2023 seçimlerine ve özellikle cumhurbaşkanı adaylarının belirlenmesine giden süreçte duyguların son derece belirleyici olacağı görülüyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden birine geçtiğimiz haftalarda şahit olduk. Muhalefetin en güçlü cumhurbaşkanı adaylarından biri olarak görülen CHP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyaretini takiben seçmenle yaşadığı iletişim uzun zamandır Türkiye siyasetinde görmediğimiz kadar duygu yüklüydü. Seçmen İmamoğlu’nun bu gezide bazı gazetecilerle çekilen fotoğraflarına duygusal şiddeti çok yüksek bir tepkiyle karşılık verdi. Bu haliyle, İmamoğlu’na verilen tepki sanki bir lider ve seçmenleri arasında değil de daha çok romantik bir ilişkide rastlanır türdendi.
Bu tepkilere sebep İmamoğlu’nun iktidara yakınlık besleyen gazetecilerle bir araya gelmesi değildi. Farklı siyasi görüşlerin bir arada olabildiği, birlikte oturup kalkabildiği bir Türkiye zaten muhalif seçmenin gelecek beklentilerinin başında geliyor. Seçmenin tepkisi bu isimlere özeldi ve o isimlere Türkiye’nin son yıllarda geçirdiği olumsuz siyasi dönüşümde muhtariyet atfetmesiyle ilgiliydi. İlaveten, farklı analistlerin de not ettiği gibi, servis edilen fotografların yakın plan olması ve dolayısıyla bu gazetecileri daha geniş bir grup içinde değil de İmamoğlunun yakın çevresinde gösterir olması, siyasetin sıradan bir parçası olarak değerlendirilebilecek bir durumun orantısız biçimde önemli ve özel algılanmasına yol açtı.
Gelelim bütün bunların niçin bu kadar önemli hale geldiğine. Neden bu duygu yoğunluğu? Bu duygusallık hali Türkiye seçmenine mi özel? Ve bu duygu yoğunluklu siyaset ortamı 2023 seçimleri için neler söylüyor?
Siyasette duyguların yeri yeni değil. Özellikle son 20 yılda tüm dünyada yükselen popülist dalga, toplumların siyasi ve ekonomik yönden dezavantajlı hisseden bireylerinde biriken öfkenin bir tezahürüydü.
Popülist liderler-son yirmi yılda bu duyguya karşılık vererek ve duygu siyasetini konuşturarak oylarını artırdılar. Bu tür duygu temelli söylemleri kendilerine uzak gören anaakım partilerin yaklaşımları ise çoğunlukla soğuk ve etkisiz kaldı.
Ne var ki son yirmi yıla damga vuran toplumsal öfke dinmedi, tersine büyüdü. Popülist iktidarlar toplumlarda ağır hukusal ve ekonomik erozyonlara sebep oldular. Neticede kendi kitlelerindeki öfkeyi söndüremedikleri gibi kendilerinden olmayanlara yönelik izledikleri dışlayıcı siyasetle yeni öfkeli gruplar yarattılar. İlaveten, önce pandeminin sonra Ukrayna-Rusya savaşının etkisiyle ekonomik ve güvenlikle ilgili sorunlar arttıkça kaygı temelli duygular da ciddi bir artış gösterdi.
Özetle, bugün dünyanın pek çok yerinde seçmenler kendilerini seçeneksiz bırakılmış hissediyor ve yılgınlıkla isyankarlık arasında gidip geliyor. Protesto oyları geçtiğimiz Macaristan ve Fransa seçimlerinde görüldüğü gibi, rekor seviyelere ulaştı.
İşte tam da bu sebepten bugün Türkiye’de ve dünyada anaakım partilerin bu duyguları kapsayıp regule edebilmesi gerekiyor. Hatta bu işi popülistlerden daha iyi yapmaları ve öfkeyi yüceltmektense umutla buluşturmaları toplumsal huzurumuz için kritik bir ihtiyaç.
Yani, evet seçmen duygusal. Eskisinden daha çok hem de. CHP seçmeni de buna dahil. Bu derece duygusal seçmen tepkileri ve duygu temelli siyasal iletişim CHP geleneğinde fazla alışılmış değilse de bugünün siyasi gerçeği bu.
Bu durum, yani duyguların siyasetteki artan rolü, CHP’nin de içinde bulunduğu 6’lı muhalefet için özellikle iyi anlaşılması gereken bir husus. Nedeni şu. İdeolojik açıdan birbirinden oldukça farklı grupları bir arada tutmak, aynı anda farklı dünya görüşlerinden seçmenin oyunu alabilmek için mantık temelli argumanlar yeterli olmayabilir. Kamuoyu araştırmalarının gösterdiği gibi hala yüzde 20’lere yaklaşan bir kararsız seçmen grubu var ve bu gruptakiler hangi ittifaktan yana olmanın çıkarlarına daha uygun olacağı konusunda net değiller. İşte bu noktada, farklı seçmen gruplarında aynı lidere yönelik çekim yaratabilecek ve özellikle de hala kararsızlık içindeki seçmeni eyleme çekecek olan, şahsi olarak güven duyduğu, yakınlık hissettiği bir liderin varlığı olacaktır.
Duygu temelli siyasetin, aday belirlemede ya da kampanya sürecinde riskli olduğunu düşünen ve daha realist bir yaklaşımı yeğ tutanlar var şüphesiz. Bu analistler İmamoğlu’nun fotoğraf krizinin, yani, bunca sevilen bir liderin bir tek fotoğrafla bunca tepkiye maruz kalışının duygu siyasetinin riskleriyle ilgili görüşleri haklı çıkardığını öne sürüyorlar. Ben biraz daha farklı düşünüyorum. Bana göre, seçmenin İmamoğlu’na verdiği güçlü hatta abartılı tepki, bu aşırı yüksek tonlu şikayet, hattın öbür ucunda kendini işitecek bir kulak olduğunu düşünmesinden ileri geliyor. O yüzden, bu tepki aslında İmamoğlu’nun seçmeniyle kuvvetli ve sağlıklı bir bağ kurmuş olduğunu gösteriyor. Bu sebepten de dün ona tepki veren, ondan uzaklaşan kitlenin aynı hızla geri döneceklerini hatta pek çok çoğunun şimdiden döndüğünü düşünüyorum. Nitekim, haftasonu Van’da gerçekleşen CHP belediye başkanları çalıştayında İmamoğlu’nun seçmenden gördüğü büyük tezahürat bu tahmini destekliyor.
Neticede, İmamoğlu aday olur veya olmaz, ama net olan bir durum var. Duygu siyaseti 2023 seçimlerinde belirleyici olmaya devam edecek ve muhalefetin cumhurbaşkanı adayı her kim olacaksa seçmenle kuracağı gönül bağı seçim sonuçlarını doğrudan etkileyecek.
Kendimden korkuyorum artık. Bıkkınlık gelip Stockholm Sendromuna yenik düşmekten, sahte mutluluk yaşayıp adalet mücadelesini bırakmaktan…
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında…
CHP’nin önceki Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bugün 22 Kasım'da Ankara’da yargılanmaya başlaması Türkiye’de siyaset üzerindeki…
Üç MHP milletvekilinin istifası haberi 20 Kasım akşam saatlerinde siyaset kulisine bomba gibi düştü. Beklenen…
Ankara’nın Nallıhan ilçesinde bulunan Çayırhan Termik Santrali’nde yaklaşık 500 madenci özelleştirme kararına karşı kendilerini maden…
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın üç MHP milletvekilinin istifasının istendiğini, istifa…