gereken acil ve yakıcı bir sorun olarak arka planda. Ocak 2020 KONDA verilerine göre Kürt sorunu kendisini etnik olarak Türk olarak tanımlayan gruplar arasında oldukça arka planda kalmış. Bu gruplara göre Kürt sorunu Türkiye’nin eğitim, enflasyon, göçmenler, demokratikleşme, kadın-erkek eşitliği gibi pek çok yakıcı sorununun arkasından geliyor. Türkiye’nin sadece yüzde 12’si öncelikli sorun olarak Kürt sorununu görürken, bu oran kendisini etnik olarak Kürt olarak tanımlayanlar arasında yüzde 40’ı geçmiyor.
Hazırladığımız rapor tam da bu durumun siyasal partilerin Kürt sorunu konusunda politika önermek için uygun bir iklim sunduğunu iddia ediyor. Mesut Yeğen’in bir yazısında çok yerinde bir biçimde ifade ettiği gibi, Kürt sorunu zorla bastırılabilecek, görmeyerek geçiştirilebilecek ya da zamanla buharlaşabilecek bir mesele değil.
Bugün de Türkiye’nin en önemli sorunlarında Kürt sorununun arka plana düşmüş olması buharlaştığını değil, ülkenin birlikte çözmesi gereken büyük ortak dertlerinin olduğunu gösteriyor. Üstelik Kürt sorunun ancak güvenlikleştirildiğinde Türkiye kamuoyunun en yakıcı meselesi haline geldiği düşünülürse, bu geride kalma durumu Kürt sorununun güvenlikleştirilme potansiyelinin en azından yakın gelecek için azaldığını gösteriyor.
Çalışmamızın bir diğer önemli (ve iyimser) bulgusu ise siyasi iklim ne olursa olsun, Türkiye en güvenlikçi ve en şiddetperver döneminden geçerken bile, Kürtlerin temel hakları konusunda taviz vermeyen ve müzakereyi savunan yüzde 35 – 40’lık bir kesimin varlığı ve bu oranın hiç düşmemesi.
Örneğin KONDA Türkiye’de barış masası tamamen kapandığı ve Kürt meselesinin tamamen şiddet eksenine oturduğu Aralık 2016’da katılımcılara “Sizce Kürt sorununu çözmek için ne yapılmalıdır?” diye sorduğunda, bu soruya katılımcıların yaklaşık üçte biri “konunun muhatapları ile masaya oturup uzlaşma yoluna gidilmelidir” cevabını verebiliyor.
Bu veri temel kültürel ve siyasi haklar konusunda da neredeyse hemen hiç değişmiyor. Yüzde 30-40’lık bir grup siyasi/kültürel hakları siyasal iklime bağlı olmadan destekliyor. Nitekim KONDA’nın Nisan 2010 yılında gerçekleştirdiği araştırmada Kürtlerin anadilde eğitim almasına yönelik yüzde 41 oranında bir toplumsal destek var. KONDA yaklaşık 10 yıl sonra aynı soruyu sorduğunda anadilde eğitime yönelik destek tıpkı 2010 yılında olduğu gibi yine yüzde 40’lar seviyesinde.
Ama kuşkusuz yüzde 30-40 seviyesinde seyreden destek sadece bir ortalama ve bu ortalama her zaman aynı insanları içermiyor. Kültürel haklardan dış politikaya kadar Kürt sorunun pek çok farklı çehresinin dönüşümünün izini sürdüğümüz raporun bir diğer en önemli bulgusu seçmenlerin kendi partilerinin barış/çatışma söylemlerinden doğrudan etkileniyor olması. Bir diğer deyişle Kürtlerin temel siyasal ve kültürel haklarına desteğin ayrı dönemlerde farklı siyasal parti seçmenleri tarafından desteklenmiş olması.
Örneğin AK Partili seçmen partisi müzakere sürecindeyken barış sürecini destekliyor ama partisi güvenlikçi bir eksene kaydığında Kürt sorunun “terörü yok etmekle” çözümleneceğine dair inancı artıyor. Benzer bir şekilde Kürt sorunun çözümünü AK Parti ana aktör olarak üstlendiğinde CHP’li seçmen şüpheci, ama AK Parti askeri çözüme doğru kaydığında CHP’li seçmen siyasi çözüm konusunda daha hevesli.
Bir diğer deyişle, siyasi partiler milliyetçi, dışlayıcı, ya da güvenlikçi bir kamuoyuna bu kamuoyunun hassasiyetleri üzerinden o hassasiyetleri göz önüne aldıkları politikalar önermiyorlar. Tam tersine o kamuoyunu bizatihi kuruyorlar. Türkiye kamuoyunda görece olarak ufak bir kesimin parti siyasetinden bağımsız Kürt sorunu konusunda net fikirleri var. Tam da bu nedenle siyasal partilerin Kürt sorunu konusundaki sorumluluğu olağanüstü yüksek önemde.
Bugüne kadar AK Parti’nin Kürt sorunundaki dahil edici tutumunun iki temel özelliği olduğu sıkça yazıldı: din üzerinden ulusal birlik tahayyülü ve siyasal aktörlüğün Kürtlerden merkeze devri. Bir diğer deyişle AK Parti’nin Kürt projesi otoriter bir pazarlık içeriyordu, Kürtlerin kültürel kimliklerinin tanınması karşılığında AK Parti’nin siyasi egemenliğinin ve ortak kimlik çerçevesinin kabulü.
KONDA verileri bu pazarlığın AK Parti seçmeni nezdinde bir karşılık bulduğunu da gösteriyor. AK Parti seçmenleri örneğin ana dilde eğitim hakkı konusunda BDP/HDP’ye oy veren seçmenlerden sonra en yüksek oranda desteğin görüldüğü seçmenler. Ulusal kültürel birleştirici öğe olarak dili gören CHP, MHP gibi siyasi parti seçmenlerinde ise kültürel haklara ve ana dilde eğitime olan destek daha düşük (ancak en düşük orana sahip MHP seçmeninde bile bu oranın yüzde 20’lerde olduğunun altı çizilmeli).
Siyasal aktörlük, kayyımlar, HDP’ye yönelik baskılar gibi siyasi temsil hakları konusunda ise AK Parti seçmenleri arasında destek daha düşükken, temsil haklarına en yüksek destek ve en güçlü itiraz CHP seçmeni arasında. Hiç kuşkusuz bu durum da CHP’nin Kürt meselesini temelde bir demokrasi ve temsil sorunu olarak çerçevelemesi ile paralel.
Kısacası Kürt meselesinde Türkiye kamuoyunun tutumlarını temelde belirleyen iki önemli değişken var: siyasi parti kimliği ve etnik kimlik. Sürdürülen politikalara göre kendini Türk ve Kürt olarak tanımlayanların arasındaki mesafe zaman zaman daralıyor, zaman zaman da bu mesafe açılıyor. Ve bu mesafede siyasi partiler kilit önemde.
Bu yakınlaşmanın derinleşmesi ve genişlemesi partiler üstü bir söylemin ve uzlaşmanın varlığına bağlı. Siyasal parti kutuplaşması nedeniyle iktidar ve muhalif siyasal partilerin seçmenleri karşı olarak gördüğü tarafın politikalarının tam tersine tutum almaktalar. Büyük bir çoğunluk siyasetlerini ve çerçevelerini kendi siyasi partilerinin tutumuna göre şekillendirmekte. Siyasal partiler yalpaladığında ya seçmene anlamlı ve tutarlı bir çerçeve sunamadığında seçmen de yalpalıyor.
Kürt sorununda seçmenlerin siyasi partilerinin yaklaşımlarına göre tutum değiştiriyor olmasının belki de en olumlu yanı siyasal partilerin söylemlerinin değişmesinin toplum nezdinde de karşılık bulacağına işaret etmesi. Örneğin anadilde eğitim bu sorunda konuşulabilecek ve en rahat biçimde toplumsal uzlaşmanın sağlanabileceği konulardan biri. CHP’ye burada yeni bir çerçeve inşa etmek ve kendi tabanını bu konuda dönüştürmek için önemli bir görev düşüyor.
Bu durumun olumsuz yanı ise siyasette var olan ayrımcı, ötekileştirici ve şiddet içeren dilin aktive edilmesinin toplumu bu sorunu çözmeye yönelik iradeden uzaklaştıracak olması. Özellikle Kürt sorunu ile ilgili derin toplumsal korkular ve endişelerin liderler tarafından seçim kazanmak, iktidarda kalmak için “taktiksel” olarak araçsallaştırılması büyük bir tehlike. Türkiye Cumhuriyetinin demokrasi tarihiyse bu tehlikenin tezahürünün örnekleri ile dolu. Ancak bu yazının başında ifade ettiğim gibi, Kürt sorunun yakıcılığını seçmen nezdinde yitirmiş olması, ortak sorunlarımızı farklı kimliklerimizle ifade edebileceğimiz bir dönüm noktası olabilir.
MHP lideri Bahçeli’nin Öcalan açılımıyla başlayan gelişme ve tartışmaların hem MHP hem de CHP’de oy…
President Tayyip Erdoğan welcomed Donald Trump's return to the US presidency. During Trump's previous tenure,…
Türkiye’yi hedef alan iki vekil gücün liderlerine ilişkin Ekim ayında, ardı ardına önemli gelişmeler yaşandı.…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Donald Trump’ın yeniden ABD Başkanı seçilmesine memnun oldu. Bir sorun çıktığında doğrudan…
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 13 Kasım’da Ankara Büyükşehir Belediyesine usulsüz harcama soruşturma başlatmasından saatler sonra İstanbul…
Türkiye’de ana siyasi gelişmelerin birçoğunda belirleyici olan Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) genel başkanı Devlet Bahçeli;…