AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Güney Kore’den satın alınan dördüncü petrol ve gaz arama gemisine “Abdülhamid Han” adını verdiğini açıkladığı an içimden “Değişir o isimler” demek geçti. Beşincisi olursa ona da Sultan Vahdettin ismini koyarsa Osmanlı Hanedanı özlemine noktayı koymuş olur. İstanbul’da yabancı konukları ağırladığı muhteşem manzaralı tesisin adını da Vahdettin koymuştu Türkiye Cumhurbaşkanı zaten. Tahtını korumak için işgalcilerle işbirliğini dahi hazmedip sonra ülkeden İngiliz denizaltısıyla kaçan Vahdettin’le bitmişti Osmanlı hanedanı zaten. Türkiye ise Cumhuriyet olarak devam etmişti Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde.
Aklımdan ikinci geçense, Erdoğan’ın giderek tek adam yönetimine evrilen AK Parti hükümetine eleştirel bakanları, ya da siyaseten muhalif olanların dikkatini ekonomik krizden saptırmak için bu defa da Abdülhamid ismini mi kullandığı sorusu oldu. Öyle ya CHP’liler ayağa kalkar, havuz medyası üzerinden “Ecdadımıza hakaret” kampanyasıyla artık 2002 krizini de geçen 2022 krizi birkaç gün gündemden düşebilirdi.
Bir sokak röportajında vatandaş “1923’te bir aileden aldığımız egemenliği Türk halkından alıp bir başka aileye bahşettik” yorumu yapıyor sonra.
Tarihin çarpıtılması
Abdülhamid bahsine daha önce girmiştik. Erdoğan ve ekibinin Abdülhamid’in tahta çıktığı sıradaki reformcu yönüne değil, bir müstebite, despota dönüştüğü tahttan indirilme sürecine sahip çıkması da dikkat çekici. Ama daha dikkat çekici olanı, Osmanlı tarihinde, döneminde en çok toprak kaybeden sultan olan İkinci Abdülhamid’in “tek karış” toprak vermemiş olduğu çarpıtması.
Tekrar hatırlatalım Abdülhamid döneminde imparatorluk Türkiye’si kontrolünden çıkan toprakları. Kıbrıs, Mısır, Girit, bugünkü Bulgaristan, Romanya, Makedonya, Bosna-Hersek, Tunus, İstiklal Savaşında geri aldığımız Kars, Ardahan… O topraklardaki milyonlarca Türk ve Müslüman katledildi, göçe zorlandı. Tarih yazarı Murat Bardakçı’nın hesabıyla 1 milyon 592 bin küsur kilometrekare; Türkiye Cumhuriyeti yüzölçümünün iki katı toprak. Düyunu Umumi’nin kurulup yabancı şirketlere Türkiye’de vergi toplama yetkisi verilmesini unutmayalım. Türkiye 1950’lere kadar Osmanlı Hanedanının itibar sandığı şatafat borçlarını ödedi.
Diyeceksiniz ki, 1982’de askeri darbe rejimi sırasında kurulmuş Van 100’üncü Yıl Üniversitesinin AK Parti döneminde kurulduğunu söyledikten sonra bunu da söyler; inananı var nasıl olsa.
Osmanlı düşleri
Ama o kadar basit değil işler. Erdoğan’ın bu böbürlenmeleri Türkiye’yi zora sokmaya başladı. Osmanlı düşleri artık Erdoğan’ın dost sandığı uluslararası çevreler tarafından dahi eleştiriliyor, sadece Erdoğan değil, Türkiye hedef alınıyor.
Türkiye, başta Suriye siyasetine en yanlış yerden girdiği, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ı “altı ay içinde” devirip Şam’daki Emevi Camiinde Cuma namazı kılmaktan söz ettiği için bugün Suriye’den kaynaklı tehditleri önleme siyasetini ne ABD ne Avrupa Birliği ne de Rusya’ya anlatabiliyor.
Doğu Akdeniz’de, Ege’deki en meşru hak söylemleri dahi yayılmacılıkla eleştiriliyor. Bunun nedenleri arasında, zamanında sırf Atatürk ve İsmet İnönü’yü karalamak için çıkarılmış (Osmanlı Sultanı Mehmed Reşad döneminde, 1912’de kaybedilmiş) Oniki Ada’nın 1923 Lozan Antlaşmasıyla “verildiği” çarpıtması var. AK Parti iktidarı, Kanal İstanbul’u halka kabul ettirmek için yıllarca karaladığı, 103 emekli amiralin hatırlattıkları için hala 12 yıl hapisle yargılandığı 1936 Montrö Sözleşmesine Ukrayna Savaşıyla can simidi gibi sarıldı.
Dış politikanın hamasî vurdu-kırdıyla dolu TV dizilerindeki söylemle yürütülmesi nedeniyle Azerbaycan’ın Ermenistan işgali altındaki topraklarını geri almasına verilen destek dahi tam anlatılamıyor.
Rusya’dan Petro-Erdoğan karşılaştırması
Hayır, Batı’dan gelen eleştirilerden söz etmeyeceğim. Onlar ciddi ciddi eleştiriyor. Ruslar ise alay ederek eleştiriyor.
Neyse ki Rusya’yı sadece haber ajanlarından izlemiyorum. Gazeteci Fuad Safarov’un aktardıkları ilginç.
Örneğin geçenlerde Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’in Türkiye ile ticaretteki patlamadan bahsedip bunu Türkiye’deki yüksek enflasyona bağlamasını resmî kanallardan öğrenemedik. Putin müstehzi bir şekilde Ukrayna savaşı sayesinde Türkiye’ye daha pahalı petrol ve doğal gaz satıp, daha ucuzlamış sebze, meyve ve diğer ürünler aldığından söz ediyordu aslında.
Bunun Osmanlı düşleriyle ne ilgisi mi var? Anlatayım. Putin, aynı “Gençlerle Buluşmasında” (340’ıncı doğum yılı vesilesiyle) kendisini Çar (dünyada bir tek bizim “deli” dediğimiz) Büyük Petro ile karşılaştırıyor, şimdi kendisinin de eski Rus toprakları üzerindeki haklarını güçlendirdiğini öne sürüyordu.
Bir gün sonra Rusya’nın resmi Rossiya Segodnya Ajansı Genel Müdürü Dmitriy Kiselyov şu yorumu yayınlıyordu:
• “Büyük Piyotr (Petro) iki imparatorlukla, güneyde Osmanlılarla, kuzeyde ise İsveç ile başarıyla savaştı. Her ikisi o dönemin güçlü devletleriydi.
• “Bu savaşlardaki başarısının yansımaları günümüzde kadar sürdü. Bugün İsveç, geri dönüşü olmayan bir şekilde güçlü devlet statüsünü kaybetmiş durumda. Erdoğan’ın ise Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurması için çok çok çalışması lazım.”
Osmanlı özleminden kurtulamıyorlar
Görüldüğü gibi Rus resmi ajansı yöneticisi, Putin’in kendini Petro’nun mirasçısı saymasıyla Erdoğan’ın kendisini Osmanlı hanedanının mirasçısı sayması arasında bağ kuruyor. Bunu da İsveç’e bağlıyor, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyelik taleplerine Suriye’deki PKK nedeniyle engel olması ile bağ kurmuş oluyor. Erdoğan Osmanlı düşleri kuruyorsa, Putin de yeni Petro’dur demeye getiriyor.
Türkiye’de İslamcıların Osmanlı özleminden kurtulamaması ağır yanılsamalara dayanıyor.
Bunların başında Abdülhamid, Reşad ve Vahdettin sultanlar döneminde Türkiye sınırlarından çıkan topraklarda kalan halkların hala Osmanlı döneminin özlemiyle yaşadığı yanılsaması ve propagandası geliyor.
Sizce tamamı İstanbul’a kanlı isyanlarla imparatorluktan kopan halklar şimdi yeniden Türk egemenliğine girmeye mi can atıyorlardır? Avrupa Birliğinin çekim alanındaki Balkanlar mesela? Özellikle Arap halklarının yeniden Türk egemenliğine girmek istediğini zannedenler bugün Körfez Ülkelerinin Türkiye’ye “Parasıyla değil mi?” bakışından rahatsız olmuyorsa, Kral Abdullah’ın “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?” kitabına bir göz atabilir.
Kendini trafik polisi zanneden kasaba safı
Bir başkası da bugün Arap olsun olmasın bütün Müslüman halkların Erdoğan’ı doğal liderleri olarak gördüğü ve onun açtığı bayrak altında birleşmeye hazır olduğu yanılsaması. Bir adım öteye gitseler, Cumhuriyetin ilanından bir yıl sonra, 1924’te ilga edilen Hilafeti ilan etme özlemine dönüşecek iş. O zaman kendisini trafik polisi zanneden kasaba safından farkımız kalmayacak iyice.
Yakın zamana dek bu Osmanlı düşlerinin 2010’daki Arap Baharıyla birlikte Müslüman Kardeşler muhipliğiyle nüksettiğini zannediyor, onu da -belki kolaycılıkla- Ahmet Davutoğlu’na bağlıyorduk. Doğrusu haksızlık etmişiz sadece ondan bilmekle. Erdoğan’ın durmadan Osmanlı özlemini vurgulaması sadece seçime giderken dikkati hamasetle ekonomik krizden kaydırma çabasından kaynaklanmıyor. Buna ciddi ciddi inanıyor da. Asıl trajedi burada.